Hayatındaki ulaşamadığın her tren istasyonu sadece düşüncelerindeki kafanı yakar…
Hayatındaki ulaşamadığın her tren istasyonu sadece düşüncelerindeki kafanı yakar…
(Ben zaten uçuşan bir şeyim. Bir dahaki hayatımda rica ediyorum, yere konabilen bir şey olmak istiyorum. Hatta yerde hep yerde olan. Kertenkeleye bile razıyım.)
İnsanın kafasından saniyede o kadar fazla düşünce treni geçer ki, bazen ‘neden istasyon kurmadın?’ diye üzerine gelirler.
‘Nasıl kuracağım ki kafamdaki düşüncelere istasyon?’ diye sorarsın. (İlla ki herkes bir ara bu soruyu sorar.)
Cevabına meditasyon derler, mindfullness derler, farkındalık derler, derin nefes al ver kuruluyor derler. Doğrudur da.
Şöyle bir dikkat verdiğinde trenlere, kendilerine gelirler. Mola veren olur.
‘Ben artık eskidim hurdaya gideyim’ diyen olur.
‘Yahu ben nereye gidiyorum, sürekli aynı dairede dönüp duruyorum’ diyen olur.
‘Ben biraz yoruldum bir istasyonda dumanlar çıkararak durmak ve hararetimi atmak istiyorum’ diyen olur.
Bu trenler sen bakmazken çuf çuflar ve seni oradan oraya götürür ama sen baktığında, hizaya girerler.
İstasyon kurmazsan, soluklanmadan düşünüp durman gerekir. Sonra kafan yanar.
Ben bu istasyon kurma işini uzun zaman beceremedim.
Düşüncelerim ateş böcekleri gibi uçuşuyordu.
Fakat ‘DURUN! Herkes yerlerine!’ diye bağırınca, bir sakinleşme, seyrelme oldu.
Bir ‘yoksa bunları ben mi böyle düşünüyorum?’ gibi bir his oldu. Hoşuma gitti çok.
Dediler ki, ‘hep aynı şeyi tekrarlarsan da dibe çöker düşünceler...’
Mantra diyorlardı bunun adına.
Genellikle Sanskritçe bir kelime ya da bir cümleyi içinde dolaştırıyordun.
Böylece bir şey düşünmeye vakit de kalmıyordu. 1’den 10’a ona kadar sayıp durmak gibi...
Beynine oyalanacak bir şey veriyorsun.
O kedi gibi o yumakla oynarken, sen de etrafı düzenliyorsun biraz.
Tabii, ben uçuşanlar kraliçesi olarak bunu kendi başıma yapamazdım.
Telefon uygulamaları kullanmaya başladım.
En sevdiklerim Headspace ve Calm’dı.
Bazen Hindistan’dan gelen bir öğretmenden mantra aldığım oldu.
Bazen ‘merhaba, transandantal meditasyon merkezi mi acaba’ diye aradığım yerler oldu.
Konuya meraklıydım, çabalıyordum.
Seviyordum ve işe yarıyordu da.
Hâlâ da oturup, beş dakika, ‘beşe kadar sayarak nefes al, beşe kadar sayarak nefes ver’ kadar insanı sakinleştiren, kalp atışlarını yavaşlatan bir şey bilmiyorum.
Fakat dünkü meditasyonda ilk defa bir şey duydum.
O kadar hoşuma gitti ki, sizinle paylaşmak istedim.
Oturup nefes alıp verirken içinden ‘may it be so’ diyorsun. Yani ‘tamam öyle olsun’ gibi bir şey.
‘Nasılsa öyle olsun’ demek aslında.
Hayatımızda neye ‘nasılsa öyle olsun’ diyebiliyoruz ki?
Çocuğumuza bile diyemiyoruz. Kendimize hiç. Olup bitenlere hiç hiç.
Bu mantrayı sevdim ben. May it be so. Öyle olsun tamamım. Oh be.
İstasyon buymuş.
Trenden inip huzurla bir tost yiyeyim, bir çay içeyim şimdi.