Birkaç hafta önce yazdığım üzere, bir süreliğine yollardayım ve önceki akşam canım Aslıyı ziyarete geldim.
Birkaç hafta önce yazdığım üzere, bir süreliğine yollardayım ve önceki akşam canım Aslıyı ziyarete geldim. Gayet mütevazı, bir o kadar lezzetli yemeğimizi yedikten sonra upuzun ve çok keyifli bir sohbetin içinde bulduk kendimizi; çay ve atıştırmalıklar eşliğinde... Yatıp kalktık ve her şey yolundaydı; sabah uyanmamla evin kedisi Sofi’nin karnıma oturup mırıldayarak sevgisini benle paylaşması bir oldu. Sonra dünyada aralıksız bir şekilde çok sevip her gün aşırı keyif aldığım kahvaltı faslı... Üstelik Su da bize katıldı, onu görmek de çok güzeldi ve ayrıca soframız çok zengin, her şey çok lezzetliydi.
Uzun zamandır etmediğim şu terbiyesiz duanın içimde döndüğünü fark ettim: Allahım lütfen doymayayım! Bitmesin bu keyif... İnsanın kabul etmesinin hem epey zor olduğu hem de aslında onu son derece ferahlatacak bir şey zihnimde dönüyor dünden beri: Acziyeti...
Derken sonraki saatlerde içimde bir dalgalanma oldu ve birdenbire bir düşüşün içinde buldum kendimi. Baktım bir yerlere sığamıyor, ne yapacağımı bilemiyorum; kendimi dışarı attım ve yürümeye başladım. Köyün sokaklarından köy dışına çıkan yola, oradan da ağaçlı bölgeye doğru yürüdüm ve soba için biraz çalı çırpı topladım, sonra da orada duran bir taşın üstüne tünedim.
Bana ne olduğunu, bu iç sıkıntısının içime nasıl düştüğünü (yoksa ben miyim onun içine düşen?) anlamaya çalıştım. Kendimce birtakım çıkarımlarım oldu: 2,5 haftadır yolda ve kendi düzenimden mahrum olmak, bir önceki durağımda görünür olan bazı içsel süreçler, yer değiştirmenin ve bir süre daha değiştirecek olmanın verdiği yorgunluk, sıkkınlık ve hiçbir yere tam olarak yerleşemeyip çantada yaşamak (iş sadece az miktardaki kıyafetimin ve diğer eşyamın çantada olması olsa kolay; zor olan gördüklerimin, deneyimlediklerimin, gelen düşüncelerin, yani tüm zihnimin de manevi bir çantada olması ve bu sebeple yaşadıklarımı sindirmek ve kafayı derli toplu tutmak... Sahi ben iki yıla yakın göçebe olarak nasıl yaşadım yahu!)...
Galiba bunlardan da önemlisi, bu yolculuğu ne kadar yola çıkış niyetlerime uygun bir şekilde gerçekleştiriyor olduğumdan emin olamamam, niyetlerimi yaşama geçirme konusunda gelen yetersizlik, kararsızlık ve nasıl adım atacağımı bilememelerim neticesinde ortaya çıkan kaybolmuşluk da önemli bir rol oynadı. İşte tüm bunlar ve farkında olmadığım diğer etmenler ile birlikte girdim o düşüşe.
Acziyet! Her şey çok yolunda ve çok keyifli iken o veya bu oluyor ve bir anda tüm yaşamın içi boşalabiliyor, sönükleşebiliyor, hiçbir şeyin keyfi, anlamı kalmayabiliyor. Olan şey, zihnine üşüşen düşünceler de olabilir, gelen tatsız bir haber de, birinden duyuverdiğin bir cümle de... Tüm bunların arkasındaki ana sebep ise gezegenlerin gökyüzünde yeni bir dizime geçmeye karar vermeleri ve bunun bizim üzerimizdeki etkileri olabilir mesela.
Veya asla bilemeyeceğim bambaşka sebepler silsilesi var belki; ne malum mesela birtakım tanrıların birbirlerine güç gösterisi yapmak için kendilerince bir oyun oynamadıkları ve arada bizim kaynıyor olmadığımız...
Başka bir örnek, birkaç ay önce kulağım tıkandı ve kendiliğinden geçeceğine dair naif inancım sağ olsun, üç hafta kadar doktora gitmeden sol kulağım neredeyse hiç duymadan yaşadım ve sadece bir kulağımın duymamasının bile yaşamımı ne kadar değiştirdiğini gözlemledim. Müzik dinlerken, kasabaya inip alışveriş yaparken, katılmış olduğum eğitimde söylenenlerin hepsini duyamaz, anlayamazken... Tam da bu eğitim sırasında acziyetin idraki gelmişti zaten: bir miktar kir birikmesinin bir duyumda yarattığı tıkanma sonucunda yaşamı kavrama kanallarımın birinin tam olarak çalışmaması ve bunun çeşitli etkileri...
Ya da daha klasik bir örnek gelsin, bir sürü işle, şunla-bunla meşgul iken, belki çok keyifliyken, bir an’da dişin ağrımaya başlasın. Haydi bakalım, sıkıysa yaşama olduğu gibi devam et... Ya da biri bir an’da yaşamdaki temel yaralarından birini kaşıyıversin ve içinde bir an’da çığlıklar ortaya çıksın. Kal bakalım huzurlu halinin içinde...
Yani elbette ki yaşamda erişmemizin hayırlı olduğu yer, dış koşullardan mümkün mertebe münezzeh oluşumuz ve zihinsel, ruhsal ya da fiziksel zorlanmalar* ortaya çıktığında bunları sakin ve huzurlu bir yerden karşılayabilmemiz. Bu serüvenin en temel dersi bu belki de. Yani ben olarak bu konuda epey yol aldığımı düşünüyorum fakat kendimi bu şekilde görsem bile, yine de engelleyemediğim durumlar, beni bir anda tepetaklak edecek içsel/dışsal süreçler olabiliyor işte.
İşte buna acizlik diyorum ve her ortaya çıkışında hem zorlanıyor hem de kendime bakma, kendimle bir nebze daha hemhâl olma ve kendimi bilme yolculuğuma hizmet ettiği için şükrediyorum. Bir de en başta söylediğim gibi, ferahlık da veriyor bu.
Her şeyi taşımamın gerekmediğini ve zaten taşıyamayacağımı, her şeyi kontrol etmenin, her şeyi planlamanın ne kadar namümkün olduğunu da hatırlatıyor çünkü. Kendimi fazla ciddiye almamın gereksizliğini de göz önüne seriyor. (Ciddiyet demişken, geçenlerde yazdığım yazıya selam etmeden geçemeyeceğim. Dileyenler baksın...)
O zaman yaşasın acziyetimiz!
Tabii burada paylaştıklarım nispeten küçük örnekler. Bunun ölümü var, büyük hastalıkları var, sevip kavuşamaması var, çok büyük çevresel felaketler çağında yaşıyor olması var...
Bunlar karşısında çoğunlukla hepten aciz değil miyiz?