BİR DÖNEM, 25 VE 50 KURUŞ, NE DE DEĞERLİ İDİ BE...

Çocukluğumun efsane paraları.. Neler alınmazdı ki.. Çokomelden, DİDO' ya, kabuklu yer fıstığnıdan, o yıllar yeni çıkmış Limon aromalı patlamış mısıra.. Hey gidi hey..
Hele hele, tanesi 5 kuruştan içiboşlar.. 25 kuruşa, toplam 5 tane alınan o günler..
Yaşlandık yahu.. Bu yılları hatırlayanlar gibi.. Sonuçta yarım asırlık olduk.. Her şeyin yarısı pek bir kıyletlidir.. Ondan denmiştir zaten, yarıl elma gönül alma..
Ceblindeki son Yüz liranın yarısını paylaşan arkadaşlar da bu anlamda pek kıymetlidir, edğil mi..!
25 kuruş, 50 kuruş, 1 lira ve hatta 2,5 lira.. 5 lira deyemeyeğim hiç.. Ne güzel paralardı onlar öyle.. Kıymetli idi oldukça.. 5 lira olacak hele.. Hafta geçerdi, bol bulamaç her şeyden..
50 kuruşa ayrı bir takıntım vardı.. Profilden görünümlü, başında allı pullu yemeni, alnında bir alınlıklı kız..
Bir çok parada, Atatürk var iken, misal ön yüzünde Şahlanmış at üzerindeki Paşanın göründüğüt 5 lira, , Kucatepe sırtlarına tırmanıdğını anlatır 2,5 lira..
Tamam da, 50 kuruştaki genç kız,  Acaba diyordum kim ki bu kız..!
Geçende aklıma düştü yeniden.. Evde eski paralara göz atıyordum ki, 50 kuruştakı takıntımın nedenini araştırmaya baldım aniden.
Yazdım google amcaya.. Kim ki bu kız diye..
Sonra, ben gibi meraklanıp, hikayeyi kaleme alan isimden haberdar oldum önce.
Ardından da, Özlem Kekeç Bülbül isimli bir hanımefendinin imzasını taşıyan, 6 Kasım 2015 tarihli şu paylaşıma rastladım..
Şöyle idi, pek dikkat kesildiğim başlık; "50 KURUŞUN YENİLMEZ YÜZÜ"
"Nasıl yani!.." oldum önce.. Sonra da, başladım merak içinde satır satçır o paylaşımı okumaya..
Özetleyeyim mi, beni çocukluk yıllarıma bir anda götüüren o yazıyı..
İlk satırlar şöyle geliyordu; "Avcumuzda sıkı sıkı tutarken ısıttığımız, simit ya da gazoz karşılığı cam tezgahın üzerine bırakıverdiğimiz  demir paralardan birinde onun yüzünün çizgileri vardı.
Devlet adamı ya da tanınmış bir kişi olmaksızın, Cumhuriyet tarihimizde bir paraya resmi basılan ilk kişi, ilk kadındı.
Kalkık, biçimli bir burun, sivrice, küçük bir çene ve başında nefis bir Anadolu başlığı..
İsmi Sabiha idi.. Gümülcine'de doğmuş, ailesiyle birlikte 1941'de Türkiye'ye göç etmişti."
Sonrasında, daha da detaylı ifdaeler  geliyordu.. "Çocukluğu Ege'nin şirin ilçelerinde geçti. İlkokul birinci sınıfta, 23 Nisan töreni için annesinin giydirdiği 'eğribaş' adlı gelin başlığı aklını başından aldı." şeklinde idi ilk cümle. Ve dahası elbet..
Dahası, şık bilgiler.. Tarihte, şöyle bir sıkı yolculuk yani..
"Göztepe Kız Sanat Enstitüsü'nde okurken şapkalar yapıp satar, Kemeraltı'nda satılan taş kuklalara Anadolu giysilerinden esinlenerek giysiler dikerdi. 1963'te çıktığı Avrupa gezisinde gördüğü kostüm müzelerinden çok etkilendi. 'Tek bir Anadolu köyü kocaman müze olur' diye düşündü. 1964'te İstanbul'daki Piyer Loti tepesinde eski Türk kahvelerine benzer şekilde bir dekorasyon çalışmasıyla Piyer Loti Kahvesi'ni açtı." diye geliyordu , insanda dahasına ilişkin daha da merak uyandıran anlatımlar..
Ve sıkı durun.. Şöyle geliyordu dahası detaylar; "O dönemde kahve, başta sanatçılar, gazeteciler, yazarlar olmak üzere tüm İstanbul'un adeta akınına uğradı. Öyle ki, bir gün önceden randevu verilmeye başlandı.
