Bu olayların haberi, Kerkük civarındaki diğer Türkmen aşiretlere de ulaştı.
Haberler nedeniyle infiale kapılan Türkmenler, soydaşlarının intikamını almak için Kerkük’e hareket etmeye başladılar. Olayların daha da büyümesinden çekinen İngiliz Yüksek Komiseri, aşiretlerden önce kente varıp durumu sakinleştirmeye çalıştı ve Asurî askerlerini Süleymaniye ile Kerkük arasında bulunan Çemçamal diye bilinen bölgeye gönderdi . Bu şekilde sakinleşen olay sonucunda Türkmen kaynaklara göre yaklaşık 200 kişinin öldüğü iddia edilmiştir. Resmi kaynaklara göre ise 56 kişinin öldüğü ve 44 kişinin ise yaralandığı açıklanmıştır. Ölüler arasında 8 Kerküklü Hristiyan’ın ve 6 Asuri askerin de olduğu tespit edilmişti. Olaydan iki yıl sonra İngilizler, Irak Hükümeti’nden, katliamdan dolayı hüküm giymiş Asurî askerinin serbest bırakılmalarını istedi. İngilizler çok garip bir savunmayla bu askerlerin yabancı olduklarını, Türkiye ve İran’da baskı gördüklerinden buraya geldikleri gibi mazeretler öne sürerek onları savundu. Bu garip mazeretler karşısında ikna olan Irak Hükümeti 29 Haziran 1926’da Asuri askerlerini serbest bıraktı (Samancı, 1999: 143). Kerkük Katliamı’nın gerçekleştiği dönem incelendiğinde görülecektir ki Kerkük Katliamı birçok yönden önemli gelişmelerin yaşandığı bir sırada meydana gelmiştir. Bu durum olayın zamanlamasında gizli ellerin bir parmağının olduğu şüphesini akla getirmektedir. Zira olay, hem Irak Meclisi’nde Kerküklü Türkmen Milletvekillerinin Musul sorununun bir çözüme bağlanmadığı gerekçesiyle kabul etmemekte direnç gösterdikleri Irak-İngiliz Antlaşması’nın tartışıldığı bir zamanda hem de yukarıda Musul meselesi bahsinde değindiğimiz 19 Mayıs 1924’te İstanbul’da yapılması düşünülen ve Kerkük için önem araz eden, Haliç Konferansı’nın arifesinde meydana gelmiştir. Bu bakımdan Mahir Nakib’in “Bu olay Türkmenlere uygulanan ilk katliam olması hasebiyle önemlidir. Belki planlı bir katliam değildir. Ama zarar görenlerin ve olayda ölenlerin büyük bir kısmının Türkmen olması kayda değer bir hadisedir ifadesinde de yer bulduğu gibi bu katliamın önceden planlı bir eylem olabileceği şüphesini her zaman zihinlerde saklı tutmuştur.
Gavurbağı Katliamı (1946)
Kerkük ve Türkmenler 1930-1941 yılları arasında sistemli bir asimilasyona maruz kalmıştı. Bu yok etme politikaları Kerkük’te Türkmenler nezdinde en üst düzey memurlardan bütün Türkmen toplumunu içine alan geniş bir kitleyi hedef almıştı. Süreç içinde bu yıldırma hareketleri toplu katliamlara da neden oldu. İngilizler savaş sonucunda küresel hâkimiyetlerini kaybetmişler dünya siyasetinde ikinci plana düşmüşlerdi. Bu durum İngilizlerin ekonomik bakımdan da yara almasına neden oldu. Nuri Said üzerinden Irak’ta devam eden siyasi nüfuzları savaş yıllarında kötüleşen ekonomileri için bir çıkış noktası oldu. Kerkük’te 1927 yılında kurdukları Petrol şirketi bu anlamda değer kazandı. Artan petrol ihtiyacı sebebiyle İngilizler, Kerkük’teki petrol kuyularını olabildiğince çok çalıştırmak zorundaydı. Savaş boyunca devam eden bu politika sonucunda, Kerkük Petrol Şirketi’nde şartlar ağırlaştı ve işçilere yapılan haksızlıklar arttı. Kerkük Petrol şirketinde çalışan toplam 5000 kişinin çoğunluğunu Türkmen memur ve işçiler oluşturuyordu. İşçiler yapılan haksızlıkların artması nedeniyle 13 Haziran 1946’da