İnsan yalnız kalınca çok şey düşünürmüş derler ya doğru bende yalnız kaldığım zamanlardan beri uzun süredir «yaşam amacı» üzerine düşünüyorum.

İnsan yalnız kalınca çok şey düşünürmüş derler ya doğru bende yalnız kaldığım zamanlardan beri uzun süredir «yaşam amacı» üzerine düşünüyorum. Vardığım yer şu: İnsanın becerikli olduğu konuda seve-isteye çalışması, bu esnada hayatını kazanması ve ortaya koyduklarının fark edildiğini, takdir edildiğini görmesi. Yaptığını faydalı ve doğru, kendini işe yarar bulması şartıyla! Psikolog ve psikiyatrların konuya dair yazdığı kitap, yayınladığı makale sayısı hiç mütevazı değil. Çoğu, insanın yaşam amacını nasıl bulacağını öneriler sıralayarak açıklıyor. Uyarıları ortak: Yaşam amacını bulmak kendini çok iyi tanımayı gerektirdiğinden acele etmeyin!
Peki insan kendini çok iyi tanıması yaşam amacını gerçekleştirmesi için yeterli mi? Nelere yetenekli olduğunu, neleri en severek yaptığını bilirse yaşam amacına ulaşır mı?
Gördüğüm kadarıyla hayır. Çünkü yaşam amacını bulmak, gerçekleştirmek anlamına gelmiyor.
Yaşam amacını gerçekleştirmek için iki koşulun yerine gelmesi gerekiyor. İlki yetenek-istek buluşmasının gelir yaratabileceğine inanmak. İkincisi, gerçekten iyi bir işe yaradığını görmek.
İnsan yetenekli olduğu ve sevdiği alanları, uzun zaman alsa da bulabilir ve harekete geçebilir. Ancak bunları icra ederek hayatını kazanabileceğine inanmıyorsa, yetenekleriyle ortaya koyduklarını paraya çevirmesi mümkün değil. İlk koşul bu: Kişinin yaşamını sürdürmesi için gereken temel ihtiyaçları, yetenek ve isteklerini buluşturarak karşılaması. Mutfakta tutkuyla harikalar yaratan, ama yemeklerine kimsenin beş kuruş ödeyeceğine inanmayan birinin, hayatını yemek yaparak kazanması düşünülebilir mi?
İkinci koşul, «kendini işe yarar hissetmek». Ama «iyi» bir işe! Kaçınılmaz olarak devreye başkaları giriyor. Yaptıklarımız herkese değil ama birilerine değdiğinde, onları memnun ettiğinde doygun hissediyoruz. Aksi halde, istediğimiz kadar yeteneklerimizi sergileyerek sevdiğimiz işler yapalım, kimseye değmeyen, kimsenin umurunda olmayan eylemlerimizin taşıdığı para çuvalla da olsa, içine düştüğümüz boşluğu doldurmuyor. 
Benimde nedendir bilmiyorum ama, benim atlar kışın koşmaya başlıyor.
Aklıma şarkılar, fikirler, anlatacak, yazacak şeyler geliyor birdenbire.
Sanki yazın bir kertenkele gibi güneşlenip, kuruyorum da sonbaharla birlikte bereketli yağmurlar başlıyor.
Bu sabah uyandığımda, kulaklarımda çalan yeni bir şarkı, içimde ise çalışma azmi ve   heyecanı birleşti.
Çalışmak, yapabildiğini yapmak ne güzel şeymiş.
Koronayla başlayan ve yazın tüm hızıyla devam eden ‘donup bakakalma’ sürecim yerini kımıltılara bıraktı.
Hani bazen başka yoldan gelirken eve, fark etmediğin şeyler görürsün ya, onun gibi oluyor bazen bu süreç.
Hayat devamlılığı başka yollara saparak sürdüğü için, ne bileyim evde kalarak, bir yere gidemeyerek, maskesiz dolaşmayarak, sevdiklerini kollayarak...
Biz de başka şeyleri görmeye başladık.
Ne önemli bizim için mesela.
Ne seviyoruz, ne istiyoruz, neyi kesinlikle istemiyoruz...
Neye dönmek istiyoruz, neye istemiyoruz. İçimizde gargara gibi çalkalanıyor bence bunlar.
Bizim ev merkezden az uzak, doğaya ve havaalanına yakın, o yüzden ben pek inmiyorum da merkeze.
Fakat içimde şarkılar çalar çalmaz koşuyorum hemen kordona.
İşte insan onu hareketlendiren şeylerin farkına varıyor.
İnsan en azından kendini tanımış olarak geçmeli şu dünya misafirliğinden.
Belki de oturup yazmalı.
Şunları daha çok yapayım, bana iyi geliyor listesi yapmalı mesela.
Ya da şunlara dikkat, bedenimde sıkışma yapıyor dediği şeyleri bilmeli.
Kendimizi pamuklar üstünde taşımalı, sarıp sarmalamalı, sevdikleri ve başkaları için var olan o varlıktan çıkarmalıyız.
Bencillik demişler yanlış demişler bence, ‘benci’yim başka bir şey. Benci olmamız iyi.
Kendine benci olan, sevdiğine de senci olur çünkü.
Hayat oyununda en büyük ödüllerden biri, başkasını mutlu etmek.
O duygu paha biçilmez. O duyguya varan yol, kendini mutlu etmekten geçiyor ilk.
Viktor Frankl ne güzel demiş, “Önemli olan başımıza gelenler değil, başımıza gelenlere verdiğimiz cevaptır” diye.
Başımıza gelenleri hayatın zarları belirler çoğunlukla.
Onu eve buyur etme şeklimize ise kimse karışamaz.
Zor zamanlardan geçmeye devam ediyor bütün dünya, her türlü kayıp hayatın normali oldu, sevdiğimiz bazı şeyleri dışarıda bırakıp evlere girdik.
Bir virüs peşimizde.
Önemli olan, bizim buna verdiğimiz tepki ne?
Kapanıp evlere bağırıp çağırıp yakınmak mı, yoksa “Peki şimdi yüreğimi ferah tutabilmek için ne yapabilirim acaba” diye sormak mı?
Sorunca cevaplar da geliyor, şarkılar da.