Ne yalan söyleyeyim; “ Ben okudum, bence siz de okuyun…”
Ne yalan söyleyeyim; “ Ben okudum, bence siz de okuyun…”
.Sosyal medyada, hep kıyamet tellallığı olacak değil ya, bir arkadaş yaşanılanları, üşenmemiş kaleme amış. Pek güzel ve de akıcı bir dille üstelik..
Arkadaş listemdeki, birçok kalbi güzelin okuyup paylaştığıydı, gelen çağrıyı konu alan hikaye..
Şöyle başlıyordu ilk satırlar; “Tavuk dönerim dönüyor. Yağı da şıp şıp akıyor.”
Ağız suyu akıtan bu anlatım, dönerin lezzetinden bahsetmiyordu ya neyse..
Sonrası, “Özlemiş herkes, saat üç oldu ve neredeyse dönerim kalmadı.
Kasada paraları sayarken bir çocuk yanaştı.
‘Abi kaç para?’ dedi.
‘Yarım beş, tam on..’ dedim.
‘Ya çeyrek..?’ diye sordu. Anladım o kadar parası yok.. Dedim ki; ‘sende ne kadar çıkar?’
Saymaya başladı ama hep 5-10 kuruş.
Koy dedim paraları şuraya, sen geç otur masaya. Ustama seslendim:
“Yarım olsun, içine her şey konulsun, ayranda verin, azıcıkta tabağa patates ekleyin’’
Yerken dönerini küçücük ayaklarına baktım. Çıkarmış ayakkabıları, ayaklarını birbirine sürtüyor. Anladım ki üşümüş ısıtmaya çalışıyor. Bugün çok da yağmur yağıyordu, mubarek kuru yer bırakmıyordu.
Kendime bir çay söyledim, müsaade isteyip yanına çöküverdim.
Ayranı niye açmadın dedim. Param yetmez ki abi dedi.”
Sonu merak konusu hale dönüşen hikayenin, ebetteki sonu Türk filmi gibi beklemiyor değil insan..! Öyle ya, bazı paylaşımlar hep böyle başlar, sonrası hayal karıklığı. Sosyal medyada, öyle çok ki, buna ilişkin örnek.. Neyse ki, böyle değil bahsedilenler.
İşitilen her şeyi paylaşıp etrafımızda panik yaşattığımızı unuttuğumuz hallere öyle çok ki tanık oluyoruz ki maalesef, bence böyle hikayeleri sıkça paylaşıp, vicdanen kendimiz de rahat olmalıyız, hem de örnek.. Olur ya, belki başkaları için de, bu anlatılanın tekrarını yaşatabiliriz. Öyle değil mi..!
Hikayeye ara verdim, belki de tam heyecanlı yerinde kestim.. Lakin, söz etmeden fikrimi kaleme almadan edemiyorum. Huyum böyle, ne yapayım..
Uzatmayayım. Kısa keseyim, Şöyle devam ediyordu hikaye;
“Namaz abdest ile, tavuk döner ayran ile dedim, açıverdim.
İçti ne varsa, bitirdi tabağını da. Doymadın sen getireyim bir daha ne dersin deyince, benim yıllardır aklıma gelmeyen o muhteşem şeyi duydum kulaklarımla:
‘’Elhamdülillah abi’’…
Eeee anlat bakalım nereden geldin, nereye gidiyorsun, niye sokaklarda dolaşıyorsun?
Annen-baban ne yapar, evin nerede? diye sordum. Eli ile işaret etti. Evimiz orası işte abi dedi.
Benim dükkanın tam karşısında araya sıkışmış eski bir ev vardı. Ama orası uzun zamandır boştu. Tabii biz açmayınca dükkanı üç aydır görmemişiz. Bu eve birileri taşınmış.
‘’Annem işe gitti. Evleri temizleyip gelecek’’ dedi. Camdan üç gündür beni seyrediyormuş. Kaç defa söylemiş annesine ama annesi hep olmaz diyormuş.
