AKP iktidarı, büyük bir ustalıkla Türkiye’de her türden siyasetçiyi tükenmişliğe sürüklenmiştir.
Türk siyaseti, adeta tükenmişlik sendromu yaşamaktadır.
Türkiye’de her yere kilit vuran Erdoğan ve çevresinin karşında duracak ne bir devlet kurumu ne bir yargı ne de Erdoğan ve çevresinin ürettiği siyasi ve ekonomik sorunları sorgulayacak, kendine yeni bir siyasal yol açacak muhalif bir siyaset kendine yaşam ve etki alanı bulamamıştır.
Muhalefetin seçmenlerden aldığı oy, muhalefet partilerin kurumsal başarılarından değil, AKP’den rahatsız olan halk yığınlarının çaresizliğinin eseridir.
Muhalefet partileri ve özellikle de muhalefetin doğal güçlü partisi CHP, kendi çelişkili ve muğlak siyaset anlayışı nedeniyle Erdoğan ve ekibi karşında 20 yıldır adeta başarılı olamamak için büyük bir gayret sarf etmektedir.
Çünkü CHP, Kemal Kılıçdaroğlu ve dar kadrosunca NEO-CHP’ye dönüşmüştür.
NEO-CHP kendi örgütsel yapısı içindeki siyasal gettoların çıkarlarına uygun olarak siyaset üretirken, asla ve asla Türk toplumunun ulusal meselelerine sahip çıkmamış, AKP’yi alaşağı edecek siyasal çözümler üretememiştir.
Kılıçdaroğlu ve ekibinin şekil verdiği NEO-CHP’nin memleket meselelerine bakışı hep aynı eksende, Türk Milletinin hassasiyetlerinden uzak, küçük grupların siyasal ve ekonomik çıkarlarına odaklanarak, parti içi çıkar gruplarının sosyal dünyasında siyaset yaparken “Türk Milletine” cambaza bak oyunu izletmişlerdir.
NEO-CHP’nin Türk milletinin milli meselelerine mesafeli durmasının altında yatan ana neden; kimi HDP ve PKK, kimi dinci cemaatçi yapıların ve diğer anti millici marjinal grupların diasporasının parti içindeki temsilcilerinin etkisi altında kalmasından öte bir şey değildir.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun kapalı kapılar ardındaki pazarlıkları, Türkiye’yi bizzat çıkmaza sürükleyen siyaset anlayışıdır. Ne yazık ki bu anlayış Türkiye’ye ve Türk Milletine en büyük kötülüğü yapmıştır.
İşte bunun ispatı olarak, Ekmeleddin İhsanoğlu vakıası, Ümit Özdağ’ın açıklamaları, Meral Akşener’e söylediği Abdullah Gül’ü cumhurbaşkanı adayı ilan etme sevdaları, AKP çıktısı partileri “taşıyıcı anne” rolü meclise taşıması, her seçim öncesi mesela Sezgin Tanrıkulu gibi zoraki CHP’lilerin absürt açıklamalarını sayabiliriz.
NEO-CHP’de bulunan gerçek manadaki Atatürkçüler derhal NEO-CHP’yi Atatürk’ün CHP’si haline getirmek için harekete geçmesi gerekmektedir. Eğer bunu başarmaya güçleri yetmiyorsa Atatürkçü ve ulusalcı kitleyi ayağa kaldıracak siyasi söylemlerle ortaya çıkmaları gerekir.
İletişim çağının internet dünyasında her şey çok hızlı tüketilmektedir.
Muhalefet partilerinin yeni şeyler söylemesi lazımdır.
Muhalif siyasetçilerinin ülke meselelerine yeni yeni çareler buluğ çözümler üretmesi gerekir.
Çünkü siyaset sadece laf ebeliği değildir.
Ona buna okkalı laf yetiştirmek değildir.
Birkaç zamandır İYİ Parti Meral Akşener’in öncülüğünde biraz biraz kıpırdanmalar göstermektedir ancak her kıpırdanma sonrasında bir adım geri çekilmektedir.
İYİ Parti içerindeki iyi ve kibar insanların, kibar kibar siyaset yürütmeyi iyi siyaset yapmak olarak algılamaları İYİ Parti’ye bir mehteran yürüyüşü yaptırmaktadır.
O kişiler şunun farkında olmalıdır. İYİ Parti Genel Başkanı oldukça güçlü söylemlerle Türkiye’yi sarıp sarmalayan AKP ve CHP hegemonyasını kırmaya çalışmaktadır. Meral Akşener’in siyasetine ya ayak uydurmalılar, ayak uyduramıyorlarsa kenara çekilmelidirler.
İYİ Partililer için esas mesele şu olmalıdır.
İYİ Parti artık tek başına özgür siyasetini mi üretecektir? Yoksa CHP’nin koltuk değneği olarak kalmaya devam mı edecektir?
Ülkeyi yönetmek, Türkiye’de siyaset yapmak güçlü karakterler gerektiren bir iştir.
Bugün böyle, yarın şöyle anlayışıyla yalpalayarak siyaset yürütmek hiç de sağlıklı ve halka güven verici işler değildir.
Partilerin yalpalamasının en büyük nedeni oy kaygısı ve yerel ve genel siyasetçilerin kalibresidir.
Siyasi partiler, parti içinde belli mevkilere gelmiş veya getirilmiş takım oyunundan bihaber, kurumsal zekaya sahip olmayan fakat kendi küçük makam ve çıkarları için teşkilatları baskılayan, ayrıştıran her seviyedeki figürlere dikkat etmelidirler.
Çünkü yerel siyaset sahnesinde boy gösterenler üç aşağı beş yukarı aynı insanlardır. Bu insanlar kolayca o partiden bu partiye geçerek piyasa yapmaktadırlar.
Onlarca yıldır izlediğim, içinde bulunduğum siyasetle ilgili hüküm verebilirim ki; Türkiye’de siyaset kurumsal bir anlayışla yapılmamakta ve toplumsal çıkarlar üzerinde yürümemektedir.
Türkiye’de siyaset; cebinde üç beş kuruşu olan, parası olduğu içinde her haltı bildiğini sanan çıkarcılar üzerinden yürümektedir.
Türk siyasetinde parayı veren düdüğü çalmaktadır.
Mütevazılık ve uzlaşı ne yazık ki geçer akçe değildir.
Muhalefet partilerinin deve kuşu gibi kafayı kuma sokarak sorunlarından kurtulmaları mümkün değildir
Çıkarlar üzerinden çözümsüzlüğe yürüyen Türk siyasetinde, siyasilerin tükenmişlik sendromu yaşamaktadır.