Çocuğun ilk öğrendiği şey gülmek ve ağlamaktır.
Çocuğun ilk öğrendiği şey gülmek ve ağlamaktır. En büyük isteği ise oyundur. Keşke hepimiz çocuklar kadar oynamaya hevesli, gülmeye hazır olabilsek ve gerektiğinde ağlayabilsek; şarkılar söyleyebilsek, her “agu” diyene gülücüklerle karşılık verebilsek, içimizdeki kirleri, zifirleri boşaltıncaya dek gözyaşı dökebilsek...
Hamileyken bir kitap okumuştum.Diyordu ki, bebeğiniz gelince uykusuz, yorgun, bitik geceleriniz olacak.
Neden ağladığını çözemediğiniz bu minik insan, gecenin üçünde var gücüyle bağırarak elinizi ayağınıza doladığında, gözyaşlarına boğulmadan önce bir durun. Derin bir nefes alın. Ve unutmayın.
Bu geçici. Evet, geçici.
Bu gece sonsuza dek sürmeyecek. Sabah olacak.
Sonra nice sabahlar. Ve sonra başka geceler olacak.
Buna hiç benzemeyen.
Bizim genelde bir şeylere çaresizce üzülmemizin sebebi, onları sonsuza dek öyle sanmamızmış.
Kendimizi o şeyin içinde hapis zannediyoruz.
Artık ordayız gibi bir his kaplıyor bizi. Sanki olan, milyonlarca kez tekrar edecek ve yeni bir sayfa hiç açılmayacak.
Kitaptaki cümlede, ‘bunu denizde bir dalga farz edin’ diyordu.
Dalga nasıl gelip geçerse, bu da gelip geçecek.
Sizi bir dağ gibi üzerine çıkaracak.
En tepede en çok acıtacak belki, ama sonra sizi bir baba gibi yere bırakacak. Geçip gidecek.
Dalganın üzerindeyken, dalganın tadına varın diyordu. Evet tadına varın!
O ağlamaları, uykusuzlukları kaydedin. O anın içinde eriyin.
O an her neyse içinize çekin.
Kısaca, teslim olun. Olan oluyor. Bebek ağlıyor. Kokla ağlamasını. Kokla o gece yarısını. Kokla kendinin o halini. Saçlarını.
Bir daha hiç o kadar dağılmayacak olan saçlarını.
Perişan bile olsan. Dalgan geçecek.
Sen, bir macera filmindeki korsan gemilerinin batırdığı iyi insanların filikasındasın.
Fırtına dinince, güneşli bir sabah olacak.
Ve tıpkı o filmlerde olduğu gibi, güzel bir adaya çıkacaksın.
Kısacası, bu yaşadığın bütün hayatın değil. Sadece anlık. Sadece dalga. Her şey şimdilik.
Bunu okuduktan sonra, hayatta böyle anların hepsinde bu dalga benzetmesini kullandım.
Hiçbir şeyi genellemememi, karalar bağlamamamı sağlıyor.
“Hooop dalga geldi” diyorum. “Bu da geçer yahu” diyorum.
Geçiyor da... Yaralar kapanıyor, üzerlerinde çiçekler açıyor.
İnsanın içinden, fısıldar gibi “bu geçip gidecek” demesi yeterli.
Moby Dick’teki kadar büyük dalgalar belki. Ama dalga dalgadır. Üzerine biner ve inersin.
Bazıları seni alaşağı eder, denizin dibine vurduranı bile olur.
Ama kıyıya gider ve orada kendini patlatır. Komiktir hali.
Rüzgarın elini tutarak o kadar yol gelir. Büyür de büyür sonra da bir sahilde son bulur.
İşte o sırada olanın da ömrü bu dalga gibidir.
Demem o ki, ne zaman gecenin karanlığında endişelerle, korkularla, dertlerle, kırıklıklarla baş başa kalırsanız, onlara sarılın.
Yakında yanınızdan gidecek olan bu sevimsiz misafirler, yaptıkları gürültüyle şimdi uykunuzu kaçırsa da, kapıyı çekip gidecekler.
Hep bu odada sizinle kalmayacaklar.
Islak paltoları yerleri ıslatmayacak, çamurlu çizmeleri halıları kirletmeyecek, soğuk nefesleri evinizi soğutmayacak.
