Yaşam

Öncü’ nün Kaleminden Bakır Efsanesi “TUP BİTTU….”

Çanakkale sporuna katkıları ile tanınan, Gönül adamı Ali Bakır, dün son yolculuğuna uğurlandı.

Çanakkale sporuna katkıları ile tanınan, Gönül adamı Ali Bakır, dün son yolculuğuna uğurlandı.

Rize’ li iken, Çanakkale Aşığına dönüşen, beraberinde çok memleketlisinin Şehre gelip yerleşmesine vesile olan ve önceki gün 95 yaşında yaşama veda eden Ali Bakır, dün son yolculuğuna uğurlandı.
Necip paşa camiinde, Cuma vakti ardından kılınan cenaze namazı sonrasında toprağa verilen Ali Bakır için törene katılanlar göz yaşı döktü. 
Merhum Bakır ile sağlıklı günlerinde mini röportaj yapıp, Ali Bakır’ ın Çanakkale’de dillere destan ‘Tup Bittu’ anısını kaleme alan Sürekli Basın Kartı sahibi Gazeteci Ayhan Öncü, 1926’ da başlayıp, günümüze uzanan Karadenizli Ali Bakır’ ın yaşamını, vefat haberi ardından sosyal medyadan paylaştı.
Gazeteniz Vitamin, Gazeteci Öncü’nün kaleminden Bakır efsanesini derledi.
Şehitler coğrafyası Çanakkale’de, dillere destan hale dönüşen Ali Bakır’ ın, işiteni gülümseten anılarının da yer bulduğu  ‘Tup Bittu’ hikayesinin geçtiği o röportaj…
ÖNCÜ’ NÜN KALEMİNDEN, BAKIR EFSANESİ…
-Aslen Rizeli Ali Bakır. 1926 Rize doğumlu. Çanakkale’ye geliş macerası ise 1950 yılında başlamış Ali Bakır’ın… 1950’li yılların başında Kazdağları’ nda çıkan orman yangının ardından bu bölgedeki ağaçların kesimi için müteahhit firma Ali Bakır’ a teklif götürmüş. O da kabul etmiş ve 1950 yılında Kazdağları’ndaki bu ağaçları kestikten sonra Çanakkale il merkezine yerleşmiş.. Çanakkale’de kereste mağazası açarak ilk elektrikli bıçkı makinesini getirerek o kullanmış. Kerestecilikle başlayan işini yıllar içinde geliştirmiş ve büyük işlere imza atarak iyi bir esnaf olmuş Çanakkale’de.. Spora da büyük önem vermiş Ali Bakır. 1960’lı yılların sonunda Boğazspor’ u kurmuş. 1966 yılında da Boğazspor, Türkgücü ve Kalespor’ un feshedilerek Çanakkalespor’  un kuruluşunda görev almış. Yani Çanakkalespor’ un temelini atanlar arasında o da yer almış.. Çanakkale’de ilk Aygaz tüpünü de o satın alarak kullanmış. Bu konu da bir de anısı var ki halen Çanakkale o anıyı konuşur.. Evde tüp bittikten sonra tüpçüyü telefonla arayıp adres vermeden ”Tüp bitti” sözümü söyledikten sonra evine anında tüp gitmesi şehirde yıllardır konuşulur durur. Çanakkale’nin çoğunluğu onu tanır… Yaşı 90'lara yaklaşmasına rağmen yıllar öncesini çok iyi hatırlıyor Ali Bakır. Kendisi ile yaptığımız röportajda da geçmiş yıları anlatırken sanki o günmüş gibi tarih ve saatleri bile söyleyebiliyor. “Hayatımı yazsam roman olurdu” diyen Ali Bakır, zaman zaman da o günleri anlatırken gözyaşlarını tutamıyor.. Çanakkalelilere ve Çanakkale’yi sevenlere şunu söylüyor: “Çanakkale’yi sevin. Elinizden ne geliyorsa bu güzel şehir için yapın. Bu güzel şehre ne yaparsanız sizden sonra gelecek nesiller bundan kazanır ve faydalanır. Çanakkale’nin kıymetini bilin.” Web sitemizin bu sayfasında sizlere Çanakkale’de yaşamını sürdüren Ali Bakır’ı tanıtmak istedik.
