.
Düşünüyorum da bazen, her şey planladığım gibi gitseydi, şimdilerde Kaz Dağları’nda bir derenin kenarında düşüncelere dalmış, ormanın sesini dinliyor olabilirdim.
Hiçbir şey planladığım gibi gitmeseydi de belki yine masamda oturmuş başka bir yazı yazıyor olabilirdim. Hayatım boyunca birkaç kez gerçeklik perdesinde bazı ‘yapısal anomaliler’ meydana geldiğini hissettiğim olmuştu, herkesin olmuştur. Gerçekliğin anlaşılmaz geldiği, etrafa geceyarısı saçmasapan bir rüyadan uyandığındaki gibi baktığımız anlar illa ki olmuştur. (Keşke hep normal bildiğimiz yerden, gerçeklik perdesinin yürüdüğümüz halılarla hep uyuştuğu bir halden bağlansak hayata. Normalin dışına çıkmak sadece heyecan verici maceralar anlamına gelse.) Önceki gece tam uykuya dalmak üzereyken deprem oldu. Çok korktum. Deprem endişemi ‘olunca korkarsın’ diye diye yenmiştim, her deprem olduğunda bir miktar korkarak idare edebiliyordum durumu. Kalktım, dolandım biraz evin içinde, herkes uyuyor. Tekrar yatmadan önce aynaya baktım, bir tuhaf geldi halim. Bir şeyi unutmuştum sanki, bir şey dilimin ucundaydı. Hatırlamaya çalıştığım bir rüya gibi. Salgından korktuğumu unutmuştum. Hastalanmaktan, çok sevdiğim birinin hastalanmasından, çok sevdiğim ve test sonucu pozitif gelmiş sevdiklerime kötü bir şey olmasından korktuğumu unutup, depremden korkmuştum.
Sinir sistemimiz normali severmiş. Hatta rutine bayılırmış. Derdi gücü güvende olmak ve vahşi hayvanlar tarafından avlanmamak olan ilkel beynimiz, ‘bugün de güneş doğdu’ dedik diye sevinç çığlıkları atabilirmiş. Üstelik akşama ‘bak, akşam oldu ve güneş batıyor’ dediğimizde de çığlıklarda herhangi bir azalma olmazmış. Arkadaşımla ağzımızda maskeler takılı, gözlüklerimiz kendi nefesimizden buğulanırken Eve doğru yürüdük biraz. Havadan sudan konuşmaya çalışıyoruz, olmuyor. “Ne yaşıyoruz biz!” deyip duruyoruz. Sinirlerimiz bozuluyor, kahkaha atıyoruz.Etrafa bak, dükkanlar hep kapalı, bizim gibi tek tük birileri yürüyor, kimse kimseye yanaşmıyor. Köpeklerin yüzündeki ifadeyi bile tedirgin zannettiğimi, güneşe yatmış bir kediyi yalanırken görünce fark ediyorum. Kedi rahat, kedinin tedirginlikle hiç işi yok. “Eh tamam, demek ki tedirgin olmayan bazı canlılar var, o da bir şey...” Dere kenarında oturuyor olsaydım, ilk kez yaşadığım bir deneyimi kutluyor olacaktım. Normalin değişimini coşkuyla izleyecektim, her sabah ormanda uyandığımda ‘ne yaşıyorum ben ya, bugün de ormanda uyandım!’ diye şaşıracaktım, sevinecektim.
Her şeyin ‘normal’ olduğu zamanlardaki standart korkularımdan birine geri dönmüştüm ve bu beni çok kısa bir anlığına, sıfır noktasına çok yakın bir noktada sabit hissettirebilmişti. “Şu salgın olmasa da depremden korksak yine” derken buldum kendimi. İnsan korku kıyaslar mı?
Normalin ayarı kaçınca oluyor demek ki. Her şeyin gayet normal geldiği, dünyaya asteroid mi çarpacak uzaylılar mı kaçıracak diye endişelenirken gülüp geçebildiğimiz, sarılabildiğimiz, normal hayatımızın, normal rutinlerimizin devam edebildiği günlerin, en normal halimin yasını tutuyorum.
Dünyada neler olup bittiğine dair duyduğumuz merak elbette tamamen sağlıklı bir duygu. Ancak korku ve kaygılarımızın tavan yaptığı şu günlerde bizi sürekli psikolojik olarak daha aşağıya çekmesine rağmen, haberlere bakmadan duramadığımız da oluyor. Twitter uygulamasını telefonundan silip silip geri yükleyenler, ‘sadece 15 dakika bakacağım’ diye haber sitelerine dalıp saatlerce çıkamayanlar çok.Psikoloji profesörü Steve Joordens, bu durumu çoğumuzun bildiği, en azından film sahnelerinde gördüğümüz bir olgu ile açıklıyor: Kumar makinesi bağımlılığı. İnsanlar slot makinesi denilen, hani şu bir kolu çektiğinizde 3 ekranda şekillerin rastgele aktığı, aynı 3 şekli yan yana getirdiğinizde ise altından bozuk paralar dökülen oyuncakların başına otururlar ve saatlerce kalkamazlar. Çünkü burada tamamen rastgele bir şekilde bir ödül kazanma şansımız vardır.
Belki bir kez ödül kazanırsınız ve kolu her çektiğinizde, bir ödül daha kazanma şansınız olduğunu bilirsiniz. ‘Bu da olmadı, ama şimdi olacak’ diye diye saatlerce makinenin kolunu çeker durursunuz. SEVGİYLE KALIN...