Travmatik yas, içerisinde travma elementi olan yas demek.

Travmatik yas, içerisinde travma elementi olan yas demek. Peki, ölümün veya diğer kayıpların sonucunda yaşadığımız yas sürecinin travmatik yas olarak tanımlanabilmesi için ne kadar ani olması lazım? Bunun kolay veya standart bir tanımı yok. Kişiden kişiye değişen bir hal.
 
Travma içinde aynı şeyi söyleyebiliriz. Travmanın da mükemmel ve değişmez bir tanımı yapılamıyor. Ama hareket noktamız, o yaşanan olayın sinir sisteminiz üzerinde bıraktığı etki. Tekrarlıyorum, olayın kendisi değil sizde bıraktığı etki. (Bir başka deyişle, olayın kendisi travmatik olsa bile sizde travma etkisi yaratmıyor olabilir veya tersi de geçerli.)
 
Bir yakınınızla birlikte geçirdiğiniz bir trafik kazasından yara bere almadan çıktığınızda, siz o kazayı gülerek anlatıyor olabilirsiniz. Ama o yakınınız çok uzun bir süre kazanın etkisinde kalarak sanki farklı bir kaza yaşamış gibi davranıyor olabilir. İşten çıkarıldığınızda, sizinle benzer bir tecrübeyi yaşamış bir kişi çalıştığınız sektörde iş bulmanın ne kadar kolay olduğunu hatırlatan bir yerden konuşuyor olabilir.
 
Ama siz çocukluğunuzdan itibaren anne babanızdan duyduğunuz ‘’her şeyde başarılı olmalısın’’ kalıplarından dolayı işten çıkarılmayı farklı bir yerden deneyimliyor olabilirsiniz. Önemli olan, sizin kişisel sinir siteminizin yaşadığınız olay sonucunda ne kadar zorlandığı.
 
Çünkü sinir sisteminiz kapasitesini aşan bir durumla karşılaştığında bedeniniz farklı bir şekilde çalışmaya başlıyor.
Eğer bu konuda biraz daha detaylı bilgiye sahip olmak isterseniz Bessel van der Kolk’u içtenlikle tavsiye ederim. İngilizce kaynakları takip edebiliyorsanız internetten ücretsiz olarak ulaşabileceğiniz çok sayıda makalesi ve konuşması var. Türkçeye çevrilmiş ‘’Beden Kayıt Tutar’’ isimli bir kitabı bulunmakta.
 
Bessel’e göre travma merkezi sinir sitemini yorar, hafızayı, deneyimlerimizi işleme ve kaydetme şeklimizi değiştirir. Travma, aslında, geçmişte olan bir şeyin hikayesi değil, insanların içinde yaşayan acının, dehşetin ve korkunun şu andaki izidir. Şu anda, hala.
 
Bessel’den devam edersem, beynimizin arka- alt kısmında bulunan Amigdala, bir yangın alarmı gibidir. Tehdidi algılar ve alarm vermeye başlar. Sinir siteminizi zorlayan bir olay yaşadığınızda amigdala aktive olur ve genişler. Ve bu genişleme sürecinde beyne ulaşan oksijeni emerek beynin aktive olması gereken diğer kısımlarının çalışma şeklini değiştirir.
 
Hangi kısımları peki? Mantıklı, kompleks düşünme, problem çözme ve plan yapma gibi işlevleri olan frontal lob mesela. Veya acıkma ve susama hissini veren, vücuttaki ısı dengesini ayarlayan ve cinsel dürtüler gibi davranışlar üzerinde etkisi olan hipotomalus veya hafıza ve yön bulmada rolü olan hipokampus… Bunların hepsinin işleyişi yaşanan travmatik bir ölümle veya diğer travmatik kayıplarla değişir.
 
Yasın ustalığında çıraklığım devam ettikçe görüyorum ki, içimizdeki ‘’acılı veya üzgün’’ taraf sonsuza dek orada kendi başına oturmak istemiyor. Bilinçli bir şekilde fark etmiyor olsak da bağlantı kurma güdüsünün dokularımıza kadar işlenmiş olması bizi harekete geçiriyor. Ve gene kendi deneyimlerimden görüyorum ki ani ve/veya beklenmedik ölümler ve ölüm dışı diğer ani ve/veya beklenmedik kayıplar varlığımızda son derece derin bir yerlerde izler bırakıyor. Sözcüklerin ipinin kısa kaldığı, o dipteki karanlık kuyulara yetişemediği alanlardan bahsediyorum.
 
