.
Vallahi can dayanmaz bir haftaydı. Ne öyle o…?
Sıcak bir yandan, nem diğer yandın. Bastırdı kaldı üstümüze üstümüze. Nefes almayı bırak, gözümüzü açamadı yahu. Terleyen kafamız ve haliyle sırılsıklam saçlardan yüze doğra akan ter, tuzla karışık, zaten kavuran yaz güneşi ile bir oldu sanki.
Tuzun kavurması bir yandan, güneşin ki diğer yandan, vur abalıya misali.
Böylesi sıcak var iken, başka sıcak gelişme olmaz mı hiç…? Oldu elbet… Hem de yaktı kavurdu…
Misal: Troia festivali iptal…
Bu arada, Troya, Troia ve Truva olarak da isimlendirilebilen, yani yazı dilinde, bu bizim Antik kentin çilesi de bir başka.
Vilusa diye isimlendirilen, kalıntılar da sıcak altında. Yaz boyu, taşların, ay pardon vilusaların başına ayrı bir geçiyor güneş. Öylesi yaşlı ki o vilisalar, bilmem kaç bin yıl yaşında. Ve bilmem kaç bin yıldır güneşin altında.
Yaz ayrı bir işkence kış ayrı. Kışın da, onca soğu’ a maruz kalıyor vilusalar. Yani kalıntılar, yani o bazen yosun, bazende çamur bağlayan taşlar.
Ne çektin be Truva…
Bir yandan, savaşanlar girdi surlarından içeriye, bir yandan alevler yuttu, bir yandan depremler vurdu coğrafyanı.
Her seferinde ayağa kalkın da, sonrasında muhtemel yoruldun ve 9 kez’ den sonra, pes dedin adeta.
Yoksa ben mi yanlış biliyorum? Kaç kez yıkılıp inşa edilmiştin sen yeniden? Hatırımda kaldığı kadar, 9 kat, tat misalisin be Truva…
Şimdilerde ayrı bir yıkıma uğradın. Bu kez savaş değil yangından kaynaklı sıcak alevler de değil seni yıkıp geçen. Deprem de değildi ya, neyseee…
Belki de, daha önemli nedenle yıkıldın. Köpeğin önüne atsan yemez kağıt parçası yüzünden. Yani Para. Napolyon mu demişti o sözü, para, para, para… Yok sa; şarkı sözümüydü o…?
Yıkılmana neden, bu kez inanamayacaksın amma Para…
Para değince aklıma, birde Arnavutların o hikayesi geldi.
Askere giden bir Arnavut gneç, yakınlarına parasının bittiğini anlatır telgraf çekecektir, lakin para az ya, telgrafta kullanacağı sözler de haliyle çok az olmalı. Arnavut genç düşünmüş, taşınmış. İki kelime ile işi tamamlar ise, arda kalan parayla da karnını doyuracak. Ve görevliye uzamış yazacaklarını;
“Şuh selam, para bitti vesselam…”.
Sahi, madem para yoktu, festival için neden bir afiş yarışması düzenlendi?
Hadi düzenlendi, o afişin kavuran güneşten de sıcak şekilde gündeme bomba gibi düşmesi üzerinden saatler günler geçtikten sonra, ikinci etki yaratacak karar çıktı. Hadi çıktı, paranın olmadığı ne vakit ortaya çıktı…?
Şaka şaka. Bu soruların hepsi şaka. Üstelik bana da ait değil. Sokakta işittiklerim, birlikte konuştuklarımdan gelen ifadeler. Yok sa, benim ne işim olur parayla, pulla…
Baştan da dedim ya; Köpeğe atsan parayı, yemiyor… illle de hamur işi istiyor, kuru ekmek dahi olsa yetiniyor bizim köpişler.
Para demiş iken, meslektaşım Tekin ağabey paylaşmış, paranın başına gelen ismi. Biga’danmış kendileri. Hayırlı uğurlu olsun.
Her ne kadar kendi İstanbul doğumlu olsa da, anne babası, Biga İdriskoru köyünden oludğu için, kökeni Çanakkale’ye dayanan bir isim, Murat Uysal, Merkez bankası Başkanlık görevine getirilmiş. Bence, haftanın diğer bir sıcak baylığıydı bu başlık.
Bu arada, bir başlık daha fark ettim bendeniz. Hem de sosyal medyada.
Babası, meslekteki ustalarımdan… Yeni; merhum Yaşar Türe’nin oğlu paylaşıyordu fotoğrafı. Adamın geninde var gazetecilik ve fotoğraf ruhu.
Bir otobüs durağı içine park etmiş iki kamyon vardı görselde. Biri gazlı içecek, diğeri yük-mal taşıyandı.
Eleştiri, bariz, bu araçların ne işi ar bu duraklar içinde gibiydi. Ne var ki, aklıma geleni sözden, söz etmeden edemeyeceğim.
Diyeceğim ki; “Hava sıcak Levent’ im. Gazlı içecek, hem du buz gibisinden. Üstelik, durakta bekleyenlere gelmiş olabilir. Hemen kızma…
Bu bir toplumsal hizmet. Sıcak havada, buzzz gibisinden…”
Hava sıcak. Sanırım sıcaktan kaynaklı, bazı vakitler sapıtıyor sözler. İdare ediverin rica etsem. Herkese iyi pazarlar. Haydin hoşça kalın…