 
İşte O özel röportaj….
* Bize kendinizi tanıtır mısınız?
- Eylül 1926 Rize doğumluyum.
* Çanakkale’ye geliş öykünüz nasıl oldu?
- 1938 yılında Türkiye’de çok kıtlık vardı. Bizde kıtlık senesi sebebiyle 1938 senesinde Rize’den Samsun’a taşındık. Orada  okuyabiliriz diye düşündük. Onu da yapamadık. Bizde sanata önem verdik. Sanatımız da geçerli bir sanattı. Şimdiki kerestecilik var ya işte oydu bizim sanatımız. Bizim zamanımızda keresteyi biçen usta yoktu. Bizde onun ustası olduk. O zamanlar bir kaymakam 150-160 lira maaş alırken ağabeyim 400 lira alırdı. Yani mesleğimiz çok iyi para kazandırıyordu. Uzun sürede burada bu işi yaptık. 1949 yılında ise zamanın Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’di. O yıllarda Şemsettin Günaltay’da Başbakandı. Bunlar o yıllarda “Kendi Okulunu Kendin Yap” adı altında bir kampanya başlattı. Vatandaşlar okul yaparken olmayan malzemeyi de devlet veriyordu. Zamanın Balıkesir Milli Eğitim Müdürü de Samsun’da bizim komşumuzdu. Bizim kereste biçiminde kullanılan bıçkıyı gördü. Onunda elinde büyük kalasları varmış ve bunları biçecek kişi arıyormuş. O yıllarda böyle bıçkı makineleri falan yoktu. Nadirdi. Balıkesir Milli Eğitim Müdürü bize “Ben seni Balıkesir’e götüreyim. Orada çok para kazanırsın” dedi. Bende bunun üzerine Balıkesir’’e gelerek orada kereste bıçkı makinesini kurdum. 2-3 sene orada çalıştım. Para kazanmaya başlayınca bu kez işi büyütüp kereste alıp satımına başladık. Balıkesir’de bu işe devam ederken 1950’li yıllarda Kazdağları’nda büyük bir yangın çıktı. Bunun üzerine Kazdağları’ndaki kerestelerin kesilip biçilmesi gerekiyordu. Bu konuda dağdaki bu yanan ağaçları kesip biçme işini alan müteahhit bizi buldu ve bize bu ağaçları kesip biçmemizi teklif etti. Bizde o sıralar genciz hemen kabul ettik. İstanbul’a giderek yeni bıçkı makinelerini alarak Kazdağları’na gittik. Buradaki ağaçları kestik. Bu iş de aylar sürdü. O iş bitince de 1950 yılında Çanakkale il merkezine geldik. Mart ya da Nisan ayıydı sanırım. İl merkezinde İstiklal İlkokulu’nun karşısında bir tarlayı kiraladık. O zamanlar kum çakıl kamyonları yoktu. At arabaları vardı. At arabası sahibine üç beş kuruş vererek kereste biçiminde kullanılacak bıçkı makinesini burada kurduk. Çanakkale’de bıçkı makinesi yoktu. Biz Çanakkale’de bu işi ilk yapanların başındayız yani. Yıl 1950. Bütün millet okula geliyor ya, okul karşısındaki bizim bıçkı makinesini hayretler içinde izliyorlardı. O yıllarda elektrikte yoktu. Sadece birkaç elektrik direğinde elektrik vardı. İşyerimize elektrik bağlatmak için uğraş verdik. Sonunda elektriği bağlattık. Fakat işyerimize gündüz 12:00’den 14:00’e kadar, gece de 22:00’den 24:00’e kadar elektrik veriyorlardı. Şunu çok iyi söyleyebilirim ki Çanakkale’de ilk elektrikli motoru çalıştıran benim. 1950 yılında elektrikli bıçkı makinesi ile bu işe başladım. O yıllarda seçimi Demokrat Parti kazandı. Ardından da bizim işler düzeldi. Kereste satışları artmaya başladı.
Bu arada kereste bıçkı işini ağabeyim Muzaffer Bakır ile birlikte kurmuştuk. Bunu da söylemek istiyorum. 1964 yılında kardeşim Servet Bakır askerden geldikten sonra ise onu da ortak aldık. Ardından da işi genişlettik. Demir çimento alım satımı gibi yeni malların satımına başladık. Çanakkale’ye geliş maceramız da işte böyle oldu.
