.
Yazılanı, çizileni, ya da şöyle mi demeli? ”araştırılıp kaleme alınanları aktaran, harflerin oluşturduğu bir dizi cümleyi gözden geçirmek.” yani; okumak…
Bir de; okusa da, okumamış gibi davranmak. Okunulan, genelde öğreticidir. Bildiğin bir konuda, detaylıca bilgi edinmeni sağlar ki, unuttuğun bir gerçeği hatırlamanı da sağlar. Veyahut yanlış bildiğinin, doğrusunu aktarır sana, okunulan bir yazı.
‘Okumak…’ derken bu gün, bir de meydan okuyanlar var hayatımızda. Bilip bilmediğine, bilse de, inatla atarlanma mevzusunun kahramanları.
Misal biz Türk’ler… Tarih boyunca, doğru bildiğimizi yaptığımızı, bazen savaşla, bazen diplomasi ile gösterdik tüm dünyaya. Kazandık sonuçta. Kazanımlarımızın hangi birini saysam, sıralasam, o’nu da tam olarak bilemedim şimdi.
Doğru bildiğini, her ne pahasına olursa olsun yapan Aziz Milletimizi, defaten tarih de yazdı. Tarihin yazdıklarını ya okumamış bazı milletlerin mensupları, ya da okuduğunu unutmuş.
Habire habire, tekrarla, Türk’ün doğru bildiğini yapmasına sözüm ona engel olmaya çalışıyorlar.
Son olarak, şu S-400 meselesi. Gördünüz mü, duydunuz mu, sevkiyat başladı. İstediğimizi bir kez daha aldık vesselam. Ya alamaz diyenler, almamamız için bin bir türlü senaryo ile, bir de sözüm ona aba altından sopa göstermeye çalışanlar. Buyurun işte. Sizlere de kapak olsun. S-400’ ler artık, gözünüzü her fırsatta dikmeye çalıştığınız Türkiyemde…
Ya okuyun adam akıllı dünya tarihini, ya da boş çekmeyin, meydan okumayın boşu boşuna. Resti de görür her daim Türk milleti, kapalı kapılar ardına gizlenip rest çekeni de…
Ya okuyun adam akıllı tarihi, ya da boşa meydan okumayın… S-400’ ler geldi, yerleşiyor üssüne…
Geçtiğimiz Cuma günü sevkiyatları gerçekleşen Savunma sistemine ilişkin, şunun şurasında, bir ay kadar önce edilen sözleri hatırıma getiriyordum da, dilim neler söylemek istiyor dahası.
Misal, boş boş meydan okuyanların, Ülkemdeki bazı şakşakçılarının yüzlerine rastladım sevkiyat sürer iken, ben öyle bir renk daha önce hiç görmedim kardeşim. Hele hele, hissettikleri üzüntü öylesine dışa vuruyordu ki, sanırsın anası, babası, çocuğu, karısı ölmüş. Yetmemiş, en kıymetli mal varlığını kaybetmiş birileri.
Eeee ne demiş büyükler: ‘Büyük laf etme, büyük lokma yut…”
Okumak önemli şey. Okunulanın içinde gizli detaylar da. Yine diyeyim misal;
Hafta sonu, bir paylaşıma rastladım. Bir bilenin kaleme alıp, korkusuzca aktardıklarına. Şahsen, yıllar geldi aklıma, geçip giden yıllar. Ne yangılar takip ettim, cayır cayır alevlerin yuttuğu ormanların kül eden yangınlar.
Hele hele, 1994 Orman yangınının bire bir tanığıyım ki, anlatması halen çok güçtür, tam 4 bin 49 hektar alan karalara büründü. Şehitler coğrafyasında, vatan toprağında kefensiz yatan yüz binlerce Mehmedimin yeşil yorganı yok oldu gitti. Onca ağaç. Onca makilik alan ve dahası, diyorum ya, Mehmedimin uğruna can verdiği vatan topraklarının doğal dokusu, Şehidimin yorganı.
Çevre denince, kim dikkat kesilmez ki çevresine? Çevreciler denildiğinde , sağa sola bakıldığı gibi….
Peki ya, hep yanıtını aradığım şu soru; “ Neredeydiniz allahsen? Onca yangını takip ettim, tek bir çevreciye hiçbir vakit rast gelemedim, cayın cayır alevlerin yuttuğu ormanlarımızda…?”
Hafta sonu derken, bir bilenden gelen diye bahsettiğim, bence de bilindik bu söyleme nihayet gelebildim.
Bir bilen dediğim, kendisini çok yıllardır tanıdığım bilen kişi, yani bir süredir de meslektaşım Bünyamin Nami Tonka. Diyordu ki; “Maden ve İnsan...”
Haliyle, dikkat kesiliverdim bendeniz. ‘Bu da, ne ki’ diye…?
Sonrası, yüzüm gülümsedi. Bazı sözler vardı ki, geçmiş geliverdi, bir tekine rastlamadığım, cayır cayır o anlarda, küle dönen güzelim ormanları korumak için hiç göremediklerim.
Bir bilen dediğim ve böyle de hitap ettiğim Tonka hoca; “İstanbul Maden İhracatçıları Birliğinin düzenlemiş olduğu ‘Madencilikte Marka Değerini Geliştirme Çalıştayı’nda, Maden ve Türkler başlıklı bir sunum yaptım...” diyordu önce.
Sonrasında; “Yada Taşı, Oğuz Han'ın Kılbaraklarla Savaşı, Prusya'dan Müneccim isteme, 1. Dünya Savaşı öncesi silahlı kuvvetlerin durumu, Kurtuluş Savaşı'nda silah gücümüz” diye devam ediyor ve son sözünü ediyordu ir de….
“Yüce Atatürk'ün geleceği görerek Maden Kanunu'nu çıkartması…”
Sahi, bu arada, ben de sormadan edemiyorum; bu hayli önemli bir ayrıntı değil mi…?
Bir de şu sözü geliyordu ardından bir bilenin; “2. Yüzyılı'na girecek olan Türkiye Cumhuriyeti'nin madenle barışık bir toplum olması gerektiğini Yüce Önder daha nasıl anlatsın ki…?”
Unutmadan, bu vurgulu bölümü de aktaracağım. Çünkü, bir deyişle, bir ayrı güldü yüzüm. Güzeldi bence hayli okkalı bu gönderme.
Şöyle diyordu bir bilen; “Çevreci derneklerden sadece, Çevre ve Doğa Derneği Başkanı Nermin Tekindağ, Atikhisar Barajını Koruma ve Yürüyüş Grubu Derneği Başkanı Tahsin Konu katılmıştır...
Diğer çevreci kuruluşlar, Tema, Yeşil Barış çevrecileri gibi kuruluşların olmaması düşündürücüdür...
Bu örgütlerin nerenin çevrecisi olduğu anlamakta zorlanmaktayız... Çevre hepimizin...
Çevre meselesi siyaset üstüdür... Biz de bunun takipçisiyiz... Düşünmeye, okumaya, yazmaya ve konuşmaya devam...”
Vallahi, geçmişte Çanakkale’nin yaşadığı o büyük orman yangınları yeniden geliverdi gözümün önüne… Ben ne diyeyim ki şimdi…?
İyisi mi, conta yakmayayım kendi kendime. Bu gün Pazar benim de sonuçta bir tatil hakkım var.
Haydin herkese iyi tatiller. Hoşça kalın…