1965'te gazeteci Haluk Tansuğ'la evlendi. Bodrum'a giderken bindikleri otobüs Milas'ta bozuldu. Tamiratı beklerken çevreyi dolaşmaya başladılar. Birinci sınıfta giyip unutamadığı 'eğribaş' gelin başını burada bulunca deliye döndü.
Başlığı 35 TL'ye satın aldı. O günden sonra değişik yörelerde gördüğü başlıkları alıp biriktirmeye başladı.
1968'de Galatasaray Yapı Kredi Bankası'nda 'Anadolu Kadın Başlıkları' adlı ilk sergisini açtı. O zamanki Darphane Müdürü Sait Tanaçan, 'Bu başlıklardan biriyle fotoğrafınızı alıp madeni paralarımızdan birine basmak istiyorum. İzin verir misiniz?' deyince sevinerek kabul etti.
 'Ankara gelin başlığı'yla fotoğrafı çekildi. Karşılığında hiçbir talebinin olmayacağına ilişkin bir kağıt imzaladı. O yıllarda çıkan demir 50 kuruşların üzerinde  artık onun yüzü vardı. Böylece halk içerisinden madeni paraya resmi basılan ilk kişi oldu. Böyle bir şey dünyada ilkti!"
Ne büyüksün be Türkiyem.. İlklerin öyle çok ki, hey Maşallah sana Türkiyem..
Heyecanım daha da bir arttı.. Boşa maraklanmamımış meğer ben 50 kuruşa ve boşa takıntım olmamış o güzel sicil yüze..
Paylaşımın devamında; "Sergi, önce Japonya'ya sonra Paris'e götürüldü. Çok büyük ilgi ve beğeni topladı, hatta Japonya'da eşiyle birlikte İmparator nezdinde ağırlandı. 1974'te o güne dek topladığı başlıkların sergileneceği bir müze açılması için devlete başvurdu. Zamanın Kültür Bakanı talebine şöyle karşılık verdi: 'Tut bir kamyon, götür onları Topkapı'ya teslim et.' Bu benzersiz koleksiyona devletin ilgisi bu kadardı işte..
Oysa sergi bir yıldır Avrupa'da kent kent geziyordu. Dönemin siyasi hayatının tanınmış isimlerinden Fahrettin Kerim Gökay ile bir öğle yemeğinde buluştuklarında sözü yine müze arzusuna getirdi. Gökay siyasi kulislerde dolaşan sözü kendisine naklettiğinde kahroldu. Yetkililer 'Biz bir kadına mı kaldık' demişlerdi. İki kitap ve 200'den fazla makale yazdığı suskunluk döneminde bir daha müze konusunu açmadı ama Şevket Süreyya Aydemir'in söylediklerini de hiç unutmadı: 'Bu topraklarda deve dikeni yetişiyor, adam yetişmiyor, seni anlamazlar Sabiha kız.' "
Ne diyeyim ki, bu hikayenin sonları pek üzücü.. hele ki nokta dedirtan o son ifade.. 
1980 yılına dek Anadolu başlıklarını toplamaya ve araştırmaya devam etmiş Sabiha kız..
Haziran 2007'de bu koleksiyonun en değerli 430 parçası hırsızlarca çalınmışş. Hadi buyurun , buradan yakın..
Sosyolojik ve antropolojik çalışmalara kaynaklık edecek bu eşsiz hazineyi gün ışığına çıkaramadan böyle talihsiz bir olayı yaşadığına çok üzülmüş kim üzülmez ki..
Kısacası; Çocuğu dünyaya getirmiş ama kimseye gösterememişti.
İçim bir tuhaf oldu, bu bilgiler karşısında..Vallahi, pek bir kafam karıştı.. Dahası anlatımlar da var da,  dilim varmıyor aktarmaya..
50 kuruştaki, sivil yüzden söz eden, bu yazıya imzasanı atan Özlem hanımın şu cümlesi de pek bir çarpıcı idi..
İşte o son bölüm;  "Gencecik yaşında bir demir paraya yüzünün basılması belki de tesadüf değildi Sabiha Tansuğ'un. Kültürümüzü koruyup yaşatmaya çalışan, karşılığında oluşturduğu eşsiz hazineyi gelecek kuşaklara aktarmaktan başka bir şey beklemeyen bir kişinin, daha da talihsiz olanı bir kadının, bu ülkede başına ne geldiyse onun başına daha fazlası gelmemiştir mutlaka.. Demir paraya basılı yüz, gelecek yıllarda kendisine çok lazım olacak demir gibi bir iradenin, azmin ve mücadele gücünün habercisi olmuştur belki de..Kim bilir.."