“BELEDİYENİN BORCUNU KAPATMAK İÇİN REŞAT TABAK’A PARA VERMİŞTİK”
* Ali bey yıllardır Çanakkale’de yaşıyorsunuz. Çanakkale ile bütünleşmişsiniz. Çanakkale denilince ilk aklınıza ne geliyor?
- 1950’li yıllarda Çanakkale’de hiçbir şey yoktu. Üç beş tane Yahudi vardı. Onlar yerdi içirdi, Çanakkale halkı onlara bakardı. Hiç esnaf yoktu diyebilirim. Çanakkale esnafı boyacı, berber, terzi, kalaycı, demirciydi. Geriye kalan bütün meslekleri ise Yahudiler yapardı. Yahudiler Cumartesi Pazar günü şu anki Yalova Lokantasının bulunduğu bölge var ya orada otururlardı. Tam bir sosyete olarak oralarda onlar oturur eğlenirlerdi. Bizim Çanakkale halkı ise gidemezdi oraya. Şimdi ise devir gerçekten çok değişti. Çanakkaleliler artık istedikleri yerde istedikleri gibi yiyip içebiliyor ve eğlenebiliyorlar. Bu da beni çok mutlu ediyor.
* Reşat Tabak’ın Belediye Başkanlığı zamanında bir anınızın olduğunu duydum. Bunu anlatabilir misiniz?
- Sanırım 1974  yılıydı .O yıllarda Belediye Başkanı Reşat Tabak’tı. Seçildikten sonra belediyeye gittiğinde 180 bin liralık bir işçi borucun olduğunu gördü. Bunun üzerine şu anki Belediye Başkanı Ülgür Gökhan’ın babası Rıfat Gökhan’ı arayarak “oraya geliyorum” dedi. O zamanda şehrin en zenginleri arasında o vardı. Bende bunlara şahidim yani. Rıfat Gökhan’ın yanına giden Belediye Başkanı Reşat Tabak, “İşçilere 180 bin lira borç var. Bunu bir türlü veremiyorum. “Gel beraber Muzaffer Bakır’a gidelim” dedi. Yani ağabeyime giderek bu borcun ödenmesi için para isteyeceklerdi. Bunlar birlikte ağabeyimin işyerine gelerek belediye olarak işçilere borçlarının olduğunu ve ne yapacaklarını sordu. Ağabeyim Muzaffer Bakır’da kasayı açtı ve içinde bulunan 100 bin TL’yi Reşat Tabak’a verdi. Rıfat ve Fuat’a da dedi ki ağabeyim “Sizlerde verin bakalım 100 bin lira”. Onlarda verdiler 100 bin lira. Reşat Tabak da aldığı 200 bin lira ile borçları kapattı. Belediyenin arabaları vardı o yıllarda yine. Bir tanesinin lastiği yoktu. O zamanlar bol araba lastiği yoktu. Fuat Gökhan’lar Pirelli’nin bayisiydi. Fuat 30 tane lastik verdi belediyeye. Böylece yenilenen araçların lastikleri sayesinde belediye yeniden hizmet vermeye başladı Çanakkale’de..
“ÇANAKKALESPOR’U KURANLAR ARASINDA BEN DE VARDIM”
* O yıllarda komşuluk ilişkileri nasıldı?
- O zamanlar çok iyi arkadaşlıklar, dostluklar vardı. Birbirimize çok yardım ederdik. Bankadan para almak için çok birbirimize kefil olup senetlere imza attık…
* Çanakkale’ye geldikten sonra birde Çanakkalespor’un kuruluş öyküsü var. 1966 yılında Çanakkalespor’un kuruluşundan önce ilde sanırım 3 takım varmış? Bunların birisinin de başkanı sizdiniz. Sonradan bu 3 takım birleşip Çanakkalespor oldu. Çanakkalespor’un kuruluşunda sizin de büyük emeğiniz var. Bundan da bize bahseder misiniz? Bu nasıl oldu?
