.
Aslında hepimizin hayali elbette vardır: Çünkü bir insanın, hayali varsa, kafasında bir planı da vardır ve o plana doğru gidesi de vardır. Her şeyi oraya gider ya da gitmez diye ayırası vardır. Geleceğe aşık bakışı vardır. O insan, hiç sıkılmadan uzun uzun bulutlara bakabilir. Baktığı şeylerde hayalinin filmini oynatır eğlenir. Kendi sineması, kendi seansları mutlaka vardır. İşte böyle insanlara yani hayalprest olmayı başarabilenlere ne mutlu….
Ne mutlu hayalinin ipini göğe salmamış olana. Belki de her gün bir dakika da olsa kendi elimizi tutup, gittiğimiz yolun hayalimizdeki yol olup olmadığını sormanın vakti gelmiştir.
İteklemeyin beni demenin. Ben böyle biriyim demenin. İçindeki özünü, tohumunu bulup, onu meyve vereceği yere ekip yağmurla güneşin büyüsünü beklemek gibisi var mıdır?
Meyve vermek, kendi gölgende uyuyabilmek gibisi var mıdır?
O zaman bir insanı, o insan yapan şey, içindeki öze olan sadakati oluyor.
Ne zaman kafam bir fikre saplansa ve oradan çıkamasam, kendimi çocuk gibi kandırıyorum.
“Gel bak sana bir şey göstereceğim” deyip, oradan uzaklaştırıyorum kendimi.
Olmayacak alakasız bir işle uğraşmaya başlıyorum. Mesela bulaşık yıkıyorum ya da oturup çocuk gibi oyun oynuyorum, ya da bir kitap açıp okuyorum.
Müziğin sesini açıp ta saatlerce hiç durmadan dans ettiğim bile oluyor bazen. Dışarı kahve almaya çıkıyorum. Etrafı topluyorum. Liste yapıyorum. Başıma bir iş çıkarıyorum. Bunalım boş durmayanı sevmez. Onda doya doya oyalanamaz, bunalamaz. Azıcık bunalır, gider.
İşte ben de, ne zaman içim kararsa, mekandan müşteri kovan esnafın ışık açması gibi, açıyorum ışıklarımı kendi etrafımda. Eskiden bilmezdim, ışık düğmesinin ulaşılır olduğunu.
Kös kös otururdum o karanlıkta. Gitmesini beklerdim ama asla gitmezdi.
Sonraları fark ettim ki, mekan benimmiş .İstediğim gibi ortamı değiştirmek elimde imiş.
İnsan, ömrünün ilk yarısında kendisini duygularının ve düşüncelerinin kurbanı olduğunu sanıyor. Malesef ki sonradan anlıyorsun , onların katili de olabilirsin. Nefessiz bırakmayı öğreniyorsun, seni boğan düşüncelerini. İşte o gün, bir pelerinin oluyor ve Kahramanlaşıyorsun. Artık biliyorsun, alaşağı etmeyi. Orada kalmayıp gitmeyi. Mekanın ışıklarını açmayı. Saptığın o çıkmazdan geri vitese takmayı.Olabilecek olanları düşünmek, şimdinin ödevi değil ki.Şimdinin işi gücü var. Bırak ta İşine koyulsun o.
Olabilecekler arasından, bir şey olduğunda (ki korkulandan çok azı olur hep), o da bir ‘şimdi’ olacak.Şimdi olana dek görüşmeyelim. O gün doya doya yaşarız olanıve olacak olanları.
Biz birbirimize hep geçmişten ve yarından bahsediyoruz.Anılarla hayaller arasında bir yerde kayboluyoruz.Manzara kaçıyor. Hayatımız gözümüzün önünde buharlaşıp, uçuyor.Oldu ve olacak arasında toz oluyor ‘olan’.Kafayı, karşıdan karşıya geçer gibi önce geçmişe sonra geleceğe sonra tekrar geçmişle dönüp, karşıya geçmeye çalışıyoruz.Hayat bu hesaplarla, bu trafik kurallarıyla işlemiyor.Olan anda, sana ait bir hazine saklı. Onu araman lazım şimdilerde.Yoksa bir bilgisayar oyununda, hızlıca atlanmış bir bonus gibi, kaçıracaksın kıymetlini.İşte İnsanın kendi elini tutabiliyor olması, insanoğluna verilmiş bir hediye hatta bir mesaj gibi geliyor bana. Kendinle el ele tutuşabiliyor, kendini selamlayabiliyor, hatta ellerini birbirine sürterek ısı bile çıkartabiliyorsun.
Bu konunun şu an dikkatimi çekmesinin sebebi, etrafta bağlantı kopukluğu yaşayan insanlarla karşılaşmam. Bir şeyin içinde, ama neyin içinde olduğunu hatta oraya nasıl girdiğini bile hatırlamıyorlar .Bir ara gözlerini kapamış ve ‘yol nereye ben oraya’ demiş.Vardığı yere yabancı ama değilmiş gibi kendine çekidüzen vermiş, bir bukalemun gibi hemzemin olmuş orayla.Orada olmadığını gözlerinden anlıyorum. Gözleri başka bir manzara yansıtıyor.Baktığı şeyin yansıması yok gözlerinde, hasretlerin yakamozu var.Hepimize başta ailemiz, sonra toplum, sonra öğretiler, sonra bir şeyler, kıyafet dikip duruyor.Unutmamak için çocukluğu hafızada tutmak lazım.Bazı insanlar neden hiç çocuk olmamış gibi davranıyorlar anlamıyorum.Çocukken, daha yıllar bize makyajları yapmaya başlamamışken, en gerçek halimizdeydik.Hem Kent’tik hem Süpermen.
Kimse süper güçlerimizi elimizden alamazdı sanırdık ama süper güçlerimiz, büyüdükçe elimizden alınırmış işte, biz fark etmeden onlardan vaz geçiyoruz yaşadığımız her olumsuz olaylarda .Hayalinin ipini, balon bırakır gibi bırakıyorsun. Halbuki o senin en süper gücündü. Hayal. Hayaller ve hayalprestler işte bütün mesele sanırım bu.Hepimizin hayallerinden ve hayalprestliğinden vazgeçtiği zamanlarımız oluyordur elbet bazen benimde oluyor, istemeden yüzümde kocaman bir asıklık oluveriyor sonra diyorum ki kendime yine içimdeki çocuğu kandırarak başlıyorum işe: Haydi kalk : Bak dene bir dediğimi, bir daha loşlaştığında etraf, çık kapıya bir çay iç güneşin altında .Sevgiyle Kalın.