Zamanında davranmasını bilmedikten sonra konuşmanın hiçbir faydası yoktur.
Zamanında davranmasını bilmedikten sonra konuşmanın hiçbir faydası yoktur.
Konuşmak iyi bir eylem olabilir ama, zamanında yapılmayan hiçbir davranışın sonradan konuşmak gibi telafisi bence yoktur. Sonuçta insanların davranış eylemlerinin nedeninin ve sonucunu inceleyen davranış biliminde bile bilimciler insanı kabaca ikiye ayırmış.
“İçten referanslı” ve “dıştan referanslı” diye.Konuşmak iyi bir eylem olabilir ama, zamanında yapılmayan hiçbir davranışın sonradan konuşmak gibi telafisi bence yoktur. Sonuçta insanların davranış eylemlerinin nedeninin ve sonucunu inceleyen davranış biliminde bile bilimciler insanı kabaca ikiye ayırmış.
Genellikle, insanları öyle kasap gibi ikiye üçe ayırıp düşünmeyi sevmem ama bu hoşuma gitti.
Etrafımdakilerin net bir şekilde, bu ikisinden birine ait olup olmadığını ayırt edebildim.
Dıştan referanslılar, başkalarının hakkında ne düşündüğünü hayatının merkezine koyanlar.
Başkalarının gözündeki imajları onlar için en önemli şey.
Başkalarının onları beğenip beğenmemesi tek kriter.
Nasıl görünüyorum, yaptığım bu hareket ‘dışarıdan’ nasıl algılanıyor?
Dıştan yanmalı diyorum ben bu insanlara.
Çünkü benzin kendisinde değil, diğerinde.
Başkalarının gözünden (evet o kadar uzaktan) kendilerine bakıyorlar.
Eğer oradan görünüş iyiyse, iyidir diyorlar.
Kendilerinin ne hissettikleri önemli olmuyor.
Kendilerini ancak, dışarıdan iyi algılanıyorlarsa, iyi hissediyorlar.
İç referanslılarsa, bir şeyin sadece kendilerini nasıl hissettirdiğine bakanlar. Onu önemseyenler.
“Ben bunu böyle mi seviyorum yoksa şöyle mi” diyenler.
Kendileri için olanı, kendi iç terazilerinde tartıp karar verenler.
Kendi gözlerinde nasıl göründükleri önemli.
“Kendimi böyle mi daha çok beğenirim, şöyle mi” diyenler.
İçten yanmalı bu insanlarınsa, benzinleri içlerinde. Gidip dışarıdan doldurmaları gerekmez.
Sosyal medyada, bir imaj yaratmaya çalışan bir profil görürseniz bilin ki o insan ‘dıştan yanmalı’dır.
Yok eğer hayatını olduğu gibi, diğerleri ne düşünürse düşünsün edasıyla paylaşıyorsa, anlayın ki ‘içten yanmalı’dır.
Diyeceksiniz ki, senin benzin nerede?
Ben sağa sola çok fikir sormakla birlikte, hep kafamın dikine gidenlerdenim.
Çoktan vermiş olduğum kararları, katlar cebime koyar, bazen kapı kapı fikir sorarım.
O turu yapmadan, cebimdeki kağıdın yoluna düşmüyorum bazen.
İçten yanmalıyım, her şeyi ilk kendime soruyorum.
İlk kendimi kendime beğendirmeye çalışıyorum.
Bir şarkı benim yüz kere daha dinlemek isteyeceğim bir şarkı değilse, ‘başkaları sever’ diye çıkaramam onu.
Bazen benim çok sevdiğim bir şarkıyı, başkalarının sevmediği de oldu.
Eğer kesişirsek ne mutlu, ama kesişmezsek kendi yolum, benim nasıl hissettiğim bakacağım ilk şey olur.
Belki zamanla da artıyor içten yanmalı benzinin.
Eskiden, ne bileyim ortaokulda mesela, dışarıdan nasıl göründüğüm daha önemliydi.
