Yıllar, yıllar öncesi var olan bir mekandan geliyor anlatım.. Tarihe yolculuk yapmış adeta düşünen. Sosyal medyanın böylesi güzel bir tarafı aslında bahsedeceğim.
Yıllar, yıllar öncesi var olan bir mekandan geliyor anlatım.. Tarihe yolculuk yapmış adeta düşünen. Sosyal medyanın böylesi güzel bir tarafı aslında bahsedeceğim.
Hep kulaktan dolma, uydurma konular işlenecek değil ya..
Tarihten aralanan bir sayfa ve kaptan amcanın dikkat kesilip, merakla okuduğum o paylaşımı…
Kaptan amca der iken, Hüsnü Turan ağabeyden söz ediyorum. Sıkı takipçisiyim kendisinin. Neler yok ki Kaptanın seyir defterinde.. Hepimizi geçmişe götüren, anılara tanık, bir dönem tarihinin ‘en’ kullanılanları. Mesela kömürlü ütüler.. İbrikler, bakır kap ve çanaklar. Sayayım mı daha. Yakın dönemin antikaları.. Seviyor toplamayı ve de paylaşmayı..
Kendisi Emekli bir Deniz Astsubayı.. Görmediği deniz, uğramadığı liman kalmamış ender isimlerden. Ne anları var, bir anlatsam, hayran kalırsınız.
Gerçi, bundan böyle aramızda olacak kaptan amca.. VİTAMİN’ de paylaşacak anılarını, “KAPTANIN SEYİR DEFTERİ” isimli köşesinde. Pek yakında, bekleyiniz..
Döneyim kaptan amcanın aktardığına. Şöyle idi konu başlığı; “MİSKİNLER TEKKESİ..”
Koronalı günlerde, hepimizin yaşadığı karantinaya dairdi hikaye.. Merak ettim ve dikkatle okudum bende..
Miskinler Tekkesi diye isimlendiriliyordu da, bizim anladığımız türden miskinlik değildi vurgulanan.
Güzel bir görsel eşliğinde geliyordu satırlar; “İslâm ülkelerinden başka, dünyanın herhangi bir bölgesinde bulunmayan ve bir çeşit karantina mahalli veya hastahane olarak kabul edebileceğimiz; gerek hastalar, gerek ise yolcular bakımından önem taşıyan bir müessesedir.
Günümüz insanı tarafından bilinmeyen bu müessese, sadece isminden dolayı tembellik ve miskinlikle ilgili bir kuruluş gibi telakki edilmektedir.” denilerek.
Oysaki amaç o değil kurulmasındaki.. Miskinlere adres değil yani bu müessese.
Sonrasında kaleme alınan ilgiler şöyle geliyordu bahsettiğim o paylaşımda;
“Bina ve müştemilatından dolayı miskinhâne de denilen bu müessese, bulaşıcı hastalıklara mübtela olan kimseleri, toplumdaki sağlıklı insanlardan ayırmak için kurulmuş bir karantina yeridir.
Osman Nuri bunlardan bahsederken şöyle demektedir:
Miskinler tekkesinin yapılışındaki gaye, o zamanlarda bulaşıcı bir hastalık telaki edile, fakat ilacı da bulunmayan cüzzamlıları tecrid etmek, onların dökük parmaklı ellerini, kesik burunlu yüzlerini halkın gözü önünden uzaklaştırmak gibi sıhhî, ictimaî, insanî, hatta medenî bir iştir. anadolu, rumeli ve arabistan'ın her tarafını gezmiş olan Evliya Çelebi, hemen her şehrin yakınında bir yerde bunlar için birer tekke veya mahalle bulunduğunu söyler.
Edirne, Bursa ve Sivas gibi şehirlerde ise büyükçe bir miskinhâne bulunduğu bilinmektedir.”
Tarihten bir sayfa aralatıyordu adeta bu paylaşım. Gözümün önünde canlandırdım da bahsedilen mekanları, eskiler ne de önemsiyormuş bazı konuları diye mırıldandım kendi kendime.