şirket müdürüne kendi haklarını savunmaları için bir heyet gönderdi. Şirket yetkilileri işçilerin taleplerini karşılama sözü verdi. İşçiler, sağlıklı konutların yapılmasını veya bu olmuyorsa konut ödemesinin yapılmasını, işsizlik, yaşlılık ve malullüğe karşı sosyal sigortanın bağlanmasını, günlük asgari ücretin 250 Irak filis olarak tespit edilmesini ve 170 filis pahalılık yan ödemesinin yapılmasını, iş yerlerine gidiş-geliş için ulaşım servisinin temini, şirket işçilerine tıpkı Hayfa’daki gibi yılda 72 gün bazında savaş riski yan ödemesi yapılması ve şirketin gerekçesiz işten çıkarma ve sendika çalışmalarına karşı olan eylemlerine son vermesi gibi birçok konuda taleplerini ifade ettiler (Hürmüzlü, 2006: 92-93). Taleplerinin karşılanmadığını gören işçiler 4 Temmuz günü greve başladılar. Şirket yönetiminin ısrarı üzerine greve ön ayak olan işçiler tutuklandı. Fakat olaylar 57 yatışacağına daha da büyüdü. İşçiler her gün bir Türkmen Mahallesi olan Gavurbağı’nda ki kahvelerde toplanarak gösteriler düzenlediler. Polis 12 Temmuz günü bütün Gavurbağı mahallesini kuşattı ve kahvelerde oturanları tutuklamaya başladılar. Bu durum işçilerin tepkisine yol açınca polis silaha başvurdu. Neticede 20’ ye yakın işçinin ölümüne ve yüzlercesinin de yaralanmasıyla olay sonuçlandı. Olayın ertesi günü ölenlerin ve yaralıların yakınları Kerkük sokaklarında olayı protesto eden gösteriler düzenlediler. Gösteriler, Irak kamuoyu üzerinde de etkisini gösterdi ve akabinde bir soruşturma komisyonu tertip edildi. Soruşturma Komisyonun elde ettiği veriler şunlardı:
1) Greve katılan işçiler saldırgan değil, uysalca hareket etmişlerdi.
2) Polis bu toplantının yerini ve zamanını biliyordu ve göstericiler kontrol altındaydı. Olayların yaşandığı gün her hangi bir taşkınlık olmamıştı.
3) İşçilerin hepsi silahsızdı
Bu rapor işçilerin normal grev haklarını yasal çerçeveler içerisinde kullanmalarına rağmen sebepsiz yere bir katliama maruz kaldıklarını göstermektedir. İngilizler yaşanan olayların provokatörler tarafından tertiplendiğini ifade ettiler. Hükümet çevreleri ise bu olayların arkasında komünist güçler ve Kerkük dışından kışkırtmacıların parmağının olduğunu söylediler. Bu iddiayı güçlendiren durum ise Siyonizm’le mücadele ekibi adlı örgütün Abdulcebbar el-Züheyri adındaki üyesini Kerkük’e göndermesidir. İddiaya göre; Abdulcebbar el-Züheyri burada el-Fecr’ül Cedid adında bir kitabevi açmış ve işçilerin arasına girerek onların tahrik edilmesinde önemli bir rol oynamıştı.”
Kerkük ve Kerkük’te Türkmenlere yapılan katliamlar-3
Kerkük Katliamı (1959)
“Kraliyet rejimini deviren darbenin, birinci yıl dönümü münasebetiyle 14 Temmuz 1959’da Kerkük halkı da kutlama hazırlıkları içindeydi. Hava çok sıcak olduğu için resmi geçidin saat 18.00’de başlaması kararı alındı. İki resmi geçit meydana gelmişti.
Bunlardan birinci resmi geçit Türkmen bürokratlar ve Türkmenlere ait mesleki sendikalar bünyesinde doktorlar, avukatlar, memurlar, işçiler ve çoğunluğu Türkmenlerden oluşan halktı.
Bununla beraber diğer bir resmi geçit ise hazırlık içindeydi.
Bu resmi geçit, Belediye Başkanı Maruf Berzenci ve komünist olan resmi yöneticiler, İleri Gençlik, Barış Severler, Devrimci Öğretmenler ve Halk Mukavemet Teşkilatı gibi komünist kuruluşlar ve yüzlerce militandan oluşan bir topluluktu.
