SİZDE BU RUH HASTALIKLARININ EN BÜYÜĞÜNE YAKALANABİLİRSİNİZ.

Geçmişle yaşamak en ağır ruh hastalığıdır.
Eğer yenemezsen,asla yeni bir gelecek yazamazsın..!“ demiş * Sabrina Jefries” aslında düşününce nede güzel söylemiş bence.
İnsan ruhunu en iyi okuyanlardan, büyük sufi Mevlana da ne güzel söylemiş vaktiyle: Düne ait ne varsa/Dünle gitti cancağızım/ Bugün artık yeni şöyler söylemek lazım.
Düne, geçmişe takılıp kalmanın, onu takıntı haline getirmenin bugüne, şu âna vereceği zararlar tahminimizden de büyük! Geçmiş takıntısı en çok ilişkilerde yaşanıyor. Psikoloji ilminin 'rektoaktif (geçmişe dönük) kıskançlık' diye kodladığı rahatsızlık ise uzmanlara göre günden güne artıyor. Nedeni ise eski defterleri deşmeye müsait zeminiyle sosyal medya.
Eski eşin, eski sevgilinin neredeyse anne kızlık soyadına kadar araştırılıp, hafiyelik yapmaya kadar varan bir rahatsızlık bu. "O benden daha mı iyiydi, onu benden daha mı çok sevdin, özlüyor musun" gibi çoktan maziye gömülmesi gereken ama zihni yiyip bitiren kıyaslama halleri ise retroaktif kıskançlığın en masum soruları. Pakette çok daha tehlikeli sorular var çünkü! Sonu içinden çıkılmaz ve ilişkileri bitirecek bir saplantıya kadar varan rahatsızlık hafife alınacak gibi değil.


GEÇMİŞ KIRGINLIKLAR
Geçmişi merak etmenin, belli bir düzeyde normal kabul edilebileceğini söylüyor uzmanlar ama işin çığırından çıkıp, bir saplantı haline geldiği ve ilişkileri tarumar ettiği bir nokta var: "Belli bir düzeyde görülmesi oldukça normaldir. Birçok insan eşinin ya da sevgilisinin önceki ilişkisiyle ilgili düşünceleri aklından geçirebilir. Ama eşlerden biri, partnerinin eski ilişkisini hiç aklından çıkaramıyorsa, sürekli eşini bu konuda sorgulayıp, ayrıntıları öğrenmeye gayret ediyorsa, tartışmalara, kavgalara sebep oluyorsa iş psikolojik bir sorun haline gelmeye başlamış demektir."  Sosyal medya tek tuşla insanların en özel bilgilerine ulaşabileceğiniz bir alan. Geriye dönük kıskançlıkta şüphe ve kaygıyla kişilerin yöneldiği araştırma ihtiyacı için uygun bir hafiyelik zemini. Kişi, eşinin eski partnerinin fotoğraflarına bakmak, herhangi bir paylaşıma 'like' alıp almadığını kontrol etmek, eski arkadaşlarla ilişkinin seyrini takip etmek gibi davranışlarını daha çok sosyal medya üzerinde gerçekleştiriyor artık günümüzde. Sosyal medyada sörf yaptıkça da kaygıları yükseliyor, şüpheler artıyor, hatta paranoid düzeye erişiyor.Yaşanan kıskançlık duygusu bugüne ait değildir. Böyle kişiler geçmişinde güvenli yakın ilişkiler kuramamış, kurduğu ilişkilerde terk edilmiş, bu nedenle incinmiş kişilerdir. Bilinçaltına yerleşmiş bu korkulara ve şemalara yönelik farkındalık artırıcı terapi yöntemleri, ilişkide güveni artırmaya dönük bir takım uygulamalarla bu sorunlar aşılabilmektedir.
