Sayfamıza konuk ettiğim iki kıymetli isimden, 8 Mart’a özel anlatımlar geldi..
Mesleki büyüklerimden, Ali Kayadibi, benim tabirimle; ‘adamın dibi’ Bir de, Mehmet ağabey.. Taa Kayseri’ den ses vermiş, güne özel olarak..
Önce, Kayseri’den yükselen sese kulak vereceğiz.. Yarın da, (Adamın dibi) ne demiş, onun yazısını aktaracağım sizlere..
Duygu yüklü sözler vardı kaleme alınanlarda.. Kayseri’den Mehmet Uzel ağabeyimin, aynı zamanda mesleki büyüğümdür kendisi, dedikleri ne kadar da güzeldi.
Güne özel attığı baylığı, bir anda Rahmetli Teoman Alpay’ı da getirdi şimdi aklıma.. Ne eşsiz bir eseridir, ‘Kadınım’
Mesleki büyüğüm Mehmet ağabey de , öyle yükseltiyordu sesini; “KADINIM…!” diye..
Kadın, bir anne olarak, yaren olarak, gönlümüzün sultanın olanlardır kısacası..
Hani denir ya, her başarılı erkeğin ardında, bir kadın vardır.. Ki, ne kadar da doğru bir sözdür bu söz..
Şimdi, konuk yazarım Mehmet Uzel’ in kaleme aldıkları ile baş başa bırakıyorum sizleri.. Bir solukta okunacak o güzel ifadelerde yani şimdi sıra..,
Hazır mısınız? İşte, Kayseri’den yükselen o güzel ses;
“Böyle haykırmıştı rahmetli Teoman Alpay, ‘Kadını baş tacı edenler.’ Eskilerde öyle idi. Kadın hanenin önemlisi, hali ile baş tacı edilendi. Günümüzde, baskının şiddetin, her türlü eziyetin adına dönüştü. Muhtemeldir ki bugün gene bir yerlerde, dün ve dünden önce yaşanılan olacak. Yine kadına şiddet uygulanacak. Keşke olmasa da keşkeler olmuyor işte. Şiddet mağdurları bitmiyor, bitmeyecek de… Yasalara rağmen ağır cezalara karşın yapan yapıyor, eziyet sürüyor.
Bugün 8 Mart… Yine mangalda kül bırakmayacak şekilde konuşmalar yapılacak. En yüksek perdeden laflar edilecek. Süslü püslü ifadeler kadın için kullanılacak. Konuşulup unutulacak sonra da. Keşke unutulmasa da keşkeler ile de olmuyor işte..
Kadınlar Günü’nü oldum olası sevemedim. Hele de ülkemizde ticari meta haline getirilen, anlamını ve içeriğini kavramadan kutlanan günlerin aslında hepsine karşıyım.
Nasıl olmam ki, 2024 yılı içerisinde öldürülen kadın sayısı 1000 nin üzerinde
Ne oldu bu insanlara, beyinlerine virüs mü girdi anlamış değilim. Bu sevgisizlik, bu nefret niye veya niçin? Nerede bu ülkenin sosyologları, sosyal bilimcileri? Eğitimcileri nerede? İnsan hayatının hiç mi değeri yoktur? Bu ülke de insan olmak hele de kadın olmak tarifi mümkünsüz bir kederdir. Eğitim yok, düşünmek yok, yazmak zaten yok. O halde kadınlar niye var oldu?
Salt yemek, içmek, çocuk doğurmak için mi var kadın? Kadın gülmez, gülümseyemez, kahkaha atamaz günah. Kadın hamile ise sokağa çıkmaz. Kadın otobüse binemez. İlle de binecekse Allah’tan Kayseri’de pembe otobüs yok, pembe olanına binmeli... Bisiklet mi? Aman Allah o zaten şeytan icadı. Şort giyemez. Ama şalvar olabilir tabii.
Asansöre binemez. Hem asansör gavur icadı. Yürüyüş yapamaz…
Kadın yatmaz ve hatta uyumaz. İlle de uyuyacaksa yorgan ve battaniye kullanmamalı. Hem zaten kadın üşümez ki. Kadın acıkmaz, gülmez, düşünmez, ağlamaz, susamaz. Çünkü kadın insanüstü bir varlıktır.
