.

Dün bahsettim. ’Evinde Kal’ günlükler diye bir dosya açmak için acele ediyorum aslında diye.
“Çok güzel paylaşımlar var bu duruma dair…” de demiştim.. İşte size bir örnek.
Sağlıkçı kimliği kadar, insanlığı ile de mükemmel bildiğim bir isim. Op. Dr. Mustafa Zafer Doğan.
Balıkesir SSK Hastanesi Baştabipliği yıllarından buyana tanıdğım bir Çanakkaleli ağabey.
Bir yanı da, sıkı bir siyasetçi. 
Çanakkale Milletvekilliği adaylığı dahi vardır partisinden. Şimdinin Vatan Partilisi.. 
‘Karantina Günlükleri’ başlıklı bir yazıya imzasını koyuyordu hemşehrimiz Doktor aabey..
Dün demiştim ya; “Pek sevdiğim bir ağabeyimin yazdıkları. Sürpriz olsun..!” diye..
İşte size, siz evinizde iken okuyup vakit geçirmeye yetecek, hatta düşündürecek  ifadelerle bir Karantina hikayesi.
Karantina diyor da kendisi, Karantinada değil sevgili ağabey.. Bildiğiniz Karantina değil yani.. Bulunduğu yerin adı Karantina..
Şöyle bir başlık atıyordu sosyal medya paylaşımına; “Bir KARANTİNA hikayesi de benden!” diye.
Ardından da, açıyordu meseleyi; “Karantina köyü,(şimdiki Güzelyali) Çanakkale'nin ilk deniz sayfiye yeridir.
Daha önceleri  Balaban, Çamlık  gibi deniz olmayan yerlere, belki de dere kenarlarına pikniğe gidilirdi. 1960 devriminden sonra maliye, elindeki arazileri arsaya çevirerek bütçeye katkı için satışa çıkardı.” şeklindeki ifadeleriyle.
Kısacası, tarihten sayfa aralıyor ve anımsadıklarını kaleme alıyordu Karantina’ da..
 “O zamanlar babam da birkaç dostuyla bir adadan bir parsel almıştı.” diye giriyordu söze, sonra da;
“ ilk sene deniz kenarındaki arsamıza çadır kurduk.
Ertesi sene ev yapmaya başladık. İİki yıl sürdü inşaat ve yazları Karantina'da yazlığımızda geçirmeye başladık.
Denize giriyor, güneşleniyorduk. Yüzmeyi orada öğrenmiştim. O yıllarda ben Galatasaray lisesinde okuyordum ve sanırım 1965 yılı yaz tatili sonrası ikmale kaldığım için  Eylül ayı başında  sınavlar için Istanbul'a dönmüştüm.
Arkadaşlarımdan biri: ‘ne güzel bronzlaşmışsın, neredeydin yazın’ diye sordu.
Ben de kasılarak:’Nerede olacak tabii ki Karantina'da ‘ dedim.
Ne de olsa o yıllarda herkesin yazlığı filan yoktu, soran arkadaş ise Anadolulu olduğundan denizden güneşten falan anlamazdı. Güneşten kayış gibi yanmış, saçlarım bile tuz ve güneşten yer yer kızıla dönmüştü.
 Yüzünü buruşturup: ’Üzüldüm, geçmiş olsun’ demez mi?
 Ben neden diye sormadan: ‘hangi hastalıktan diye? ilave etti.
‘Bulaşıcı hastalıktan insanlar karantina altına alınır, bilmiyor musun? Gerzek’ dedi.
Ben o güne kadar ‘Karantina’ nın Erenköy köyüne bağlı 15 hanelik, tahtadan, iki kişinin zor yürüyeceği bir iskelesi, beterhane gibi bir kahvesi, ama harika bir plajı ve denizi olan bir yer olarak biliyordum.
Sağlıkla, bulaşıcı hastalıklarla ilgili bir kavram olduğundan haberim bile yoktu.
Çok şaşırmıştım. Arkadaşım Çanakkale'yi nereden bilecek, anlatana kadar göbeğim çatladı.
Neyse 70 li yıllardan sonra ismi Güzelyalı olarak değişti de ben de yazları karantinada geçirmeyi bıraktım.
