Birkaç gündür akademik sosyoloji okumalarıma ve zorunlu olarak siyasi çalışmalarıma şimdilik ara verince, uzmanlık alanlarımdan biri olan Yaşam Koçluğu üzerine okumalara başladım.
Aslında sosyal bilimlerin tamamı insanın bireysel ve toplumsal yaşamıyla ilgilidir.
Özelde ise psikoloji bireylerle, sosyoloji toplumsalla ilgilenir.
Gestalt kurmamı diye bir kuram var.
Bu kurama göre; “Bir bütün, parçaların toplamından farklı bir anlam ifade eder.”
Yani sosyolojik manada bir toplum, bireylerin toplamından farklı bir anlam ifade eder.
Daha da anlaşılır kılmak için şöyle bir örneği vermek isterim.
Bir araba düşünün. Yedek parçacıya gittiniz raflarda duran arabaya ait lastik, jant, vites kolu, ayna, motor, kablolar, radyatör fren balatası gibi onlarca yüzlerce parçayı satın aldınız ve bu parçaları pazıl gibi birleştirerek bir otomobil ürettiniz. Yani tüm parçalar birleşince ortaya bir araba çıktı. Araba dediğimi şey esasında yedek parçalarının toplamından başka bir şey değildir.
İşte toplumda böyle bir şeydir. Ahmetler, Mehmetler, Aliler Hasanlar Ayşeler Yelizler, Melikeler vs.’ler derken hepsi birlikte, belli bir alan içinde yaşayarak kendi toplumlarını oluşturdular. Ama o toplum ne Ayşe’dir ne de Hasan’dır veya neden bir başkasıdır.
Herkes kendi vatanında kendine has kültürler yaşar ve kendine has gelenekler oluşturur.
Ama bazen bu toplumsalda travmalar yaşanır ve toplum derinden derine sarsılmaya başlar.
İşte şimdilerde Türkiye’de durum aynen böyledir.
Türk Milletinin birlik ve beraberliği hızla sarsılmakta ve toplum bilerek veya bilmeyerek başka mecralara doğru sürüklenmektedir.
Daha yakın zamana kadar az çok biz bize yaşarken, AKP’nin yanlış politikaları ile ülkemiz adeta yasal veya gayri yasal göçmenler ülkesine dönüştürülmüştür.
Hatta bu göçmenler “yağız hırsız ev sahibini bastırır” misali çoğu yerde Türk vatandaşlarını baskılamaya başlardır.
Şahsen AKP ve MHP’nin niçin böyle bir göçmen politikasına yol verdiğini de açıkçası anlayamıyorum.
Aslında bal gibi anlıyorum ama anlasam ne olur anlamsam ne olur?
Memleketimin insanlarının yaşam enerjisi yok olup gitmektedir.
Artık insanlarımız kendi vatanlarında sahipsiz kaldıklarını düşünmeye başladı. Hatta vatanlarının kendilerine yabancılaşmaya başladığını görüyorlar.
Kiminle konuşsam, devletin günden güne kendilerinde uzaklaştığını, adeta Kaf dağının arkasındaymış hissiyatını verdiğini söylüyor.
İşte bu demoralize hayat içerinde insanlarımız negatif enerji ile yüklenip, hayatlarını zindana çeviriyor.
Oysaki mutlu ve huzurlu yaşamak için çözüm odaklı düşünmek ve pozitif enerjili yaşamak gerekir.
Pozitif enerji, insanın mutluluk kaynağıdır.
Pozitif enerjili insan, hayatı olumlayarak algılar.
Pozitif düşünceli insan, kendi sorunlarına kendisi çare bulan insandır.
Pozitif insanlar, adil bir devlet düzeninde, fırsat eşitliğinin olduğu bir toplumda yaşamak isterler.
Bugün için birçok insan kişisel ve ailevi sorunlarına çare bulamadıkları için psikiyatristlere, psikologlara, aile danışmanlarına ve terapistlere gitmeye ihtiyaç duymakta ve o uzmanların kendilerine yol göstermesini istemektedir.
Biz sosyologlar genel de bireyden çok toplumun bütününe bakarak toplumsal rahatsızlıkları tespite çalışırız. Bireylerin psikolojik sorunların oldukça kısa sürede tedavi edilme veya hafifletme olanağı varken, toplumsal sorunların çözümü pekte kolay değildir ve kolay kolay kısa sürede çözülmez de.