Nasıl olmasın ki, yoksulluk içinde bile taştan ekmeğini çıkaran kadın. Hatta taşı kaynatıp suyuna ekmek doğrayan kadın. Acısını, sancısını, bağrına basıp, tarlada çapa yapan evde çorbayı kaynatan. Dikiş, nakış yapıp elini kanatıp, para kazanıp çocuk okutan. Evde aile içi şiddete katlanıp, kader diye ağlayamayan bile. Namusunu, şerefini ve ırzını korumak için hapse düşen. Onlar sadece kadın. Onların adı kadın...
‘Aş-iş’ derken hayatı orda burada sönen ve söndürülen kadın. Fakirlik ve eğitimsizliğin had safhada olduğu bu ülkede kadın olmak işte böyle bir şey.
Her toplumda olduğu gibi bizde de fakirler, zenginler, zekiler, aptallar, kurnazlar, güzeller, çirkinler, ruhsuzlar, hayasızlar, vicdanlılar, vicdansızlar var. Bir de hırsızlar. Hiç affetmediğim hırsızlar. Umutları çalan, duyguları çalan, ruhları çalan, geleceği çalan, kadınları çalan...
Ben buradan ilimizde görev yapan ünlü Psikolog Sevgi Keske,ile yapmış olduğum söyleyişe yer vermek isterim..'' Bilinen odur ki dişi olan, çoğaltan demektir aynı zamanda. Hayatın içinde doğurabilen her şeye dişi deniyor. Dişi olan daha esnek, incelikli, yumuşak oluyor. Erkek olana göre daha narin oluyor.
Böyle bakıldığında dişi olanın örselenme halinde incinebilir oluşu öne çıkıyor. Ancak doğaya baktığımızda dişi ve erkeğin bedenlerinde farklılıklar olsa da güç kuvvet bakımından iki cinsi birbirinden ayırmak neredeyse mümkün olmuyor.
İnsan türünde işler biraz karmaşık. Çünkü insan çok akıllı. En akıllısı, diğerleri onun en akıllı ve en güçlü olanın kendisi olduğunu anlasınlar istiyor. Bunun için öncelikle kendinden zayıf ve daha az akıllı gördüklerine hükmetme yolunu seçiyor.
Jung’a göre her erkeğin içinde biraz dişi, her dişinin içinde de biraz erkek var. Buradan bakınca erkeğin de kadının da kırılganlık yönünden denkliği kaçınılmaz görünüyor.
İnsanın kendi doğasına hükmetmesi ise ayrı bir muamma.
Ne yazık ki çok uzun zamanlardan beri dişil doğa, eril doğadan gelmekte olan tehlike ve tehditlerle karşı karşıya. Bunu erkeğin kadına yönelik olumsuz tutum ve davranışlarında görebiliyoruz. Bu durumda Jung’un tanımlamasına göre erkek insan, kadına ve kadınlığa kötü davrandığında aslında kendi içindeki dişil yanına da kötü davranmış oluyor.
Eril doğanın dişil doğaya hükmetmek için ürettiği akıllılık ve kaba kuvvet içeren hücumlarıyla boğuşmaksa hiç kolay değil. Bunun için insan dişisi olan kadın durmadan düşünmek, fikirler üretmek zorunda kalıyor. Ya da sessiz ve ezilmiş bir birey olarak kalıyor.
Paradoksal bir biçimde, kadının akıl fikir yürütmelerini kendi güç kaybı gibi algılayan bir erkek, kaba kuvvetiyle veya psikolojik, ekonomik ve duygusal şiddet uygulayarak kadından daha üstün olduğunu gösterme gayretine düşebiliyor.
Hangi hücumu hangi hamle durdurur? Hangi hücum kaç hamlede durur? Hangi hamle kaç hücumu püskürtür?
Kadınlık onuru insanlık onuruyla eş değerdedir. Çünkü kadınla erkek evrende karşıtlıklarla var olunduğunun en görünür örneğidir.
Tıpkı siyah olmadan beyazın, görünürlük olmadan görünmezliğin, soğuk olmadan sıcağın ne olduğunu anlayamayacağımız gibi.
Karşıt ve farklı olanın varlığını, olduğu haliyle kabul etme becerisi mutluluğun ön şartlarından biridir.
Kadın da erkek de duygu dünyası, yaşamsal ihtiyaçlar, varoluş problemleri ortak insan cinsleridir.
Erkekler ağlayabilir, korkabilir veya kadınlar da cesur olabilir, güç kullanabilir.
Ortaklığımız insan olmaktandır. İnsanları karşıtlarından ayrı tutmak ve kategorize etmek, birbirinden katı çizgilerle ayırmak yerine, iyiliğe mi kötülüğe mi hizmet ettiklerine bakmak yeterlidir.''
Sevgiyle kalın…”