Bizi, biz yapan, bizi benlikten kurtaran, beni seninle buluşturan, tüm davranışlarıma yansıyarak, bana yaşam felsefesi oluşturan, ailemizde, çevremizde, aşımızda, işimizde bütünleştirerek;

kimlik-kişilik varlığımızı üst bene kavuşturan “bu sıfatı” BIRAKALIM MI ?!..
Bu başlığı koyduran, kültürel yapımızı bozduran, toplumsallıktan arınarak, bize bireysellik kurduran bu  sıfatla aramız neden açıldı, dersiniz.?  Bu sıfatı suratsız kılan, insanı güncelden uzaklaştıran NE ?!
 “Yolsuz, kolsuz, çulsuz, arsız, hırsızların” olduğu yerde TEVAZU olmuyor, hocalık yapılmıyor, üniteler işlenmiyor, müfredat hoşlanmıyor, geçmiş boşlanmıyor, soğuk evlerde kışlanmıyor !..
Tevazu: Ar. a. (tevazu) Alçak gönüllülük: sıfat (müteva:zı) Arapça mutevazi'

  1. (sıfat) Alçak gönüllü
  2. Gösterişsiz, iddiasız.
 
Türk Kültür Tarihimize baktığımızda tevazu kelimesinin insani ve İslâmî boyutu bizi biz yapan unsurların içinde yer alıyor. Bu unsuru inkâr etmek, bu kavramdan ayrılmak ne kadar zor… Hırsıza, yolsuza, arsıza, çulsuza ne kadar kızsak da sövsek de bize yakışmıyor, mütevazilikten ayrılmak… Kırkbeş yıl eğitimci olacaksınız tevazu anlayışını etkin kılacaksınız, sonra “mütevazilikten” istifa edeceksiniz, ne kadar gerçekçi olabilir, acaba?
Son yılların anlayışına, yaşam biçimine ve ülkenin gidişatına bakıyorsunuz, gençlerin işsizliğine, işe alınanların kalitesizliğine, işe giremeyenlerin liyakatına  (layık olma, yaraşırlık, uygunluk donanımına) bakıyorsunuz, sıradaki kişilerin mütevaziliğine bakıyorsunuz, kendinizin mütevazi tarzınızın sürekliliğine bakıyorsunuz; yeni yetişen veya yetiştirdiğimiz neslin malı götürmesine bakıyorsunuz, hak-hukuk rastgele… Kimse haddini bilmiyor, kimse de haddini bildirmiyor, gittikçe yuvarlaklaşarak-küreselleşiyor, bireyselleşiyoruz… Mütevazi olmak, salak olmakla eş değer kazanıyor…
Arsız-yüzsüzler, tevazuyu, taviz olarak algılıyor, temizleniyor; arlı-yüzlü olanlar tevazu içinde bitleniyor, kirleniyor, hiddetleniyor… Yolsuz, kolsuz, çulsuzlar, kul hakkını pul hakkı kabul ediyor, pulu kendisine, kulu başkalarına yapıştırıyor… Nezaket, kadın ismi olarak kalıyor…
 
Müfredatta değerler sistemi kayboldu diye; her sene bilinen, yaşanılan, kültür haline gelen değerler, EDER buluyor, öğretmenler, eğitmenler değer oluşturacağım diye yoruluyor,
 
 
MÜTEVAZİ hanım, mütevazi bey göz göze geliyor, ama evlâdım derken, eli-ayağı titriyor; arsız-yüzsüz tipler gülüyor; çok ÖZGÜR nesil yetişiyor, herkes yetişen gençliğe kızıyor, hiç kendine kızmıyor, bu çocukları biz bozduk demiyor… Yetiştiren kim, yetişen kim bunu sorgulamıyor… Biz de kızgınlıktan, gerginlikten “ mütevazilikten” dem vuruyoruz, kapıları açan biz, geçen arzsız-ansız-cansız oluyor…
 
Bu memlekette Yunus’u, Hacıbektaş’ı, Hacıbayram’ı, Mevlâna’yı, Ahmet Yesevi’yi etkin kılıp model eden biz, geri dönen biz… Ne mümkün !... Âkif’i bitir, Fikret’i bitir, Atatürk’ü bitir, Yunus’u bitir, Mehmet Emin’i bitir, Nazım’ı bitir, insanlığı bitir; malı al götür…
 
Belirli Gün ve Haftalar EK ÜNİTELER değil miydi, milli bayramlar değerler değil miydi, ÜNİTELERİ temaya çevir, temayı semaya çevir, MÜTEVAZİLİĞİ devir, KİBİR, tevazunun üstüne otursun, ALINTERİ yok olsun…
 
Olmaz beyler olmaz, olmaz hanımlar olmaz… Yukarıda ne yakındıklarımız doğru, yalnız MÜTEVAZİLİĞİ bırakacağımız yanlış… Bizi buraya getiren, aç kalıp-susuz zaman geçiren, bastığımız yerlerde topraklaşanlara borcumuz var, sözümüz, İLKOKULDA ettiğimiz ANDIMIZ var, ALLAH korkumuz, VATAN kokumuz var…!  Andımıza, Allah’ımıza, vatanımıza söz verdik, sözü yemin, yemini namus bildik… Bu coğrafyayı savunurken, gözyaşımızı sildik…
 
Biz TEVAZUYU sevdik, siz TAVİZİ… Gelin vazgeçin tavizlerden, gençlerimiz, çocuklarımız önümüzden geçerken; başı dik, göğsü ilerde, adımları sert, karakteri mert olsun…!