Türkiye’mizin göz bebeği İstanbul’da Türkiye Türkçesi ŞİVEsini ararken, ne kadar AĞIZ olduğunu bilmek, bunu tespite çalışmak kolay iş olmada gerek?!..
Türkiye’mizin göz bebeği İstanbul’da Türkiye Türkçesi ŞİVEsini ararken, ne kadar AĞIZ olduğunu bilmek, bunu tespite çalışmak kolay iş olmada gerek?!..
Ağız ararken, “ağızla ilgili deyimleri” hatırlamak...
1- Ağız aramak,
2- Ağzını yormak,
3- Ağız açtırmak,
4- Bayramlık ağız açtırmak,
5- Ağzını bozmak,
5- Ağzına etmek,
6- Ağzına bakmak,
7- Adamdaki ağıza bak,
8- Ağzı-kıçı bir olmak,
9- Ağzına baktırmak,
10-Ağız değil ki kersen ( hamur çanağı),
11- Ağzını yemek ( sevimli bulmak),
12- Ağzından-burnundan getirmek...
Sizler de bu deyimlere katkıda bulunabilirsiniz...
İstedik ki, İstanbul şehrindeki ağızları hatırlarken, Şebinkahisarlılar’ın “Karahisar-ı Şarki’den” gelen “ağızları” nasıldır, SES hadiseleri nasıl bir ağız oluşturmuştur, dünden bu güne İstanbul’un Osmanlı’dan gelen kültürel yapısı içinde İstanbul Şivesi, bu şehirde yaşayanlara nasıl bir konuşma adabı aşılamıştır, bu adap kişilerde nasıl bir davranış değişikliği yaratmıştır?.. düşüncesi içinde Bu gün İstanbul Beşiktaş Belediyesi’nin yaptırdığı, ANA’ya ithafen ANADİLİMİZ Türkçenin bir nevi temelini oluşturan “Zübeyde Ana” Kültür Merkezi’nde Şebinkarahisar’ın Folklorik yapısıyla Yöresel KÜLTÜR içinde AĞZIMIZI açmadan, ağzımızı inceleyelim dedik. İyi de yaptık; Şebinkarahisar’ın “örf-adetleri, halk oyunları, düğün adetleri, toplumsal değerler” içinde günümüz Türkiyesi’ndeki yerine bakmak, siyasilerimize yaktığımız, ama bir türlü ısıtıp da IŞITAMAdığımız BÖYÜKLERİMİZİ bu KIŞ ortamında TANDURA ( tandır ) düşürmeden, tandur başında kendimizi dinletebilir miyiz?! diye tandurun etrafında toplanarak, ayaklarımızı tandura vererek, rehavete kapılmadan-uyumadan tandurbaşı sohbeti içinde sesimizi duyurabilir miyiz, dedik; başladık söze ve bizi cankulağıyla dinleyip, sonra da Şebinkarahisar’ı ÜNLEYECEK (sesleyecek) olanlara “ tandur başında yemelik” tahta KUTÜKTE ŞEBİN ceviziyle DÖVME yaptuk (yaptık)...
Osmanlı’da SANCAK, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda VİLAYET, sonra “velayetliği” elinden alınarak, 1933’ten sonra KAZA, O yıllardan bu yıllara kadar da AZA; azalar ÜYE olunca, Şebinkahisar’ın işleri kaldı GÜZE... anlayacağınız BİZ, SANCAKLIKTAN sonra AN-CAK olduk, ama “ağzımız açılmadı, ağzımız bozulmadı !?..”Çünkü, biz sakin yaratılışlı, sabırlı, şükürlü, çileli ANADOLUNUN ağızları içinde ŞEKER, dış tüylerinin dökülmesinde ŞAB (ŞEB) olduk...
Sesimiz kesildi, cebimiz deşildi, ama TC kimliğimiz hep güncellendi...
İstanbul’daki Çalıştayımız’dan SEVGİLER...
Dr. Hayrettin Parlakyıldız
Kıbrıs İLİM Üniversitesi