Bugün yaşadığımız her sorunun sebebi daha önceki yaşadığımız olayların sonucudur.
Bugün yaşadıklarımızda gelecek yıllarda yaşayacağımız sorunun sebebi olacaktır.
Sosyologların toplumsal tanılarına göre politika üretmek genelde yönetenleri ve siyasileri paniğe sürükler.
Çünkü sosyologların düşünme tarzlarında düşünceye yasak yoktur. Sosyologlar için düşünürken ve çözüm üretirken yasaklar yasaktır.
Unutulmamalıdır ki; sorunları çözülmüş insanlar ve toplumlar hayata pozitif ve insancıl bakarlar.
Toplumun pozitif düşünceli insanlardan oluşması için devletin adil, eğitimin modern ve çağdaş, çekirdek ailelerin refahının yerinde olması gerekir.
Çünkü fertlerin kendi yeteneklerini sergileyebilmesi için toplumsal ve çevresel olanaklara sahip olması gerekir.
Günümüz Türkiye toplumunda yaşanan bütün sosyolojik ve psikolojik sorunların temelinde ekonomik umutsuzluk yatmaktadır.
Ailesini yeterince geçindiremeyen anne ve babalar hayata nasıl pozitif bakabilir ki?
Liyakatin ve adaletin rafa kaldırıldığı bir yapıda insanlar pozitif düşünebilir mi?
Elbette ki düşünemz.
Günümüz Türkiye’sinde bir yanda anormal düzeyde para kazanıp döke saça harcayan mutlu azınlıklar yaşarken, diğer yanda da günden güne hayat standardı düşen, asgari gelir seviyesinde eşitlenen büyük bir halk yığınlarının mutsuzluğa ve umutsuzluğa mahkum yaşamları ı vardır.
Türkiye’de mafya hareketlerinin, fuhuşun, hırsızlığın, cinayetlerin, gasp olaylarının, uyuşturucunun çoğalması tesadüfi değildir. Türk toplumu, siyasetin ve siyasallaştırılan adaletin laçkalığından sosyolojik anomiler yaşamaya başlamıştır.
Çünkü artık Türk halkı yavaş yavaş şöyle düşünmeye başlamıştır;
Devlet yasal veya gayri yasal göçmenlere daha fazla şefkat göstermektedir.
Yöneticileri lüks ve saltanat içerinde vurdum duymaz yaşarken, devleti günden güne sarıp sarmalaya başlayan cemaat ve tarikatlar yavaştan yavaştan topluma Afganistan veya geri kalmış Müslüman ülkeler kalitesinde yaşam tarzını dayatmaya başlamışlardır.
İktidar, devlet dairelerine eleman alırken kendi yandaşlarını kollamaktadır.
Siyasetin ve tarikatların sızmadığı, eğitiminden, adalete, askeriyesinden sağlığına kadar yer kalmamıştır.
Hükumetin yanlış politikaları ve serbest piyasanın aç gözlülüğü nedeniyle hayatın pahalanmış, zenginin daha zengin fakirse daha fakir hale gelmiştir.
Muhalefet partilerinin ise iktidardan beterdir. Muhalefet parti yöneticileri tuzları kuru olarak kendi aralarında siyasetçilik oyunu oynayarak vakit geçirmektedirler.
Sorunlarımız çözüme kavuşturulacağına daha da katmerleşerek artmakta, Türkiye’de insanca yaşamak gün geçtikçe zorlaşmaktadır.
Sonuç olarak;
Türk toplumu ciddi olarak anomik bir travmaya sürüklenmekte ve her vatandaşımız halledilemeyen sorunları nedeniyle geleceğine kaygı ve umutsuzluk içerinde bakmaktadır
Hatta öyle ki her Türk vatandaşı yavaş yavaş devletine, ülkesine ve millete bağlılıktan ve aidiyet duymaktan uzaklaşmaktadır.
Bu durumun birinci müsebbibi iktidarsa ikinci müsebbibi muhalefet partileridir. Üçüncüsü ise siyasete yenik düşen devlet makamlarıdır, yasama, yargı erkidir.