- Ben Boğazspor’un başkanıydım. 1966 yılında Çanakkale’de Boğazspor, Türkgücü, Kalespor adlarında 3 ayrı amatör takım vardı. Necdi Kumkaleli, Bakkal Kemal Saygı, Fuat Gökhan, Orhan Aras, İrfan Aras, Mehmet Alaaddinoğlu ile birlikte 8-10 kişi benim çarşı caddesindeki nalburiye dükkanıma geldiler. “Biz Çanakkalespor’u 3. lige kaydettirdik. Bunu kurmaya geldik. Seninde bu sebeple Bağazspor’u feshetmeni istiyoruz” dediler. Ben çok sevindim. Amatör 3 takım tamamen feshedilip Çanakkalespor adı altında tek bir takım olarak profesyonel ligde mücadele edecektik. Beni de bu kurucular arasına aldıklarını söylediler. Bende kabul ettim ve Çanakkalespor böylece kuruldu. Ben “Ne kadar paramız var?” dedim. Bana “Hiç paramız yok” dediler. Ben hemen kasayı açtım ve içindeki paralarla senetlerin tamamını olduğu gibi Çanakkalespor için kendilerine verdim. Bin 500 liramı ne para çıktı. Bir o kadar da senet çıktı. O zaman çok büyük paraydı bu. Millet çok şaşırdı. “Ali Bakır Çanakkalespor için kasayı boşalttı” dediler.Benim dışımda herkes para verdi. Bizden takımın kurulması için 175 milyon liralık bir teminat istediler. O zaman o teminatı Fuat Gökhan ile ben imzaladım. Necdi Kumkaleli’yi başkan seçtik. Truva Otel’de yapılan seçimde de en büyük oyu ben aldım. Çanakkalespor 1966 yılında işte böyle kuruldu.
* O yıllarda yani 1966 yılından itibaren futbola şehrin büyük ilgisi vardı. Birçok eski fotoğrafa baktığımızda maçlarda stadyumun tamamen dolu olduğunu görüyoruz. Şimdi ise artık stadyumlar maalesef dolmuyor. O yıllardaki ilgi neden o kadar fazlaydı ve şuan neden o kadar ilgi olmuyor sizce?
- O sadece Çanakkale için geçerli değil. Diğer illerde de bu böyle maalesef. O zamanlarda futbola karşı çok daha fazla heves vardı. O yıllarda Giresun’da Rize de maç olurdu. Stadyumlarda yer kalmazdı. Bir o kadar kişi de dışarıda kalırdı. Hele Trabzon’da her direkte bir radyo asılı dururdu. Stada giremeyenler radyodan o maçları dinlerlerdi. Çanakkale’de de bu böyleydi. İlgi çok fazlaydı. Stadyumda yer kalmazdı. Zamanla bu ilgi azaldı maalesef. Bunun sebebini tam çözebilmiş değilim. Belki iletişim araçlarının fazlalaşmasından kaynaklanıyor olabilir.
DİLLERE DESTAN, ‘TUP BİTTU’
“ADRES VERMEDEN TELEFONDAKİ KİŞİYE  “TÜP BİTTİ” DEDİM EVE ANINDA TÜP GELDİ”
* Esnaflık hayatınız sırasında yıllardır konuşulan “Tüp bitti” anınız da var. Çoğu kişi de bunu biliyor. Bilmeyenler için de bu anınızı anlatabilir misiniz?
