Duyduğumda hayli canımı sıkan bir konu. Üstelik ‘Alan’ da söylüyor, ’Alınan’ da… Yani bu gün yarın ayyuka çıkar bu iddia ve bana göre olmaması gereken bu duruma kesinlikle dur denmeli.
Şimdi düşünün. Oldukça yaşlı hale geldiniz ve de yatağa bağımlısınız.
Sonda ile bazı ihtiyaçlar gideriliyor da, en büyüğü için ne yapacaksınız.
Yanıtı basit. Bebek gibi altınız bağlanacak.
Öyle de yapılıyor aslında. Lakin, ‘Erkek’ bakıma muhtaç kişinin altını ‘kadın’ alır mı hiç, nere de görülmüş?
Üstelik burası önemli bir merkez ise, buna nasıl sessiz kalınır?
İnsanın kendi evladı olsa utanır bu durum karşısında. Yani bir baba, kendi evladı da olsa kızının altını almasından rahatsız olmaz da ne yapar?
Şimdi bir düşünelim. Hayatta kalacak bir yeriniz yok ve oraya gitmek zorundasınız.
Oldu ya gittiniz ve bir süre sonra da elden ayaktan çekildiniz. Böyle mi olmalı en gereksinimli ihtiyaç karşısında gelecek müdahale?
Bu arada, bu durumu Sağlık hizmeti aldığımız hallerde yaşamıyor muyuz? Diye soranları da duymuyor değilim şuanda.
Doktordan utanmak olmaz kardeşim. Ne doktordan, ne hemşireden, Kadın ya da Erkek hemşire…
İsim vermeden geçiştirilecek bir konu değil bu fakat, ilgililer haberdar olsun da çözsünler biran önce diye çok da açmıyorum yaşanmaması gerekenin, yaşandığı bu adresi.
Dün, ilk duyduğumda; ‘Bu istem ilk değil ki!’ dediğim bir çıkışa imza atılmış başkentte.
Bir sayın bakan, misafirlerine ‘Hoş geldiniz’ dedikten sonra, ‘Çanakkale’ yi istiyorum’ diye eklemiş.
Duyunca bu detayı, içimden şunu söylemek geldi hemencecik;
“Kim istemiyor ki Çanakkale’ yi?”
Çanakkale istenmez mi hiç. Nasıl istenmez ki hemide…
Burada seçim kazanacak kişi, tarih yazacağı gibi, bir kaleyi de yıkacak olmasından kaynaklı ayrı bir kahraman ilan edilecek.
İyi de, bu durum kimseyi rahatsız etmez mi?
Yani onlarca yıldır kazanılamayan bir seçimi kazanan kişi, hangi partiden olursa olsun, Genel Merkez gözünde, gözünden vurulmuş Turna olmaz mı?
AK Parti’li sayın bakanın, Ankara ziyaretine giden Çanakkale teşkilatından talebi bu yönde olduğundan, ben de naçizane düşündüklerimi aktarayım diyerek konuya daldım.
Belki de yanlış düşünüyor olabilirim. Ne var ki, yıllardır kazanılamayışın bir nedeni sakın bu olmasın?
Onlarca yıllık kale’ yi yıkan komutan, Partisinin gözünde bir dev olmaz mı hiç?
Bu konuda bir çok kez fikir paylaşımı yaptığım arkadaşlarla da konuşurken, 4-0’ lık ANAP, 4-0’ lık DYP kazanımından bahsediyorum.
Kimse üstüne alınmasın, amacım kimsecikleri suçlamak falan da değil. ANAP 4 Milletvekili kazandığı seçimden sonra, bir Limon sıkma hikayesi yaşadık bu kentte. O yıllarda slogandı o, ‘Limon gibi sıkacağız’
Olmadı. 4 Milletvekili kontenjanı bulunan kenti silip süpüren ANAP, Belediyeyi alamadı. Ne garip…
Sonrasında 20 Ekim seçimleri yaşandı ve matematik tam tersine döndü. Kırat öyle bir şahlanışa geçti ki, 4 Milletvekilini kazanan siyasi parti oldu. Özetle DYP Sandıklarda patladı.
Sonrasında yine seçim ve yine olmadı.
Dedim ya fikir alış-verişi ve paylaşımı yaptığımız sohbetlerde konuşuruz hep diye.
Ne zaman bu konu açılsa; “Kim istemez ki, kaleyi yıkmayı?
Yıkanın, Başkent gözünde büyüyüp devleşeceğini bile bile yarışa kim asılır ki?”şeklindeki değerlendirme de, o sohbetlerde çoğunlukla ağır basar.
Önümüzde olası erken bir seçim var ki, muhtemelen de Genelinden önce olacak. Nereden mi varıyorum bu kanıya, Başkentten; ‘Çanakkale’yi istiyoruz’ çıkışı başka ne düşündürür ki insana?.
Gülenler olacak bel ki ama, ben bu çıkıştan dolayı, bu düşünceye kapıldım. Bunun adına ön görü de denilebilir belki…
Ön ya da erken görü, her ne ise, bir şeyler görüyor ve hissediyorum özetle.
Kent merkezinde de hummalı çalışmalar yok değil yani.
Tutulan bürolar ve atılan dikkat çeken adımlar. Her ne kadar, saman altından su yürütme gibi görülse de, bir ön seçim hazırlığı da var…
Nereden aklıma geldi takıldı bilmiyorum ama, bir hikaye geliverdi şuan gözümün önüne.
Okuyup, unuttuğum kısımları bir hatırlayayım dedim.
Merak ettiniz değil mi? Ne hikayesi bu diye…
Sizler içinde aktaracağım. O hikaye ise aynen şöyle;
“Bir gün yaralı bir kuş Hz. Süleyman’a gelerek kanadını bir dervişin kırdığını söyler. Hz. Süleyman dervişi hemen çağırtır ve ona sorar: Bu kuş senden şikâyetçi, neden kanadını kırdın?
Derviş kendini şöyle savunur:"Sultanım, kuşu avlamak istedim.Önce kaçmadı, yaklaştım yine kaçmadı.Teslim olacağını düşünüp atladım.Yakalayacağım esnada kanadı kırıldı"
Hz.Süleyman: "Bak, bu adam haklı, niye kaçmadın? O sinsice yaklaşmamış, hakkını savunabilirdin. Şimdi kolum kırıldı diye şikâyet ediyorsun"
Kuş kendini savunur : "Onu derviş kıyafetinde gördüğüm için kaçmadım. Avcı olsa hemen kaçardım. Derviş olmuş birinden bana zarar gelmez..
Hz. Süleyman bu savunmayı doğru bulur ve kısasın yerine getirilmesini ister. “Kuş haklı, hemen dervişin kolunu kırın” diye emreder.
Ancak bu emre kuş itiraz eder: “Efendim, sakın böyle bir şey yaptırmayın” diyerek öne atılır.
“Neden” diye sorar Hz. Süleyman.
Kuş sebebini şöyle açıklar: “Efendim, dervişin kolunu kırarsanız, kolu iyileşince yine aynı şeyi yapar.
Siz en iyisi bunun üzerindeki derviş elbisesini çıkarın. Çıkarın ki, benim gibi kuşlar bundan sonra aldanmasın.!”
Kuşun önerisine gel de şapka çıkartma…
Ne ceza ama değil mi ?