Yıllar önce, daha hayatı kafamda tam toparlamamışken, sabahları büyük bir bilinmeze uyanırdım.
Yıllar önce, daha hayatı kafamda tam toparlamamışken, sabahları büyük bir bilinmeze uyanırdım. Sanki bir lunaparktaki inen çıkan trene bindirilmiştim ve o kâh iniyor, kâh çıkıyordu.O sabahlardan birinde şunu fark etmiştim; düşünceler sabahları kuşların yeme toplanması gibi, kafama toplanıyordu.Kendime bir resim çizdim.Kafamdaki saçları kuş yemi gibi nokta nokta yaptım, kuşlar da onları tırtıklıyordu.
Neydi bu? Nereden geliyordu bunlar?
Bunlar gözümün rengi gibi benim miydi, yoksa giydiğim elbise gibi seçim miydi?Yıllar sonra, düşüncelerimin kaçınılmaz olmadığını anladım.Düşünceleri de gözlük takar gibi takıyorduk.
Tercih etmediğin şeyleri, bir kitabın sayfasını çevirir gibi değiştirebiliyor, başka düşüncelere geçebiliyordun.
Bu bende büyük bir hafiflik yarattı ama ağırlığı da vardı.
Bu düşüncelerimin seçimlerini de bana vererek, beni kendi duygularımın da sorumlusu yapıyordu. Duygular suçlanamazdı. Kolay da kaçılamazdı.
Bazı duygular okyanustaki anafor misali, insanı içine çeker, diplerde nefessiz bırakırdı.İstersem düşüncemden vazgeçebileceğimi, onu bir sayfa çevirir gibi değiştirebileceğimi anlamıştım ama sayfa bazen ağırdı.O sayfa bazen tüydendi ama bazen de demirdendi. Düşünceni seçmek her zaman kolay değildi.Bunu anladıktan sonra hâlâ, ben de, hem de sık sık, düşüncelerin akıntısına kapılıp kıyılara çarpa çarpa yaralar alıyorum.Meditasyon yapmayı her denediğimde, kafamı kendi gökyüzüme kaldırıp, ne kadar bulutlu olduğuna şaşırıyorum.
Düşünceler konçertosunda vals yapıyorum, sonra onu biraz ileri itip mesafe koymak istediğimde de, elimi başka biri tutup beni piste kaldırıyor.Dediğim gibi, Tibet’in tepelerine yol uzun, belki ömür yetmez.Yine de birkaç saniye için bile düşüncesiz durmak, yerçekimsiz durmak gibi...O kadar ayakları yerden kesici, insanı sadece var eden bir hali var ki...
“Düşünmeden önce bir düşün” benim kendime, kızıma ve herkese verebileceğim en kıymetli tavsiye.
İnsanın düşüncesi kapıyı çalar, elinde bir torba çöp vardır ya da bir demet manolya.
Onu içeri alıp almamak bizim kararımız. İçimizi mis kokutan da, pis kokutan da düşüncelerdir.
Bir insanın ağzından çıkan güzel kelimeler, güzel düşüncelerden gelir, kırıcı sözlerse kötü düşüncelerden. Ağızlara lafları düşünceler taşır.
Bundan sonra konuşmadan önce ve yapmadan önce düşünelim elbet ama en çok düşünmeden önce düşünelim.
Bu düşünce bana iyi mi, gerekli mi, iyi hissettirdi mi? Bu düşünceyle nereye giderim?
Bu düşüncenin her zaman güzel bir düşünce olması gerekmez.
Bazen elime gitarımı aldığımda, bana batan düşünceleri de içeri aldığım olur.
Söyleyeceklerini dinleyip, müziklendiririm.
Bir şeyin şarkısını yapmak ona kanat takmak gibi olur, anlattığın şey hafifler.
Onu da başka zaman konuşuruz.
Ama şimdilik düşünmeden düşün meyi öğretelim kendimize.
Onlara başımıza gelen değil de, başımıza
getirdiğimiz ve savuşturabildiğimiz şeyler olarak bakalım.
Bazen düşünmeden önce düşünmek ve ne düşüneceğine karar vermek hem konuştuğumuzu hem de yaptığımızı değiştirir.
Kendimiz hakkında bile düşünmeden önce düşünelim.
Kendimiz hakkında bunları düşünmek istiyor muyuz?
Her gün düşünüp durduğum bir şeyi başka bir türlü düşünmeye kalksam, hayatım baştan aşağı değişir.
Bu kadar da gücü var düşüncenin.
Ne demek peki, düşünmeden önce düşünmek?
Düşüneceğin şeye karar vermek, hepsinden ama hepsinden önemli.
Bütün gün, düşüncelerin bizi götürdüğü duygulara takılıp takılıp düşerek geçiyor zaman.
Rüyalarda bile günün oltasına takılanları ayıklayıp duruyoruz.
Peki ne düşündüğümüz üzerimize esen rüzgar gibi, gözümüze giren güneş gibi başımıza mı geliyor?
Yoksa biz mi başımıza üşüştürüyoruz onca şeyi?