- O anı bir gerçek.1960’lı yılların sonları gibiydi. Saat Kulesi meydanının civarında eskiden Emlak Kredi Bankası olarak kullanılan bir yer var. Eskiden orası “Çanakkale Pazarı” adı altında bir dükkandı. Aygaz tüpleri de o yıllarda çıkmıştı. O tüplerin satışını da bu işyeri ilk kez yapıyormuş. Bende kahveye gidiyordum. O zamanlar Şehir lokantasının karşısında Bahri Şefik Kahvesi vardı. Oraya gidiyordum. İşyeri sahibi bana “Ali ağabey gel bak sana ne göstereceğim” dedi. Hemen gittim. Bir baktım tüp ile birlikte ocağı yakmışlar ve bir şey pişiriyorlar. “Bu Aygaz tüpü yeni çıktı” dedi. Kaç lira dedim. “50 lira” dedi. Aldım hemen eve gönderdim. Çanakkale’de de Aygaz tüpünü ilk kullanan benim yani. Bu tüpü aldıktan bir kaç hafta sonra işyerimde telefonum çaldı. Benim hanım aradı. “Tüp bitti yemek üstünde kaldı” dedi ve hemen telefonu kapattı. Bende hemen telefonla Aygaz satış yerini aradım. “Aygaz mı?” dedim. Evet “Aygaz” dedi. “Tüp bitti” dedim kapattım telefonu. Adam düşünmüş düşünmüş “Bu olsa olsa Ali Bakır’dır” demiş ve eve tüpü göndermiş. Böylece adres söylemeden eve tüp anında gitti yani. Bu ilginç durum daha sonra Çanakkale il merkezinde de efsane gibi yayılmış.. O yıllarda birde PTT Müdürü Şükrü bey vardı. O zaman Celalettin Tüfekçi Valiydi. Onunda çok yakın arkadaşıydı o. Yakın bir arkadaşım vardı Recep diye. O hemen PTT Müdürünü aramış ve “Ali Bakır Aygaz’ı arayıp “tüp bitti” dedi. “Adresi vermeden hemen eve tüp gitti “ demiş. O da durumu valiye söylemiş. Bir gün bir telefon geldi. “PTT Müdürü arıyor” dediler. Açtım hemen telefonu. “Alo kimsiniz” dedi. Ben’de “Ali Bakır” dedim. “Tüp bitti “ dedi kapattı telefonu. Şaşırdım. Bir süre sonra Vali Celallettin Tüfekçi aradı. O da aynısı söyleyip telefonu kapattı. Böylece benim bu anım şehirde herkesin diline düştü. Halen de bu şehirde konuşuluyor…
* Gökçeada’dan gelen Rumlara tek tek fatura keserken zorluk yaşamışsınız. Sonunda ilginç bir yol bulmuşsunuz. Bunu da anlatır mısınız?
- Rumlar Gökçeada’dan haftada bir defa Ali Dağlı’nın motoru ile Çanakkale’ye gelirler ve alışverişlerini yaparlardı. Saat 12.00 gibi motor ile adadan Çanakkale’ye gelirdi ve saat 15.00 gibi de gitmek zorundaydı. Bu 3 saat içinde de Rumlar alışverişlerini yapmak zorundaydılar. Benim dükkana geldiler bunlar 30-40 kişi birden. 5 metre hortum, 10 tane cıvata, 2 menteşe, 30 tane vida gibi birçok sayıda mal alıyorlar. Fakat her birine de her alışverişe tek tek fatura kesmem lazım. Faturasız maliyeciler bunları göndermiyor adaya. Hepsinin de isimleri Rumca olduğu için çok zor yazmak bunları. Ne yapacağımı şaşırdım. Bende bütün faturalara “Aloni Basoni” diye kestim gitti. Bir günde 50 fatura hep aynı isimle kestim. Belirli sürelerde maliyeciler defterleri kontrol ederler. Yine benim defterleri de aldılar bir ara kontrole. Kontrollerde ise bir adamın üstüne aynı gün 50 tane fatura var. Tek fatura neden kesmemiş diye bana sormak zorunda kaldılar. Çok şaşırmışlar. 2 bine yakın fatura hep aynıydı. Bende dayanamadım ve Gökçeada’dan gelen Rumların isimlerinin çok farklı olduğunu ve bunları tek tek yazamadığım için hepsine tek isimle yani “Aloni, basoni” diye kestiğim söyledim. Onlarda, bende gülme krizine girdim o anda.
58 YILLIK MUTLU EVLİLİKLERİ SÜRÜYOR
* Birde otel maceranız var. 1970’li yıllarda sahilde şuan Limani Otel olarak hizmet veren Otel Bakır’ı açtınız. O yıllarda otel açma fikri nereden geldi. Neden daha sonra otelciliği bıraktınız ve bu sektörden çekildiniz?