Bende yıllar önce bu açıklamalara benzeyen  bir yazı yazmıştım.Her ne olursa olsun kimsenin hayatında dertsiz baş yok. Dertlere yaklaşan yollar var.Bunu düşünürken aklıma gelmişti bu hendek meselesi.Hani Orta Çağ şatolarında, prensesi koruyan ejderhalar olur.Onlar şatonun kapısının önündeki hendekte bekler.Bu görüntü vardı kafamda. İnsan derdiyle arasına, anakaradan kopmuş giden buz kütlesi gibi bir mesafe koyabilir mi diye bakıyordum.
Bazen başarıyordum, bazen derdin buzu yapışıyordu kımıldamıyordu.
Bu hafta da bir kitap okurken aklıma geldi bu yazıyı yazmak . Okuduğum kitabın adı (Gevezelik) ti. Ethan Kross yazmış bu kitabı ve bu kitapta beni ençok dikkatimi çeken bir cümle oldu.  Şöyle yazıyordu o cümlede:
Kitabın yazarı kafamızdan dakikada geçen dört bin kelimeye bakmış önce.
Kendimize neler diyoruz. Sonra bu laklak negatife dönüp, bizi girdap gibi içine çekmeye başladığında ne yapmalı onu araştırmış.
Hem kendim sıklıkla, hem de tanıdığım bir çok kişi bu dertten mustarip.
İç konuşmaların bazen insanı olmayacak endişelere gark ettiği bir gerçek.
Bir kere şunu söylemiş ve ne yazık ki katılıyorum: “İnsan anda yaşayan bir canlı değil. Genlerine, biyolojisine, evrimine, beynine her şeyine ters anda kalmak. İnsan ne yaptıysa, geçmişe bakıp gelecek dersleri çıkararak yaptı.”
Dikkat ederseniz, günün herhangi bir anında içinizdeki sese kulak verdiğinizde, onun ya geçmişten ya da gelecekten dem vurduğunu duyarsınız.
Ya geçmişi çekiştirir ya da gelecek dedikodusu yapar. Oturmaz yani oturduğu yerde.
O yüzden yeni çağın anda kalma hayalleri evet nefesle, farkındalıkla ara sıra başarılsa da, makinenin geldiği yazılım anda kalmıyor.
Peki ne yapalım?
Oradan oraya savrulalım da dertlerimizde mi boğulalım?
Hayır, hayır tabii ki. Akıllıyız biz.Oradan da çıkmanın yolları var ve uygulayabiliriz.
Ben kitapta önerilen metotlardan bazılarını, bilmeden yıllardır uyguladığımı fark ettim.
El yordamıyla keşfetmişim. Bakmışım ki işliyor, yapmaya başlamışım.Hepsine yer kalmayacak bu hafta. Bölerek yazacağım belki bende. Bu benim konularımdan biri ve sizinle paylaşmayı, uzun uzun anlatmayı çok istiyorum.Bir derdiniz mi var, onu kar topu gibi tepeden büyüte büyüte yuvarlamak yerine mesela şunu yapabilirsiniz: Zamanda yolculuğa çıkın ve şu halinize 5 sene sonradan bakmayı hayal edin.Şu an içinde olduğum ve beni ters dönmüş böcek gibi çaresiz bırakan bu durum, 5  sene sonra geçmiş gitmiş bir anı olacak.
5 sene sonra, kızımın ateşlendiği bu geceyi düşünüp, “Ah geceleri ateşlenirdi ben de başında beklerdim” diye anlatacağız.Bugün olan talihsizliğe, “İşimi kaybetmiştim, ne yapacağımı da bilemiyordum” diyeceğiz. Şimdi kırılan kalp, “Ayrılmıştık, yapayalnızdım bir daha da kimse olmaz artık diyordum” diyecek bize.Kendimizi bir girdaba girmiş, aşağılara inerken bulduğumuzda, 5 sene sonraya ışınlanalım. Oradan bakalım bugüne. Küçülsün bugün, büyüsün hayatın tamamı.Daha bir çok yolu var, bugünü cüceleştirmenin.Sevgiyle Kalın…