Bu soruya ne yanıt verilebilirdi ki? Yanıt basitti aslında. Denizin metrelerce altına batmış bir denizaltının mürettebatına bu noktadan sonra ‘emir mi’ sökerdi?

64 yıl önce, bir demir yığını içinde, 90 küsür metre derinliğe batmış Dumlupınar’ ın çaresiz neferlerine ne denilebilirdi ki?  ‘elbette…’ demekten başka?
Satıha çıkmış, ‘Battı şamandırası’ nın ahizesinden yapılan konuşmalar;
— Alo Dumlu?
— Evet, Dumlu.
— Ben Üsteğmen Suat.
— Evet, efendim ben Selami
— Selami nasılsınız, biz geldik, şimdi bana durumu anlat.
— Efendim dizellerden yara aldık, manevra dairesinde yangın çıktı, bataryayı sıfıra alarak kıç torpido dairesine geçtik, şimdi manevra dairesi su ile dolu.
— Kaç kişisiniz orada?
— 22 kişiyiz.
— Diğer dairelerle irtibatınız var mı?
— Yarım saat evvel kıç batarya dairesi ile konuştum, şimdi cevap vermiyorlar.
— Merak etmeyin 'Kurtaran' geldi biz buradayız.
— Efendim manometre 267 kadem gösteriyor doğru mu?
— Selami, Kurtaran geldi şimdi kurtarma işine başlanıyor, ben biraz sonra yine gelirim.
— Peki efendim...
Kahraman bahriyeliler, çaresizdiler. Umutları da kalmamıştı belki. Ne var ki, üzerlerinde onları kurtarmak için hummalı bir uğraş verildiğinden de zerre kadar şüphe etmiyorlardı.
Batan denizaltımızın personeli ile yapılan konuşmalar,  günümüze dek böyle bilindi.
Ya da bizler başlıca böyle bildik görüşmelerde söz edilenleri.
Asıl korkunç gerçek; Denizaltındaki subay, astsubay ve erlerin tümüne verilen o kara haberdi.
Batmış bir denizaltının içindeki kahramanlara daha kötü haber ne olabilirdi ki?
 Kendilerini su yüzüne çıkamayacakları, buna imkân olmadığı bildirildiği o anda.
Bu bilgi verildikten sonra; başlarda söylenen “gerekmedikçe konuşmayın ve sigara içmeyin '' telkininin hiç bir önemi de kalmamıştı.
Telkinlerin yerini, "Galiba buraya kadar, birer cigara yakalım mı kumandan?" diye umutsuzca  gelen sorular almıştı.
O anlarda, Selami Astsubay’a ve beraberindeki erlere, “konuşabilirsiniz, türkü de söyleyebilirsiniz ve isterseniz sigara da içebilirsiniz'' deniliyordu.
 Bunu duyan kahraman denizcilerin son sözleri ne mi olmuştu?
Hiç de beklenmedik değildi aslında, Barbaros’un, Piri Reis’in torunlarının söyledikleri;
“Sizler sağ olun! Vatan sağ olsun! ''
Muhakkak ölüme doğru son nefesler anıla dursun, ağızlardan Türkü geliyor ve muhtemel ki birer cigarada ateşleniyordu.
Belki de o son andan itibaren oksijen bitinceye kadar, yani tam 72 saat hayatta kalabileceklerdi.
Lakin, su yüzeyinde süren çalışmalar esnasında Battı şamandırasının kablosu kopunca, olanlar Çelik tabut içinde yaşandığı şekliyle kaldı.
İrtibat var iken Dumlupınar ile, “Ah, bir ataş ver cigaramı yakayım… '' türküsünü söyleyen Kahraman denizcilerin sesleri,  belli ki son kez duyulmuştu.
Hep denilir,’”büyük bir tevekkülle son nefeslerini verdiler”
Nefes alamıyorken, son nefes nasıl verilebilir ki?
Ya; Nefes almak için verilen tüm uğraşlar yetersiz kalınca?
 Bunların olacağını baştan bile Dumlupınar’ ın kahramanları, Son sözlerini “Vatan Sağolsun!'' şekliyle edebiliyordu.
Dündü o kara tarihin yıl dönümü.
 4 Nisan 1953 tarihinde Çanakkale'de NARA burnu önlerinde batan Dumlupınar denizaltısında şehit olan 81 denizcimizi rahmetle ve saygıyla andık.
Hem facianın yaşandığı o nokta da, denize salıverilen çelenklerle; hem de o yıllara tanıklık etmiş zihinlerde…
Halen yaşayanlar var. Dumlupınar’ ın acısını dün gibi yaşayanlar.  Kazadan kurtulanların çocukları ve  o günlerde henüz 10 yaşında olanlar gibi.
Ve biliyor musunuz? tanıdığım bir abla var. Dişlerini takınacakmış. Yeni protezlerini.
O’na verilen 4 Nisan randevusunu red etmiş. Aklından hiç çıkmayan o kara tarihin yıl dönümü diye.