- Biz o yıllarda ev yapmak için sahilden bir yer satın almak istedik. O zamanlarda bu aldığımız yerin bir kısmı maliyenin, bir kısmı belediyenin, bir kısmı da şahsındı. İhaleye çıktı. O zamanın parası ile 480 bin liraya orayı satın aldık. O zaman için çok çok büyük bir paraydı bu. O kadar büyük paraydı ki bankalar bile bizimle alay ettiler. Hatta o zamanlar Vakıflar Bankası Müdürü  “Ben size kredi veremem. Orayı neden aldın. Ödeyemezsin. 200 metrelik bir yer orası” dedi. Bende “Sen onun yüzeyini mi ölçtün? Bunun yukarısı ve aşağısı da var onu hesaplamadın mı ?” dedim. “Buraya kat kat bina yapılır biliyor musun?” dedim. Sonunda aldık orasını ve ev yapalım yapmayalım derken 1975 yılında çimento fabrikasına bir müteahhit geldi. Meğerse o kişi Turizm Bakanlığı’nda Genel Müdürmüş. Bana buraya otel yapmamı tavsiye etti. Otel yaparsam kredi falan da vereceklerini söyledi. Sonunda proje çizildi ve otel işine böylece girdik. 33 yıl da burada otelcilik işini yürüttük. Daha sonra ise iş ile pek ilgilenemediğimiz için oteli başka bir işletme sahibine kiraladık. Şuan başka bir kişi burasını işletiyor.
* Günümüzde gençler evleniyorlar. Birkaç ay sonra boşanıyorlar. Artık bu moda oldu. Fakat siz eşinizle birlikte yıllara meydan okuyarak herkese örnek bir evlilik tablosu çiziyorsunuz. Kaç yıllık evlisiniz ve bu uzun evliliğin sırları neler  bize söyleyebilirsiniz?
- Eşim Emine ile 58 senelik evliyiz. Bu 58 yıllık evliliğin sürmesini sevgi ve saygıya bağlıyorum. “Bu uzun evlilik süresinde kaç kez kavga ettiniz?” derseniz hiç kavga etmediğimizi söyleyebilirim. Biz evlenirken birbirimizi kabul etmişiz. Bunu kabul emişseniz ikinci bir evliliğe lüzum yok. Mesuliyet duygusu çok önemli. Bizde mesuliyet çok önemlidir.
“ÇANAKKALE’YE KERESTE, SUNTA VE KONTRPLAK FABRİKASI KURMAYI ÇOK İSTERDİM”
* Çanakkale’de sizce en büyük eksiklik ne? Nelerin olmasını isterdiniz? Ya da nelerin olmamasını isterdiniz?
- Çanakkale’nin en büyük eksikliği sanayisinin olmaması ve turizmin de tam gelişememesidir. Çanakkale bu konularda kabuğunu kapatmış bir şehir gibi. Ben ne yaptıysam bunda başarılı olamadım. Burada fabrikacılık olmadı. O kadar fabrika açıldı. Hepsi birer birer kapandı gitti. Turizmi de iyi kullanamadılar. Keşke bunlar olsa da Çanakkale daha da gelişse…
* Bu zamana kadar yapmak istediğiniz fakat yapamadığınız bir şey oldu mu?
- Çok var. Çanakkale’de büyük fabrikalar yapmak istedim. Mesela il merkezinde çok büyük bir kereste, sunta ve kontrplak fabrikası kurmayı düşündüm. Fakat bu olmadı. Teşvik alamadık. Eğer teşvik alsaydık bunu kuracaktım.
* Çanakkalelilere ve bu güzel şehirde yaşayanlara son olarak neler söylemek istersiniz?
- Çanakkale’yi sevsinler. Ellerinden ne geliyorsa bu güzel şehir için yapsınlar. Bu güzel şehre ne yaparlarsa ondan sonra gelecek nesiller bundan kazanır ve faydalanır. Çanakkale dünyanın en medeni memleketi diyebilirim. Çanakkale’nin kıymetini bilsinler.
RÖPORTAJLA GELEN, ANLAMLI  MESAJ
Ali Bakır, sağlıklı günlerinde ettiği bir sözü ile, Çanakkale aşkını adeta özetliyordu.
Yönelen soruları yanıtlayıp, son sözünü eder iken, diyordu ki; “Çanakkale dünyanın en medeni memleketi diyebilirim. Çanakkale’nin kıymetini bilsinler.”
Cuma Deren