Şimdi zihnimde, ruhsal varlığımda ve bedenimde, taşımakta olduğum geçmişe açılıp, onu özgürleştirmek istiyorum. Ve soruyorum şu an benim ihtiyacım nedir? Tam da şu anda ne olsa bana çok iyi gelir?
Şimdi zihnimde, ruhsal varlığımda ve bedenimde, taşımakta olduğum geçmişe açılıp, onu özgürleştirmek istiyorum. Ve soruyorum şu an benim ihtiyacım nedir? Tam da şu anda ne olsa bana çok iyi gelir?
İçimdeki ses şöyle diyor;
Hep hayalimdeki o yeşil devin gelip beni omuzlarına alıp yolun karşısına geçirmesi ne kadar güzel olur. O omuzlardan her şeye ışık tutarak izlemek, seyretmek ne kadar dingin bir his yaratıyor bedenimde. İçinde bulunduğum evde.
Bugünlerde metanet kelimesi ile çok fazla çalışıyorum. Uzun uzun düşünüp tefekkür etmeye çabalıyorum bu kelimeyi. Hep aklıma tek bir cümle geliyor çalışma sırasında;
Kendine ışık tut.
Kendi bedenine ışık tut.
Kendi evine ışık tut.
Bu cümleyi her tekrarladığımda kendime olan direncim ile karşılaşıyorum.
İçsel benliğime karşı olan direncime bakıyorum ve hep soruyorum nerede kazandım bu özelliği acaba? Ne zaman buraya baksam hep bir yetersizlik giriyor devreye. Aslında her şeyi kendi kendime yapıyorum, dışarıdan hiç kimse veya hiçbir güç bana bir şey yapmıyor.
Hikayenin parçaları ile uğraşmaktan bütünü göremiyorum ya da bütünden bakmaya çalışırken parçalarda kayboluyorum.
Hayatlarımızda artık bize hizmet etmeyen her şeyi bırakmak istediğimizde en derinlerdeki korkularımız birdenbire ortaya çıkmaz mı? Bugüne kadar neyi çalışmadıysak, o kapı, o kapak açıldığında her şey üst üste geliyor.
Bazen sorunun başlangıcını yeniden yaşamak, çalışmak yeterli oluyor. Bazen de daha ziyade önemsiz bir başlangıç buluruz kaçmak için, yani bir bakmışız kendimize bir sürü duvar örüp içinden çıkamayacak zor setler oluşturmuşuzdur. Sonra yine kendi çaresizliğimizin kurbanı rolüne girmiş buluruz kendimizi.
Kendi kendinin yakasını bırakmak, kendine izin verme yolculuğu bu. Kendine olduğu gibi neyse o olmaya izin vermek. Söylemesi kolay, yapması emek ve sabır isteyen, ne yaptığını bildiğini sandığın ama her an, yaptığının katmanları ile karşılaşabileceğin, yaparak “yaptığının ne olduğunu anladığın” ve yine sandığın… Sanmaktan vazgeçip, olana teslim olana kadar savaştığın bir yol.
Savaşırken, silahlarını tanıdığın, savaşın da, direnişin de, teslimiyetin de, ayrı ayrı öğrettiği sihirli macera… Birinin diğerinin önüne geçemediği. Fazlalık hiçbir parçanın olmadığı, yanlış diye bir şeyin olmadığı. “Tekrar” sandığından bile yeni şeyler öğrendiğin ve aslında tekrarın hiç olmadığı..
Geçmişin ve geleceğin de sürekli nefes aldığı, senin her bir halin ile dönüşüp değiştiği. Sabitliğin fikirlerde bile sabitlenemediği. Doğrunun kişiden, halden, ortamdan ortama değiştiği.. Ben dediğinin sürekli değişen bir renkler topluluğu olduğu, yanardöner…
Sihirli bir varoluş hikayesi, anlatılmaya başlanmamış, masal içinde masalın kendini var ettiği.
Yaşayanın bir diğerinin kulağına fısıldadığı!
“Shhh! Masaldayız!”
Sessiz bir gülümsemeyle etrafa bakıp, katman katman gelen ılık hava akımları arasından en serinini burnundan içeri çekerek,
“Evet!” dediğin bir masal…
Gerçeklik algısını değiştirmek, “acı”yı tek gerçek olarak kabul etmektense sıradan duygular arasına koymak, bizim değerimizden almaz. Asalet acıdan geçmez. Bilgelik acıdan geçmez.Herkes şimdiye kadar tam aksini söylemiş olsa da, “en muhteşem”, “en öğretici” tek duygu acı değildir. Acıyı kaldırmak kadar, mutluluğu kaldırmak da zordur. Kötü-çirkin olana katlanmak kadar, sürekli olarak güzel ve iyi olana da katlanmak da zordur.
Sürekli aynı noktada, aynı frekansta titreşen “her şey” dengeni, ruh halini, seni kırar! Yıkımın bu sefer iyinin ellerinden olur.
İşte bu yüzden, duygulardan birini diğerinin önüne koyma. Birini yüceltme. Günü gelir kötü dediğin iyilik, iyi dediğin kötülük yaratır. Çünkü sabit her titreşim, senin algını ve bütününü bozar.
Sabit olan hiçbir şey yoktur çünkü. Düşüncen, isteğin, nefesin, görüşün, dünya bile…
Olduğun gibi yaşamaktan başka şansın da yoktur aslında. Ama yine de, sonuna kadar savaşırsın, sonuna kadar direnirsin. Olsun, bu da yolun kendisi. Bu da yolun öğretme tekniği, seni kendine tanıtma taktiği.
Yaşam, canlıdır. Sen gibi.
Ve bir şekilde o da, kendini ifade etmek ister, anlatmak ister.
Onun yolu da sana alan açmaktır. Sana alan açtıkça hem kendini tanıtır, hem kendini ve seni tanır, hem de sen kendini bilirsin.
Yaşamı dost edinirsen, o zaman o “yaratım” dediğine nail olursun. Sana alan açana hürmet eder doğasına saygı duyarsan, o sana seni anlatırken dürüstlüğüne ve yargısızlığına güvenirsen, onu yol arkadaşı edinirsen, beraber bir dünya, bir yaşam inşa edebilirsin.
ayrıştırmadan, ötelemeden, sabitlemeden, sanmadan.. Sadece izleyerek, sadece tanık olarak.
Gerçek bir dost gibi…SEVGİYLE KALIN…