İstanbul şehri Dönmüş platoya....


 Kötü bir senaryoyu,
 Sarhoş bir yönetmen 
 Filme mi çekiyor?...
 Rolde dağılım mı çok bozuk?
 Zenginler mi kopuk senaryodan?
 Yoksulluk sadece filimde mi?
 Yoksa, gerçek hayatta da
Yoksul mu figüran?...   
 Ölüm bile adil değildi.
Ne günlerdi?
Ne güzel günlerdi
Çocukluk yıllarımız.
Yoksulluk
Her anımıza hükmetse de
Zerre kadar fark etmezdik eksikliğimizi.
Yamalı pantolon,
Kara lastik ,
Parçalanmış meşin top peşinde
Günde bir kere dahi araba geçmeyen toprak yollarda,
Kan ter içinde
Oyundan oyuna,
Hayalden hayale geçerdik…
Masallarımızda
Zulme isyan,
Yoksulluğa direniş,
Geleceğe dair
Ütopyalarımız vardı.
Dünyanın günah sarmalında
Anadan babadan
Atadan kalma
Gırtlağımıza kadar namus timsaliydik.
Yazlık sinemalarda  efsunlanırdık.
Bazen Battalgazi
Bazen Köroğlu olurduk.
Mesela kırık misketlerimiz  değerliydi.
Dalyalar, topaçlar, çelik çomak,
Ve daha nice oyunlarımız olsa da
Ellerimizle yaptığımız çıtalı uçurtmalarımıza
Yüreğimizi yüklerdik.
Uçura uçura koşardık
Tarlalarda.
Kırda bayırda aç kalmazdık.
Sarıçiğdem kökü, madımak, dede sakalı,
Ağaçların sakızları ağzımızın değişmez tadıydı.
Baharı çok,
Ama çok severdik.
Dereler gürül gürül berrak akardı
Kana kana içerdik sularından.
Ta ki yüksek katlı binalar yapılana dek.
Çeşmelerimiz yoktu evlerimizde
Kuyulardan çekerdik suyu.
Bir komşumuz,muhakkak bir şeyi en iyi yapardı.
Rimel ruj fondöteni kim biliyordu ki?
Mesela Zehra teyze
En güzel makyajı yapar
Saçını tarayarak hazırlardı
Gelinlik kızları...
Bir amcamız duvar ustası,
Diğeri dülgerdi.
Kalanımızın alayı amale.
Bir gecede ne evler yapılırdı bir bilseniz?
Üç günde gelinirdi taa Yozgatt'an Tokat’tan Ankara’ya.
Garibin evi  gelmeden bitiverirdi.
Çünkü
Köylere çökmüş fukaralıktan kaçışın
Kurtuluşun yolu göçtü.
Köylerimiz mahalle olmuştu.
Büyük şehirlerde
Hepimiz birbirimize benzedik.
Yoksullukta eşit.
Soğukta sıcakta ayazda eşit.
Kömür kokulu semtlerin yamalı mintanlı, kara lastikli çocuklarıydık.
Her evden en az beş çocuk çıkardı.
Soğuk algınlığında ispirtolu gazete, acılı sıcak turşu,
Ya da nazara okunan birkaç dua.
Doktor yüzü görmeden büyüdük.
Kurşun döktüler tepemizden aşağı da
Kem gözlerden kurtulduk.
Bir yaşlı kadın yardım etmiştir analarımızın doğumuna.
Anamız
Garip anamız.
Hamile imiş,
Kucağında bebe varmış  kimin umurunda?
Bebeler her öğün yemek ister.
Elde yok avuçta yok.
Köyden gelen keş ayran edilir.
Kavut, helle pişirilir.
Patates soğan yazdan gömülür.
Çökelekler küplerde kışa hazır edilir.
Et nerede?
Gücü yeten tuzlar kuruturdu
Ama onca yoksullukta
Hep gülümserdik.