Orada oldukları süre içerisinde misafirperver olmaktan bir zarar çıkmaz.
Buyursunlar gelsinler. Madem bu kadar soğuktan geldiler, bir de çorbamızı içsinler.
Nasılsa bir başka gün, portmantodan siyah pelerinlerini alıp çıkıp gidecekler.
Uzaklaşan atlarının sesleri duyulacak.
İşte o zaman biz, iyi ağırladık diyeceğiz.
Kaldığımız yerden devam edeceğiz.
“Her yetişkinin içinde bir çocuk vardır” derler; doğrudur ama hiçbirimiz bu çocuğa ilgi, sevgi göstermez, yaşatma çabası içinde olmaz, arada bir hayatımıza katıp onunla oynamayız. Oysaki çocuk; safiyeti, masumiyeti, coşkuyu, sevinci, neşeyi ve daha birçok güzel şeyi ifade eder. İçimizdeki çocuğu yaşatabilsek, zaman zaman biz de onunla çocuklaşabilsek, hayatımız ne denli güzel, ne denli aydınlık olurdu bilir misiniz?
Siz hiç kaygı, endişe, gurur, kibir, kin duyan bir çocuk gördünüz mü? Eğer biz öğretmezsek korkuyu da bilmez onlar. Her gülenle gülmeye, her oynayanla oynamaya, her uzatılan eli tutmaya hazırdırlar. Dil, din, ırk nedir bilmezler, ayırımsız ve koşulsuz herkesi severler, onlara yakın olan herkesle anlaşırlar. Eğer biz örnek olmadıysak veya aşılamadıysak, kıskançlık, hasislik nedir, onları da bilmezler.
Çocuklardaki saf, temiz, aydınlık, pırıl pırıl ve coşkulu bakışı herhangi bir yetişkinde bulabilmek olası değildir. Her bakışları, her davranışları, içlerindeki masumiyeti ifade eder. O masumiyet içinde hiç kimseden kötülük beklemez, tüm insanlara karşı güven duyarak yaşarlar. Hesap bilmez, çıkar bilmezler. Bakkala gider, avucunu açar, “Amca bana bir şeker ver, parayı da buradan al” derler. Onun şekerine boya katan, glikozla tatlandıran, bire aldığını ikiye satan amcalarına kızmazlar bile; onlar şekeri almanın mutluluğunu duyarlar yalnızca...
Çocuklar her koşulda mutludurlar. Aynı olgun insanlar gibi kendilerine karşı yapılan kötü davranışları, onur kırıcı tutumları sorun etmez, kavgaya, mücadeleye girişmezler. Bir bebek için lehine veya aleyhine yapılan konuşmalar hiçbir şey ifade etmez, her ikisine de gülümser. Anneden, babadan, aileden gördükleri aşırı sevgiye rağmen kendilerini hiç kimseden büyük görmezler, gösterilen ilgiden gurur duymazlar. Çok sevildiklerini bildikleri halde kendilerini kibre hiç kaptırmazlar.
Aman Ya Rabbim; insanın çocuklaşması, kendi içindeki çocuğu ortaya çıkarıp onunla oynaması, çocuğun masumiyeti ve safiyetini paylaşması muhteşem bir güzellik… Çocukla oynarken yarışa girişmiyorsun, kendini ondan üstün görmüyorsun, “Ben senden daha büyüğüm, senden daha çok şey biliyorum, senden daha güçlüyüm” demiyorsun. Çocuğa yalan söylemiyorsun, hesap tutmuyorsun, çıkar telaşı içine girmiyorsun... Keşke ben dahil hepimiz, diğer insanlarla olan ilişkilerimizde çocuklarla olduğumuz gibi olabilsek.
Çocukları kendinize örnek alınız, çocuklarla arkadaş olunuz, içinizdeki çocuğu unutmayınız, yaşatınız... 70 yaşını bile aşsanız çocuklaşmaktan vazgeçmeyiniz. Çocukların arasına giriniz, çocuklarla arkadaşlık yaparak siz de mutlu bir çocuk gibi olunuz. Yaşamın gerçeğine ve gerçek olgunluğa ancak çocuklar gibi yaşadığınız zaman ulaşırsınız.