Yas ve travmanın kesiştiği yerlerden biriside belki hepimizin yaşadığı olaylardan birileri olabilir bence…
 
Öncelikle, neden bunun hakkında bir yazı yazma gereği hissettiğimi açıklamak isterim. Ben bir yas uzmanı veya terapist değilim. Yasın ustalığını kabul ederek bu ustayla hürmetle ilişkilenmeye çalışan bir öğrenciyim (çırağım). Hevesim ve merakım dahilinde yas danışmanlığı okuyorum ama bunu da bir ‘’uzman’’ olmak için yapmıyorum. Çünkü, yas konusunda uzman olunabileceğine inanmıyorum. Okurken öğrendiklerimin beni, çevremdeki veya bana ulaşan insanların yas süreçlerine dair daha hassas bir insan ve yas eşlikçisi yapmasını diliyorum. Yas süreçlerinin sadece tıbbi bir işlem veya uzmanlık alanı olarak görülmesi kalbimi kırıyor. Yas her ne kadar kişisel olarak yaşansa da tarihte hiçbir zaman tek kişinin omuzuna yüklenmiş bir ağırlık olarak görülmemiş. Topluluklar tarafından paylaşılmış. Şu anda terapistlerin, danışmanların bir odada (veya ekranda) yapmaya çalıştığı şeyi daha önceleri bir köy dolusu insan yapıyormuş. Bu anlamda birbirimizi dinlemenin ve yas sürecinde herkesin kendi kaynaklarına ulaşabilmesine alan açacak şekilde birbirimizi desteklemenin gücüne her şeyden fazla inanıyorum.
 
Hayat hepimizin başına geliyor. Birbirimize alan tutarken o en dip kuyularda dolaşan arkadaşımızın & yakınımızın gözlerinin içine bakabilmekten ve onu olduğu haliyle görebilmekten bahsediyorum. *
Öyleyse bunları bilmek bizi nasıl etkileyecek? Yas sürecinde olan bir arkadaşımız & yakınımız bize gelip travmatik bir yas yaşadım demeyecek muhtemelen. Ne diyecek?
Hala uyuyamıyorum,
Hiçbir şey düşünemiyorum, hatırlayamıyorum veya planlayamıyorum,
Hiçbir şeye konsantre olamıyorum,
Sürekli endişeliyim,
Hiç kimseyle görüşmek istemiyorum,
Çok kırılgan & alıngan ve hemen sinirlenen bir haldeyim,
Sürekli o olayı düşünüyorum,
Hayatı çok anlamsız buluyorum.
 
Bunların birçoğu travmatik olmayan yas sürecinde de yaşanan şeyler elbette. Ancak travmatik yasta daha uzun bir süre bu halde kalınabiliyor veya Bessel’in dediği gibi o kişi için o olay geçmişte değil, içlerinde bıraktığı izlerden dolayı hala yaşanıyor. Beş duyumuz aracılığı ile algıladığımız bir kokuda, dokunduğumuz bir yerde, gördüğümüz bir şeyde tetiklenip hemen geri geliyor. Çünkü şu anda ve izleri hala burada.
 
Travmatik yasta karşımızdaki kişiye konuşmaya zorlamak, yukarıda bahsettiğim beynin bu etkilenen bölümleri sebebi ile travmayı canlandıran bir yerden etki edebiliyor. Yani istemeden o kişiye tekrar travmatize olabileceği bir alana itebiliyoruz. Aslında bu yazıyı yazmamın ana sebebi de bu diyebilirim. Dertleşmek, ‘’konuşursan rahatlarsın hadi bir dene’’ demek burada işe yaramıyor.
 
O halde davetimizi nasıl yapabiliriz, o kişiye daha güvenli bir alan nasıl tutabiliriz? İlk adım, hepimizin yapabileceği en kıymetli ve önemli ilk adım, o kişinin yanında, onu hiçbir şeye zorlamadan sessizlikle durabilmek. “Ben buradayım ve dilediğin kadar yanında konuşmadan durabilirim” demek. Adanmış bir sessizlik o kişinin en iyi yoldaşı olabiliyor. Unutmayın, burası sözcüklerin yetmediği ve kişinin sinir siteminin olayın etkilerini hala taşıdığı bir alan. Sözcüklerin ulaşamadığı alanlara öncelikle sessiz varlığımızla sokulabiliyoruz. Devamında eğer o kişinin de içinden gelirse ve sizin de bilginiz & deneyiminiz dahilinde ise somatik (bedensel) yöntemlerle yolculuğa devam etmek mümkün. Çok basit bir öneri, mesela o kişiye hangi şarkıların onun durumunu daha iyi anlattığını düşündüğünü sorabilirsiniz? Ve buluşmalarınızda o şarkıları dinleyerek, böylelikle sinir sistemini konuşarak zorlamadan, zaman geçirebilirsiniz. Yani özetle yukarıdan aşağıya değil (zihinden, mantıklı bir yerden yapılan konuşmayla değil), aşağıdan yukarıya (bedenin içinden, bedenin yol göstermesiyle) olan bir iletişim yöntemini takip edebilirsiniz.
 
Uzunca yazdım. Bu yazıyı okuduktan sonra aklınızda & kalbinizde nelerin kalmasını isterim? Yasın ve travmanın kesişebildiğini, travmanın beyninizin çalışma şeklini değiştirebildiğini, yasınıza & yaşadıklarınıza bir de bu gözle bakmanızı, yalnız olmadığınızı ve ikisinin bu ortak alanına öncelikle kutsal sessizlikle adım atabileceğimizi.
Her durum, konuşmakla hallolmuyor. Bırakalım sessizlik, bizi açık ve akıcı olduğumuz alanlara götürmek için elimizden tutsun.