Para biriktirip yiyeceğim diye kafasına koymuş. Akşam annesi de birkaç kuruş verince bugünkü tavuk döner hayali ile uyumuş. Babasını hiç bilmiyormuş. Resmi var getireyim mi? dedi. Kim var şimdi evde dedim. Kimse yokmuş. Anahtarı da yokmuş ama kapı kapanmasın diye taş koymuş. Otur dedim burada. Çay da ısmarlarım sana. Annen gelince gidersin.
Hem bak burada iş de çok bana yardım edersin. Ama önce sana bir ayakkabı alalım, ayaklarını ısıtalım. Aldım ayakkabısına baktım 33 numara. Vardım az aşağıdaki ayakkabıcıya. Döndüm dükkana. Giydirdim ayaklarına. Ama bir sevindi ki yürüyüşü bile değişti vallahi.
Küçücük boyu ile masalarda olanları topladı. Neredeyse bize hiç iş bırakmadı. Bir gözüm onda, bir gözüm karşı tarafta. Hah tamam annesi de geldi sonunda. Aldım çocuğu hemen vardım yanına. Abla korkma dedim, karşı tarafta dükkan sahibiyim. Bugün bize çok yardım etti senin çocuğun. Müsaade edersen akşama hanımı alıp size gelmek isterim.
Yüzüme bile bakamayan abla, buyurun abi dedi. Eşime telefon ettim. Bizim çocuğun kıyafetlerinden istedim. Akşam olunca vardık eşim ile o ablaya. Konuştuk, dinledikçe hem ağladık hem de huzur bulmuştuk.
Kocasını, çocuğu üç aylık iken kaybetmiş. Aslında onlarda normal bir aileymiş. Ama hayat onları bu günlere sürüklemiş. Ev temizleyerek, geçinmeye çalışıyormuş. Aklı hep evde bıraktığı çocuğunda kalıyormuş. Kimsesi de yokmuş. Ama gerçekten belli. Tek odalı evde, bir çekyat bir de halı vardı yerde. Bu eve taşınmış kirası çok ucuz diye. Buzdolapsız ev mi olur? Bu çocuk televizyonsuz nasıl geceleri oturur? Yoktu valla. Bir önceki ev sahibi eşyaları kiraya saymış, ancak öyle bırakmış. Çıktık evden. Eşim ile arabaya binince göz göze geldik birden. Akıllı telefonlarımızın tuşlarına bastık. Birkaç dostumuza ulaştık. Biri televizyon, biri buzdolabı ile yola çıkarken, biz de onlara bol bol alışveriş yaptık. Sabaha çok güzel bir kahvaltı edilsin, akşama da tencerede etleri pişsin. İki saat de her şey oldu. Dolapları doldu. Ben verecektim ama buzdolabını getiren arkadaş elime bir zarf tutuşturdu. O para da ablamıza birkaç ay umut oldu. Çıkarken evden bana söz verdi. Okullar açılıncaya kadar hergün bana yardıma gelecek. Hem tavuk döner yiyebilecek, hem de annesine harçlıklarını götürecek. Şimdi mutlu ve huzurluyum. Bu gece rahat uyurum. Yarında kısmetse dönerimiz şıp şıp akar. Rızkımızda peşimizden koşar. Geriye ne kaldı dilimde? Hepsini geçtim de. Karnımı doyurup ayranı içince,
‘Elhamdulillah’diyeceğim bundan sonra ben de...”
Böyle işte hikaye.. Koronalı günler sonrası yaşanmış, ya da hayal ürünü bir hikaye.. Lakin, böyle yaşamlar öyle çok ki eeeyy Çanakkale.. Hanım ablalar, ağabeyler.. Büyükler, muhtemeldir ki sizlerinde tanık olduklarınız var..
Bundan gayri, daha bir dikkat kesilmeliyiz bence etrafa.. Önceleri boş gibi görülen evlerde yanan cılız ışık, beki benzer hikayelerin kahramanlarını aydınlatamasa da,, gündüz gözüyle belki o kahramanları görebiliriz..
Hani eski komşulukları getirelim bir de akla.. Gece gündüz hal hatır sormadan edemediğimiz günler..Haydin kalın sağlıcakla..