Hiç sevdiğim bir şey değildir ve çok alışkın da sayılmam ama adeta zaman öldürüyorum bugünlerde.
Hiç sevdiğim bir şey değildir ve çok alışkın da sayılmam ama adeta zaman öldürüyorum bugünlerde. İnternette, sosyal medyada upuzun ve faydasız mesailere giriyor, hiç izlemediğim kadar dizi izliyorum bir haftadır (ortalama 40 dk.lık diziler, günde ortalama 3-4 bölüm). Kafayı boşaltma anlamında iyi geliyor gibi göründüğü de oluyor; sosyal medya zaman akışını ikide bir yenileyerek o küçük ekranda tatmin olmaya çalışıp, tabii ki olamayıp içimin daha da sıkıldığı, dizilerde ise bir bölüm bittiğinde başlamadan önceki hâlimden daha da bulanık bir hâle geçtiğimi fark edip hemen yeni bir bölüme geçerek saçma bir kısır döngüye girdiğim de...
Ne yazacağını bilemeyen, bir konudan girip biraz yazdıktan sonra beğenmeyip duran, diğer olası konuların da hiçbirinde akamayan Burcu ne yapar, ne yazar sayın seyirciler?
Hele ki bu Burcu hafif depresyonumsudaysa, şu an yaşama dair hiçbir şey içini fazla kımıldatmıyorsa ve genellikle yazma süreci içindeki heyecanın dışavurumu olarak tezahür ediyorsa, şimdi bu heyecanın yokluğunda ne anlatır bu kadın?
Depresyonumsusunu anlatsa çok mu bayar acaba... Deneyelim...
Depresyon diyorum çünkü bir süreliğine, her şeyin anlamsız ve sıkıcı geldiği o tuhaf çukura düştüm ve yaşama sevincimi bir yerlerde bıraktım. -umsu diyorum çünkü çok da karanlık bir yerde değilim, loş bir yerden izlemedeyim kendimi.
Bu yaşamda hiçbir şeyi değilse, her şeyin geçici olduğunu; tüm durumların, hâllerin, duygu ve düşüncelerin değişip dönüşmeye yazgılı olduğunu iyi bellediğimi düşünüyorum. Bu sayede, kendimi yukarıdaki gibi bir durumda bulduğumda eskiden olduğu gibi karalar bağlayıp bundan sonra hep öyle devam edeceğini zannetmiyorum. O an, o sıkışıklık ve karanlık içindeyken ne kadar inanılmaz gelse de biliyorum ki üç vakte kadar yeniden hafif, keyifli, enerjik vs. hissedeceğim. Her seferinde öyle oluyor.
İyi de gelse, kötü de; her halükarda olanla yüzleşmek ve onun derinine bakmaktan bir kaçış olduğunun ve içimdeki sıkıntıyı halı altına süpürdüğümün farkındayım lakin kırk yılın başında kaçma hakkım olduğuna ikna oluveriyorum. Hatta muhteşem zihnim hemen güzel argümanlarla beni temize çıkarıyor: "Ohooo, insanların büyük kısmı tüm hayatlarını bu şekilde geçiriyor, sen bir ya da birkaç hafta öyle geçirsen ne olur yani?". Tabii bu tezi çürütmek çok kolay; ilkokul zamanlarından hatırladığım şu cümle onu yerle bir etmeye yeter: "Evladım herkes camdan aşağı atlasa sen de mi atlayacaksın?"
İyi de ne yapayım! Canım hiçbir şey yapmak istemiyor ve bir şey yapmamanın içinde de duramıyorum. Meditasyona oturayım, zihnimden geçen düşünceleri izleyeyim; geçiniz! Bari kitap okuyayım, her zamanki gibi tonla kitap var okunacaklar listemde; canım bir gıdım olsun istemiyor, geçiniz! Eş-dost-arkadaş göreyim, sohbet muhabbet; ara ara minik minik yaptım bunu ama ı ıhh, hiç havamda değilim; o da olmaz; bunu da canım çekmiyor; ötekine hiç enerjim yok; berikine hevesim yok... E hiç olmazsa bölümler ve saatler süren dizilerle değil de 1,5-2 saatte derdini anlatan filmlerle geçirsen bu vakti? I ıhh, filme odaklanacak hâl bile bulamıyorum bugünlerde; dizi daha kolayıma geliyor.
Yapacak bir şey yok, biraz kendimi uyuşturmam gerekiyor. Yani şeyy, belki gerekmiyor ama şu an daha iyisini bulamıyorum, bulduklarımı hiç beğenmiyorum.
Kabul, az biraz da böyle olsun ne yapalım! Çok önem verdiğim muhtelif niyetlerim, yaşamda atmak üzere olduğumu sandığım büyükçe adımlar falan var ama biraz da salmaya ihtiyacım var demek. Ve evet, salmak dediğim şeyin ardında tabii ki karşılanmamış daha gerçek bir ya da birkaç ihtiyaç var ama valla uğraşmak istemiyor canım.
Bir yandan da hepimiz insanız sonuçta zaman zaman kötü ruh hallerimiz de olmuyor değil…
Artık dayanamıyorum” dedi küçük yaştaki bir yakınım, üç gün önce.
“Artık dayanamıyorum” dedim birkaç gün önce.
“Artık dayanamıyorum” dedi bir arkadaşım, iki gün önce.
ve dayandık. Hala buradayız.
İş yeri kapanan, sevdiği ölen, malum hastalığı üç kere geçiren, düğünü iptal olan, şiddet gören, kronik hastalığa tutulan, eğitim-öğretim göremeyen… Örnekleri saya saya, örneklere tutuna tutuna azgın bir nehirde yol alıyoruz. Örneklerin kendisi “Peki ben ne yapayım?” diyor. Utanıyoruz. Zorlandığımız için utanıyoruz. İtiraf edemiyoruz. Deliliğin sınırından şükür cümleleri çekip alıyor. Ne var ki bu gerçek bir avuntu olamıyor.
Bir yandan sürekli değişen zeminde yerimizi bulmaya çalışıyoruz. Diğer yandan gündelik hayatı kotarmaya çalışıyoruz. Söylenenlere göre, psikolojik dayanıklılığımız esnek olmamıza bağlı. Mücadele ederken kırılmamak için esnek olmaya ihtiyaç duyuyoruz. Bu ihtiyacın farkında değiliz ama organizma böyle işliyor. Zorluklara dayanmak için psikolojik dayanıklılık geliştirirken duygusal savunma mekanizmalarımızı işletiyorsak vay halimize ki çoğunlukla bunu yapıyoruz. Çocukluk yaralarımıza, yaşantıların bugünkü etkilerine, psikolojik şemalarımıza eğilmediysek her bir yaranın kabuğu sertleşiyor. Halimiz neyse, iyice katılaşıyoruz. Yaraların altına bakarsak da zorlanıyoruz, her türlü…