Paylaşımda, günümüzün mega kentinden bahisle bilgiler ekleniyordu yazıya. Tarih akıyordu adeta dizelenmiş harflerle..
Şöyle geliyordu bir ifade; “Üsküdar'da Karacaahmet mezarlığı kenarında bir miskinler tekkesi vardı. 1927 senesine kadar binası duruyordu (Osman Nuri Ergin, Türkiye'de şehirciliğin tarihî inkişafı, İstanbul 1936, 19). gerçekten, Evliya Çelebi, üsküdar'daki tekkelerden bahs ederken, "birisi de miskinler tekkesidir. tarik-ı amm üzre şehir haricindedir. Cümle mesakin anda sâkin olup nezr ile geçinirler. istese bu kişi eşraftan olsun. zira ellerinde hatt-ı şerif vardır. hiç kimseyi dinlemeyip alıp tekkeye götürürler. Çünkü, diyar-ı rumun cüzzamı bulaşıcıdır diye şehir içinde durmak yasaklanmıştır" (evliya çelebi, seyahatnâme, istanbul 1314,i, 475).”
Hey gidi hey.. Miskinler Tekkesi.. Bu günlerde, karantina alanları için bu sözün kulanılıdğını bir düşünsenize. Ne kadar yalan olur. Evde kim kalıyor ise, yeni yeni uğraşların peşinde. Ekmek yapandan tutunda, tamirata, boya badanaya.. dedikodu yok, can sıkıntısından çalışmak çok yani..
Paylaşıma döneyim. Araya laf sokuşturmadan, sinirleri zıplatmadan. Değil mi..?
Şöyle geliyordu sonrası ifadeler; “Tamamen vakıflarca idare edilen bu müessese, hastaları sağlıklı insanların rahatsız edici bakışlarından kurtarmak ve bulaşma imkânını mümkün mertebe aza indirmek için kurulmuştu.”
Tabii yani. O vakitler şifahane ne kadar olabilirdi ki.. Şimdi her şehirde bir den çok hastane. Pandami için ayrı, normal tedavi için ayrı..
Paylaşımda; “Ayrıca bir şehirden diğerine yolculuk eden kimselerin de daha şehre girmeden kontrol ve muayeneden geçtiği yerlerdir.” denilerek geçen bir cümle geliyordu ki şimdiler geliverdi gözlerin önüne. Şu an tüm Türkiye bu halde, öyle değil mi..?
Yine tutamadım kendimi, tak diye girdim cümle arasına. Döneyim iyisi mi ben paylaşıma..
“İstanbul'da cüzamlılar için tesis edilen miskinhâne (miskinler tekkesi), üsküdar'da Karacaahmet mezarlığının ortasında, iii. Sultan Selim zamanında 9 oda olarak bina olunmuş, 1225 yılında sultan ii. Mahmud tarafından bunlara 11 hâne (ev, oda) ilave edilmişti (m. zeki pakalın, osmanlı tarih deyimleri ve terimleri sözlüğü, istanbul 1971, ii, 546). miskinhâneye evkaf nezâreti tarafından tahsisat ayrıldığı için buradakilerin geçim sıkıntısı ile karşılaşmaları söz konusu değildi.
Her hastaya, miskine iki çift "fodla" (ekmek) ile üsküdar imâretinden çorba, akşamları da pilav, çorba ve et verildiği gibi haftada iki defa pazartesi ve perşembe geceleri tatlı olarak pilav ile zerde verilirdi (pakalın, a,g,e, ii, 546). miskinhâne 1908'de kapatılmıştır.”
Bunca aktarılan tarihi bilgi ardından; “O yıllarda da durum aynı imiş. Zor durumdakine Devlet sahip çıkar imiş..” deyiverdim. Geçmişte salgının adı değişse de, yardımın adı bir.. Zor durumda kalana, uzat elini..
Haydin hoşça kalın.. En kısa zaman içinde, bu illetten kurtulmak dileğiyle..