Şimdi ise muhtarlık, belki birçok Anadolu beldesinden büyük gelişmiş bir yer oldu.
Karantina altında bir Karantina köyü öyküsü iyi gider dedim.” İfadeleriyle, Karantina’ da, ailecek Karantinalı hayatın başlarından söz ediyordu, yüz gülümseten bu hikayesi ile.
Mustafa ağabeyde hikaye biter mi? Bitmemiş elbet. Yeniden kaleme alıyordu Karantina’ da, yeni bir   KARANTİNA öyküsü..
Ve şöyle geliyordu anlatımı;”Karantina'mız çok rüzgârlıdır. Zaten Çanakkale' de yılın 300 günü poyraz eser.
Haziran orasında başlar mübarek Eylüle kadar, sabah 10 da başlar saat yediye kadar eser durur ama, akşamları da kalır.” bilgisi eşliğinde, Karantinanın yaşam şekli..
Sonra, Mustafa ağabey başlıyordu hikayeye..  ‘Anı’ mı desek acaba aktardıklarına.
Neyse, biz öykü diyelim. Öyle demiş kendileri.
 Öyküyü merak ettiniz mi? Şahsen ben merak atim ve okudum. Buyurun bir de siz okuyun. Şöyle başlıyordu öykü;
“Yine böyle bir gün bitişikteki çadır kampına yabancı plakalı bir minibüs gelir.
Çadır kampı şimdi özel idarenin otel yaptığı yerdeydi ve henüz kiralandığı için yeni kavak ağaçlarıyla düzenleniyordu. O zamanlar yani 70 başları kamping turizmi modaydı ve Avrupa’ dan aileler bile araçlarıyla gelirler ve güneye inerlerdi.
Akşam üstü kampa gelen arabadan 2 genç kızı olan bir aile indi. Belçikalı,  ya da Fransız olmalıydılar. Beğendiler ve hemen soyunup denize girdiler ve sonra da çadırlarını kurdular.
Biz gençler,  hemen yanaştık ve lisanlarını konuşunca dost olduk. Akşam yemekten sonra ateş yakıp eğlence yapacağımızı söyledik ve bayağı eğlendik. Ortamı beğendiklerini söylediler ve pırıl pırıl denizi ve mehtabı değerlendirmek için birkaç gün kalacaklarını söylediler.
Kızlar tam bizlikti ve birkaç gün içinde arkadaşlığımızı ilerletmeyi düşünüyorduk. Gece nerdeyse sabaha karşı ertesi gün buluşmak üzere vedalaştık.
Fıstık gibi kızlarla denize girecek, bira falan içecektik. 
Sabah kahvaltıdan sonra kampa bir gittik ki toplanmış gidiyorlar!
Ne oldu acaba diye sorduk, başlarına olmadık bir şey mi gelmişti?
Yeni başlayan turizm etkinliğimizde bize yakışmayan bir davranış falan mı yaşamışlar acaba diye sordum.
Güldüler,  saat on buçuk gibi bir uyanmışlar kızların çadırı yok, uçmuş, ağızlarına kum dolmuş, bulamamışlar.  Büyüklerin çadırı da o zamanlar Kızılay çadırı gibi değil çabuk kurulan rengarenk çadırlardan, kavak ağaçlarının oradan zor toplamışlar.  ‘Bu rüzgarda barınamayız size iyi günler’ dediler ve devam ettiler.
Rüzgârımız sayesinde kamp turizmimiz gelişemedi ama yazlık ev, malikane inşa etme kültürümüz gelişti.”  yorumu ile de noktalanıyordu.
Buyurun size Karantina.. Rüzgarı dahi değerlendirilse, ne de tutar karantina..
Aslında, Karantina’ nın bu ismi nereden aldığından da söz etmek grek ya, uzayacak o vakit hikaye. Belki bir gün, Karantina’nın bu ismi nereden aldığından bahsedip,  Karantinanın önemine bir başka varırız öyle değil mi..?
Kökü Çanakkale, tek sevdası Çanakkale olan bir büyüğümden, kısa sürede bu konuda bir hikaye bekliyorum bendeniz. Şimdilik bu kadar, haydin hoşça kalın, sağlıkla kalın ve elbet ‘EVDE KALIN..!