Siyaset

DEMEK Kİ, DOĞRUYU GÖRÜYORUZ..!

Bizim rumuz dahi kullanmadan, afişe etmediğimiz isimleri, açık açık yazıp afişe edenler; “hakkınızda suç duyurusunda bulunacağız” da diyebiliyor.

Bizim rumuz dahi kullanmadan, afişe etmediğimiz isimleri, açık açık yazıp afişe edenler; “hakkınızda suç duyurusunda bulunacağız” da diyebiliyor.
 
‘Sosyal medya’,adı üzerinde. Sizden çıkmış artık, gayet sosyalleşmiş dedikleriniz. Ulu orta.. Ve bunu biz yazıyoruz diye, suç işliyoruz, öyle mi..?
 
Neyse, döneyim ben konuya… Duayen isimlerden, benzeri yazılar gelince, haliyle böyle deyiverdim. Artık neden ise..!!!
 
Uzun uzun, usta kalem Ali Saydam’ anlatacak değilim. Kendisini tanıtmak bu noktada, bence kesinlikle ukalalığa kaçar…
 
Biz yazınca, tu kaka ilan ediliyoruz. Örnek vereceğim son yazdıklarımdan, lakin nafile.. Anlatmaya gerek yok, zaten kamuoyu olup betine olduğu şekliyle görüyor..
 
Yine de, hakkımda davacı olacaklarından beyanla, sosyal medyadan yazan isimlere bir çift sözüm olacak! İsmini zikretmediğim, üzerine atılı suçtan söz ettiğim ismi, açık açık yazıp, afişe eden ve dolayısıyla suç işleyen siz misiniz, yoksa ben mi?
Ben rumuz dahi kullanmadım, bahsettiğim suçu işlediği ileri sürülenden.. Sizler açık açık ismini yazarak, bir güzel afişe ettiniz.  Bilmem anlatabildim mi?
 
‘HERŞEY YALANLA BAŞLADI..!”
Neyse, kimsenin avukatı değilim ben, birileri gibi..
 
Kendimce konular üzerine kafa şişirmeyeyim iyisi mi..Bahsedeceğim yazıya döneyim. Dün yayınlanan ve bi hayli ilgimi çeken denilenlere.
 
Başlık şöyle idi; ‘HER ŞEY YALANLA BAŞLADI..’
------------------------------------------------------
 Usta kalem sayın Ali Saydam’ ın dün yayımlanan yazısından söz edeceğim. Umarım kendileri bana sitem etmez. “Ne kullanıyorsun benim yazı mı?” diye…
 
Sosyal medya üzerinden, tanınmış zat-i muhteremlerin yaptıkları paylaşımları alıyor ve işliyoruz diye, de davacı olunacak iken bendenizden, şimdi çok korksam da bile bile bahsedeceğim dikkatimi ve ilgimi çok çeken bu yazıdan. Hatta, aktaracağım bölüm bölüm..
 
Usta kalem sayın Saydam dünkü yazısında şu ifadeleri kullanıyordu;
- Yalan: Altın çıkarılması için siyanür kullanılıyor.
 
 -Gerçek: Siyanür, altının çıkarılmasında değil, ‘ayrıştırılmasında’ kullanılıyor.
 
-Yalan: Siyanür yeraltı sularına karışıyor; toprağı, suyu zehirliyor.
 
- Gerçek: Siyanür, filtrelenir ve geri kazanılır. Maruz kaldığı güneşteki UV ışınlarıyla ‘bozunup’ parçalanır. Siyanürün gökyüzüne çıkıp, yağmurun etkisiyle yeryüzüne inerek toprağa karışması da söz konusu değildir.
 
-Yalan: Siyanür yalnızca madencilikte kullanılır.
 
-Gerçek: Siyanür kullanılan endüstrilerin başında, kimyasal üretim gelir. Bunu naylon, polyamid, akrilik ve plastik üretim sanayileri takip eder.
 
-Yalan: Altın madenlerinin yapımını ve faaliyetini önlersek siyanüre maruz kalmayız.
 
-Gerçek: Eser miktarda siyanür vücudumuzda ve çeşitli yiyeceklerde de bulunur. Vücutta depolanmaz, kanserojen değildir. Günümüzde en çok sigara dumanı ve yangınların dumanının solunması ile maruz kalınır.
 
-Yalan: Ağaçlar kesiliyor, doğaya geri dönülemez hasarlar veriliyor.
 
-Gerçek: Madencilik faaliyetini yapabilmek için belli sayıda ağaç kesilirken bölgede ve çevresinde ağaçlandırma çalışmaları da hemen başlar. Maden sonsuz bir kaynak değildir. O nedenle madencilik faaliyeti bittikten sonra bölge yeniden ağaçlandırılır.
 
-Yalan: Kazdağları talan ediliyor.
 
-Gerçek: Maden bölgesi ile Kazdağları arasında 40 km’den fazla mesafe var.
 
-Yalan: Kirazlı halkı madeni istemiyor.
 
-Gerçek: Kirazlı halkı, madene karşı olan Çanakkale Belediye Başkanlığı’na yazdığı mektupta, “Başkanım, işimizle, aşımızla, geleceğimizle oynama” diye sesleniyor.
 
-Yalan: Biz iyiyiz, siz kötü.
 