Kutlamanın daha ilk zamanlarında güzergâh meselesi yüzünden bir gerginlik meydana geldi. Komünist örgütler ısrarla Türkmenlerin kalabalık alışveriş merkezi olan Memlüciye Pazarı’ndan geçmek istedi. Fakat Türkmenler buna karşı çıkınca, İkinci Tümen Komutan Yardımcısının direktifi üzerine komünistlerden oluşan ikinci geçit alayının, Kerkük’ün ana caddelerinden olan ve yine Türkmenlerin yoğun olduğu Atlas Caddesi’nden geçmesi kararlaştırıldı. Fakat ikinci geçit alayı Atlas Caddesi’nden geçerken içlerindeki Kürt komünist militanlar, Türkmen kahvehanelerin önünde Türkmenleri hedef alan gericilik, Turancılık ve faşistlik gibi suçlamalar içeren sloganlar attı. Buradan hareket eden konvoy Türkmenlerin çoğunlukla oturduğu 15 Temmuz Kahvesi’nin önüne gelince silah sesi duyuldu. Bu olay ile birlikte Türkmenlerle Kürt ve Komünist militanlar arasında üç gün üç gece sürecek olan olaylar. Ateş sesinden sonra büyük bir panik yaşandı ve otomatik silahların ateşlenmesi ile halk sağa sola kaçışmaya başladı. Militanların hedefi 14 Temmuz Kahvesi ve buranın sahibi olan Osman Hıdır oldu. Bu kahveyi talan eden militanlar, Osman Hıdır’ı ayaklarına ip bağlayarak motorlu araçlarla ölünceye kadar yerlerde sürüklediler. Bu olaydan sonra şehrin her yerinde olaylar büyüdü. İkinci Tümene bağlı askerler ile Halk Mukavemet Teşkilatı, Demokrat Gençler ve Çiftçi Derneğine mensup gruplar Kerkük’te her yerde Türkmenlere saldırıda bulundu. Bu gruplar Türkmenlerin mağaza, depo ve evlerini basıp tahrip ettiler ve mallarını yağmaladılar. Yağmalamalar devam ederken Halk Mukavemet Teşkilatı’na mensup militanlar silahlanmak için Kerkük Polis Müdürlüğü’ne saldırdı fakat müdürlüğün direnişi nedeniyle buradaki silahları ele geçiremediler. Bu arada İkinci Tümen Komutanlığı şehirde sokağa çıkma yasağı ilan etti. Sokağa çıkma yasağına rağmen militan gruplar Vatansever Cephesi adı altında bir bildiri yayınladı ve bütün mensuplarına seferberlik çağrısında bulundular . Gece geç saatlere kadar süren kargaşa, ikinci günün sabahında tekrar başladı. İkinci Tümen tarafından silahlandırılan Halk Mukavemet Ordusu militanları Türkmenlere saldırmaya başladı. İkinci Tümen Komutanlığı şehirde asayişi sağlamak için Dördüncü Tugaya yetki vermiş fakat bu tugaya bağlı askerler de tam tersi Halk Mukavemet Teşkilatı ile birlikte hareket ederek Türkmenlere saldırıda bulundular. Bu sırada yakalanan Türkmen ileri gelenleri, İkinci Tümen Komutanlığınca istendikleri bahanesiyle Kerkük Kışlası’na götürülerek, burada kurulan sözde halk mahkemesi tarafından yargılanıp idam edildiler. İmam Kasım Polis Merkezi’ne saldırıp bu sefer buradaki silahları yağmalamayı başaran militanlar, Türkmenlerin olduğu evleri basıp onlardan bazılarını kaçırdılar. Bazılarını da hemen oracıkta aileleri önünde katlettiler. Katliam sürerken 67 Türkmenlere ait mağaza, dükkân, ev ve depolar yağmalandı. Yağmalamaya katılmak için Kerkük dışından birçok eylemci geldi. Atlas ve Alemeyn Sinemaları başta olmak üzere tüm sinema binaları havan toplarıyla çökertildi. Şehir ablukaya alındı ve tüm girişler ve çıkışlar yasaklanarak dışarıdan gelebilecek yardımlar engellendi. Fakat bu ablukayı yarmayı başaran Albay Abdullah Abdurrahman Bağdat’a giderek durumu Abdülkerim Kasım’a anlattı. Kasım, bir piyade alayını ancak katliamın üçüncü gününün sonunda gönderebildi. Bağdat’tan gönderilen askeri birlikler Kerkük’e girip çoğu Kürtlerden oluşan Dördüncü Tugay askerlerinin silahlarına el koydu.
Fakat iş işten geçmişti. Katliamcılar zaten hedeflerine ulaşmıştı. Resmi rakamlara göre 25 şehit ve 130 yaralı vardı.DEVAMI YARIN...