Yine bildik bir isim, yine usta bir kalem.. Attığı başlık, tam da buydu; “Kadınım..”
Yine bildik bir isim, yine usta bir kalem.. Attığı başlık, tam da buydu; “Kadınım..”
Kayserili meslektaşım Mehmet Uzel yazmış ve benimle paylaşmıştı bir güzel yazısını daha..
Yazısının başlığını okuduğum anda, İlk aklıma gelen isim oldu, her daim rahmetle andığım usta, merhum Teoman Alpay.
Eeeey Çanakkale… Eeeey Türkiye; ‘Kadın!’ şarkısını hatırladınız değil mi?
“Yok unuttum” oldu ise şayet yanıtınız; meslektaşım Mehmet Uzel’ in ifadelerinin sonrasında, o muhteşem sözleri hatırlatırım sayfamda…
Lakin önce, mesleki büyüğüm Uzel’ in düşünceleri ve de yazıya döktükleri diyeceğim,müsadelerinizle..
Şöyle geliyordu ilk satırları; “Kadın erkeğin canı sıkıldığında stresini atabileceği başka birine ya da bir olaya olan kızgınlığının acısını çıkarabileceği bir araç bir eşya..”
Hakikaten de, öyle görülen bir canlı birilerine göre, son yıllarda bizlerde Kadın…
Araya girmeden, yorum yapmadan duramıyorum. Bu da benim pis huyum.. Döneyim meslektaşım Mehmet ağabeyin yazdıklarına..
-“Kadın konumunun hayatımızdaki yerinin sağlamlaştırılması için bu kadar çalışma, koruma kanunları, farkındalık yaratma projeleri...
Hani nerede ? Bunlar kadını bir yere taşıyamamış. Hele de erkeğin "hak etti" savunması, pişkinliği..
Bu şekilde hayat devam ediyor.. "Şiddet kötüdür, kadına el kalkmamalıdır. Ama yaparız bazen. "anlayış bu!”
Geçen zaman kazandırmamış, ileri götürmemiş kadını. Kadına sahip çıkmak zor olmamalı..
Güçlü kadınlar şikayet ediyor, olayı basına adliyeye taşıyor. Ya diğer kadınlar ?
Kim bilir ne kadar yaygındır sesini soluğunu (elalem) meselesi yüzünden sessiz kalanlar, gizleyenler, her evlilikte böyle şeylerin olabileceğini düşünen...
Hangi işi yaptığının,karakterinin, hobilerinin bir önemi yok..Kadın mı tamam ! Ötesi yok.
Kadın..Her türlü aşağı..sosyolojik bir hastalık !Toplumun yarası !İyileşmiyor çünkü hastalık kabul edilmiyor.”
Genellemek elbet doğru değil, lakin gözlenen tam da bu değil mi son yıllarda..”Mehmet Uzel’ in İfadeleri belki sert, belki çok açık ve net.. Ne var ki, tam da bu…
Düşündüklerini kaleme alıp, yazıya döküveren sayın Uzel; “Önce kadın görmeli bu gerçeği, aciziyetin kendinde değiş erkekte olduğunu.” diye giriyordu söze ve başlıyordu yazmaya..
Tam da şöyle; “Çocuklarına sağlıklı bir uygarlık bırakabilmek için konuşmak için gerektiğini..Kadın kendine değer vermeli,insanca yaşamanın peşine düşmeli.İnsan olduğunu herkesten önce kendisi kabul etmeli.Kişi kendine nasıl bakarsa çevresindekiler de öyle görür.
Erkeğin çekirdeğine işlemiş kadını küçük görme anlayışı.Çevrenin ona verdikleri,kendini yetiştirememesi ,toplumun erkeği gereğinden fazla yüceltmesi..Bunlar olmalı erkeği bu kadar kof,boş kılan.Sevmeyi bilmemesi,sevgisini gösterememesi...Özelikle de sevdiği kadına bunu yapması enteresan.Dışarıdan bir kadına ya da erkeğe değil, kendi sevgilisine,hayatındaki en özel insana,şiddet göstermesi..
Kadın hep suçludur anlayışa göre, ne yapsa kanahattir..Kadın kısıtlanan,hor görülen,yetersiz..Doğuştan kaybetmiş..Biz uygar mıyız şimdi ?
Uygar olduğumuzu söylemek kolayda sergilemek zor galiba.<<<<<oysa kadın toplumun yarısı, erkeğin bir parçası...Üreten çalışan,kalbi olan,hayalleri olan bir insan..” diye..
Özetlenen varlık, aynı zamanda anne olduğunda, ayaklarının altı cennet olandır. Öyle biliriz.. Öyle de severiz kadınımızı..
Güne nokta atmayacağım bendeniz.. Dedim ya baştan, şimdi sıra, Merhem Teoman Alpay’ ın ölümsüz eserinde… ‘Kadın…’ da…
“Sürülmez sefâ Çekilmez cefâ Beklenmez vefâ Gibisin kadın
Bilinmez hece Sonsuz işkence Sanki bilmece Gibisin kadın
Uzun bir destân Solmaz gülistân Sevene sultân Gibisin kadın
Bazen bir çiçek Bazen kelebek Bazen de melek Gibisin kadın
Sevgiye kanmaz Aşka inanmaz Aşktan usanmaz Gibisin kadın
Gönüllere tâç Rûhlara ilâç Aşkıma muhtâç Gibisin kadın”