Sonraları başkaları flulaştı, matlaştı ben daha parlar, daha büyür oldum gözümde.
Belki kendine güvenin arttıkça, daha fazla içten yanmalı oluyorsundur.
Hani bazen sokakta birine rastlarız, kıyafetleri hiç ‘bize göre’ değildir.
Fazla parlak, fazla renkli ya da çok sade gelebilir.
Fakat içindeki insana bakarsınız, o kıyafetle tamdır.
Dışarıdan tuhaf görünen sporlardan, hobilerden, seyahatlerden, kitaplardan heyecanla bahseder.
Ne bileyim, mezarlıkta kitap okumayı sevebilir, Saros’tan denize atlayabilir, Kars’a trenle 20 saat yolculuk edebilir.
Yazın keçeden terlikle gezebilir ya da mesleğinin masal anlatıcılık olduğunu gururla söyler.
Dışarıdan nasıl göründüğü önemli değildir, o şeyin ‘kendisini’ nasıl hissettirdiği önemlidir sadece.
Şimdi düşününce hayatımda seçtiğim, beğendiğim, ilham aldığım, yanımda olsun istediğim insanların çoğu ‘içten yanmalılar’.
Demek ki üzüm üzüme baka baka kararıyor biraz da.
Özümüze dönmek gibi bir şey olmalı bence bu davranış biç imlerini ayırmak ve anlamaya çalışmak ve ben her zaman oluruna bırakmayı sevmişimdir. Sadece akmasına izin vermek bazen… İçimizdekinin varoluşuna tanıklık etmek. Hiçbir duygu barındırmadan dışarıdan izleyebilmek… Her varlığın içindeki o Tanrısallığı görebilmek. Ben Tanrısallık ya da Allah’ın hikmeti dediğimde bu kelimelere takılmayan, her ikisinin de anlamındaki ÖZ’de buluşabilen bir dünya… Sadece kalpten bir anlayışın hâkim olduğu, kelimelerin ötesine geçebilen bir üslup ve dünya anlayışı düşlüyorum kardeşim.
Mümkün olacak mı? Karşındaki kişinin kalbine güvenebilme imkânı… Çok zor değil aslında. Hepimiz bir zamanlar buna sahiptik. Yavaş yavaş dünya oyununda değiştik, dönüştük. ÖZ’ümüzden uzaklaştık.
Ama şimdi?
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde belki de tam ŞİMDİ yuvaya dönme zamanı kardeşim. Bak neler anlatacağım? Zaman zaman nasıl hatırladığımdan dem vuracağım. Kendi bildiklerim sana da ilham olur diye AŞK’la paylaşacağım.
Yuvan neresi mi?
Ruhun… Belki de sesini duymayı çok önce unuttuğun ruhun… Ara ara hatırlatmaya çalışıyorum. “BİZ buradayız” dediğimde her defasında, “milyarlarca ruh kardeşinle seni kucaklamak için buradayız” diyorum. Büyük bir varoluşun parçaları olduğumuzu bil istiyorum. Çok şükür ki gün içinde bana bunu hatırlatan mesajlar alıyorum, ben de seninle paylaşmak istiyorum. Belki içinde bir yerlerde bildiğin, bilmesen de hep hissettiğin şeyleri başkasından da duymaya ihtiyacın vardır. “Benim gibi düşünenler var” demek istiyorsundur dünyaya. İşte ben bunun için burada BİZ’e hizmet etmekten son derece memnunum. Kendimden, senden, BİZ’den ve yaradılıştan razıyım. Tabi ki değişmesini, dönüşmesini dilediğim onlarca şey var ve bunlar için çabalamak, hayatımı anlamlı kılıyor. Çünkü ruh yolum, hayat amacım, varoluş nedenim… Yaradanın bana bahşettikleri o kadar güzel ki, nasıl saklayabilir, sakınırım senden. Dünyaya hediyelerimi sunmak ve paylaşmak için hevesliyim kardeşim.