-Gerçek: Orada durun bakalım; siz kimmişsiniz bir görelim…
 
Tam olarak böyle idi kaleme alınanlar.. Ve dahası da vardı..  
 
Usta kalem sayın Saydam; “Hakikaten bu yalanları söyleyenler kimler? Oluşturmak istedikleri “doğa dostu, halkla kol kola gençler” algısı gerçek mi?” şeklinde sorular yöneltiyor ve ekliyordu..
 
“Pek öyle görünmüyor… Bir kere protestolarda kullandıkları, yukarıda sıraladığımız argümanları unutmamak lazım… “ diyerek.. Dahası cümlede ise; “Bu yalanların arkasından iş çevirenlere güvenmek mümkün olamaz…” vurgusu yapıyordu..
 
Gelelim, aslında benimde kullanacağım o ifadeye. Ben olsam, ben de böyle devam ederdim yazmaya. Nasıl mı? Ayn şöyle; “PEKİ YA” diye..
 
Sayın Saydam’ da böyle diyerek devam etmiş yazmaya. Tam da şöyle;
“ Peki ya, bu ‘çevreci eylemlerin’ baş aktörlerinden birine, yaşadığı Kazdağları’nın eteğindeki bir köyde ‘define avcılığı’ndan suçüstü yapıldığını duymuş muydunuz?
 
Ya geçen yaz Gelibolu Yarımadası’ndaki orman kundaklamasını üstlenenlerin yine bu eylemlerde başı çektiğini?.. Çanakkaleliler biliyor… Bizim de takip ettiğimiz bölgedeki yerel gazetelerde bu haberler yer alıyor…
Haberde, Balaban halkının şu sözlerine de yer verilmiş: “Geçen yaz ormanları ateşe verenler, sözüm ona çevreci HDP kökenli ‘ateşin çocukları’, yani orman yakanlar çıkmıştı. Şimdi bir de maden ve altın karşıtıyım diye boy gösteren, oysaki define avcısı olan isimler çıktı.”
 
Sayın saydam, bendenizin yazdıklarından bahsediyordu, hoşuma da gitmedi değil.. Vebir kez daha, “Doğru yoldasın” dedim kendi kendime..
 
Bu arada, usta kalem sayın Saydam’ da konu ediyor ve altını çiziyodu, Türkiye ormanlarını ateşe veren o isimleri.
Dilerseniz, sayın Saydam’ ın kaleme alıdğı gibi devam edeyim aktarmaya. Şöyle geliyordu cümleler;
“Kendilerine, ‘ateşin çocukları’ diye bir de isim takmış bu reziller… “Bölgede çevreci faaliyet yürütüyoruz, halkı bilinçlendiriyoruz” diye dolanıp çevirdikleri işlerin bazıları bunlar işte!..
 
Olanlara doğrudan tanık olduğu, yakından izleyebildiği, bu kişilerin siyasi partilerle bağlantılarını görebildiği için bölge halkı durumun farkında aslında… Uzaktan izleyen, özellikle sosyal medyanın manipülasyonuna maruz kalan bizler için konuyu biraz daha açmak gerekiyor…
 
Ülkemizde altın çıkarılmasını kimler istemez? Tabii ki bize altın satanlar…
 
Peki onlar tek başına hareket edebilir mi? Hayır, öyle olsaydı etki güçleri zayıf ve yaptıkları hamleler çok görünür olurdu…
 
Oysa, ülkemizdeki iş birlikçileriyle hareket edip, saman altından su yürüterek kendileri adına daha başarılı sonuçlar elde edebiliyorlar… “Halk istemiyor” algısını iç kamuoyunda oluşturarak cepheyi büyütmek için “içimizdeki İrlandalılar’ı” (Mustafa Denizli hocanın lafıdır) devreye sokuyorlar…
 
Türkiye’nin millî bağımsızlığından rahatsızlık duyan Batılı güçlerle aynı türküyü söyleyen, “Batı bizim için ne der?” diye sürekli endişelenen, “Doğu Akdeniz’de, Suriye’de, Libya’da ne işiniz var” diye rahatsızlık duyanlardır bunlar…
 
Altın madenine karşı eylem yapanların başını çeken sözüm ona sivil toplum kuruluşlarına, bunların yöneticilerine bir bakıyorsunuz ki,  HDP saflarında yer almış,
“Öcalan’ı tecritten çıkarın” diye yürüyüş yapmış, eşi HDP’den milletvekili adayı olmuş, yerel gazetenin Balaban halkından aktardığı şekliyle “…eylemlere katılan gruplar arasında, terör örgütü PKK’yı destekleyen siyasi düşünce sahipleri ve onların destekçisi olduğu bilinenler” bunlar...
 
Çevre, ağaç, su gibi halkın hassasiyetlerine dokunan, görünüşte masum söylemlerin ardında her zaman o kadar da masumane niyetler olmayabiliyor. İşte, bunu da yaşayarak görüyoruz ne yazık ki…
 
Şimdi ise Pazar günü, eylemlerinin 1. yılını kutlamaya çağırıyorlar… Sayıları az olsa da, “Sinek küçüktür ama mide bulandırır”… Türkiye bu oyuna gelmeyecektir… Halk da çevre konusunda niyeti ‘iyi’ olan ile ‘kendisini oyuna getirmek isteyeni’ ayırt edecektir…  -Yeni Şafak-”
 
Erdem Sürek