Yazın ayrı bir mutluluk kışın ayrı.
Beş basamaklı tahta merdivenle
On çocuk akşama kadar kayardık bayır aşağı
Okul kapanınca mısır nohut
Omuzda boya sandığı
Pazardan çuvalla yiyecek alırdık.
Gidin sorun
Cami minaresinin taşlarında çocukların emeği vardır.
Binası yıkılsa da Dikmen Vadisinde kendisi hala durur dimdik ayakta.
O minarede
Ne ezanlar okundu
Ne salalar verildi,
Ne çok bayram namazları kılındı  o camide bir bilseniz?
Geleneklerimiz vardı köyden gelme.
Bir ölümden sonra
Beş on gün radyo televizyon açılmaz yasa girilirdi.
Cenaze  evine tencere tabak yemek götürülürdü.
Her iş imece ve dayanışma içinde giderdi.
Okulumuz vardı taştan.
Kitap defter nerede?
Sarı yaparak defterler,
Kardeşten miras kitaplar.
Siyah önlükler içinde
Evimizden birkaç kilometre uzaktaki.
Okula yürürdük.
Hiç hatırlamam
Yağmur kar fırtına oldu diye okulumuzun tatil edildiğini,
Annemizin bizi okul kapısında beklediğini.
Amerikan işi süttozu ve garip bir yağ dağıtılırdı
Okullar tam gündü,
Cumartesi okul vardı yarım gün.
Her öğlen birimizin ailesi bir şeyler hazırlar getirirdi.
Aynı şeyi yerdik.
Baharda okulca pikniğe giderdik.
Hepimiz birbirimize öyle benzedik ki,
Dünyayı bizim gibilerden ibaret bilirdik.
Meclisin hemen yanı başında
Senelerce çamur toprak yollarda yürüdük.
Seçimden seçime hatırlanırdık.
Ecevit vardı.
Demirel vardı.
Erbakan Türkeş vardı.
Kurtarılmış mahallelerde
Yoksulun çocukları birbirini vururdu.
Hep yoksulun çocukları anarşist olurdu.
Anarşistler hep bizim mahallelerde büyürdü.
Anarşisti kovalayan polis mahallemizden komşumuzdu.
Birimizin kardeşi başçavuş olmuştu.
Liseyi bitirmişler alim görülürdü...
Şimdi hepimiz büyüdük.
Unuttuk her şeyi.
Daha eskimeden yenisini,
Daha tükenmeden tazesini alır olduk.
Bir bela musallat oldu ülkemize
Bir gaflet uykusuna daldık
Din adamı kılıklı azılı hırsız
Emeklerini çaldı çocuklarımızın.
Devletimiz düştü.
Subaylarımız mürit oldu da kendi meclisini vurdu.
Umursamazlıkla
Paramparça dağıldık.
Yoksulu karşı mahallede
Zengini lüks sitelerde
Bölük bölük bölündük.
Sanal alemde  binlerce arkadaşımız,
Gülücük saçan resimlerimiz,
Borç üstüne borçla
Bankalara bağlandık.
Patron denen mahlukat
Aç gözlü lükse düşkün benliğimizdi.
Çağdaş kölelere döndük.
Siyasetçinin yardakçıları,
Her devrin adamıydı.
Bilim insanımız,
Aydınımız
Sanatçımız güçlünün yanında burjuvalaştı.
Öleni ,
Sömürüleni,
Cepheye sürüleni ,
Teröristi
Anarşisti,
Çaresizlik içinde kıvrananı
Her devrin fukarasının çocuklarıydı.
Fukaralıktan kurtulmuş soytarı zenginler
Hem devletin
Hem de gençliğin geleceğini çalmaktan geri kalmadı.
Dünya değişti.
Din adamı değişti.
İş adamı, asker değişti.
Polis,  yargı
Hukuk adalet değişti.
Bir tek değişmeyen ölümdü.
Ölüm bile adil değildi.