Ne zaman milli bayram gelse, kutlamaya birileri gölge düşürüyor, birileri hemen o gölgede buluşuyor, gülüşüyor…

Ne zaman milli bayram gelse, kutlamaya birileri gölge düşürüyor, birileri hemen o gölgede buluşuyor, gülüşüyor…
Günümüzün karmaşık güncel o kadar sorunu varken, bizi BİZ eden değerlerimizle kim oynuyor desem, verilecek cevapta yine BİZ çıkıyoruz…!?
Bana göre bir cümleyle “ayıp oluyor beyler, ayıp oluyor !?..”  Bu millet COVİD 19’dan çekiyor, hele hele CAHİL 20 daha baskın geliyor, söylenecek çok söz var, ama bayram değerlerimiz adına  boğazımızda düğümleniyor…
İnsanlarımızın hassas olduğu konulardan içinde ilk sıra bayramlardır. Üzerinde çok konuşulan, çok tartışılan, değerlerimizi içerdiği için herkesi ilgilendiren konu olması, toplumsallığımızın birliğini ve bütünlüğünü bir noktada toplaması açısından önemli görülür…
Bu konudaki duyarlılık herkeste farklı şekilde ortaya çıkarken; ağzı olan konuşuyor hale gelince, kimi dinlesen, herkes kendini haklı çıkarıyor, gereksiz tartışmalar başlıyor. Bir de bakıyorsun ki,  HAKLI olanlar haksız, HAKSIZ olanlar haklı yer kapma yarışına giriyor ki bu da toplumsal barışımızı zedeliyor…
Bayramlar, bizim milli ve dini değerlerimizi taşır, taşınan bu değerler, rastgele kaşınmaz, kaşınırsa da değerler taşınmaz..?!  Taşınmayan değerler, EĞER-le buluşur, MEĞER-le karşılaşır, KEŞKE-lerle günah çıkartılır, kocaman ÖZÜRLER bir işe yaramaz, yarasa da bu milletin olmaz… Bu milletin olmayan özürler, içteki-dıştaki  lafazanlara “öküz altında buzağı araması” yaptırır…
Bayram gibi özel, bayram gibi birleştirici, bayram gibi bütünleştirici kavramlar üzerinde oynayanlar, BAYRAM ediyor…
Bu duruma düşmanlar güler, ülkemizin gelişmesine katı yapan çalışmalar, ve bu çalışmalara dünden-bu güne zemin hazırlayan bayramlar gölgelenirse, vatan coğrafyası kahrolur, vatan coğrafyası için toprağa düşenler, ŞEHİT unvanı alanlar mahvolur, bunların vebali bizleri-sizleri boğar; ŞEHİT olanların çocukları bu memlekette farklı doğar, farklı  bakar, maalesef  boynu bükük ve EZİK gezer; bunu yaşatmaya da kimsenin hakkı yoktur…
Arkamızda dün bulunan Osmanlı’yı ve  Osmanlı öncesini tanımak Türk’ü anlamak demektir. Atatürk’ü anlamak, Türk’ün atasını ve atalarını tanımaktır ki; Ziya Gökalp’in:
“Diride olmazsa, ÖLÜYE hürmet,
             Çözülür bağları, dağılır millet…!”  
 
 Anlayışını eleştirel kılarak, çözümlemekten ve bu anlayışı etkin kılmaktan kısacası yaşamaktan,  geçer…
Geçmişe sahip olmak, tarih bilincini kişide ve toplumda özümsetmekten, geçer...  Millet olarak, Türkiye Cumhuriyeti devletimizin bir ferdi olarak, soyumuzun inkârı gibi bir anlayışın içinde olmadık, olamayız.  Çok sık kullandığımız aşağıdaki atasözümüze baktığımızda, bu anlayışa yakın, anlamı bulmakla kalmayız, ağır bir suçlamayla da karşı karşıya kalırız:
“ Aslını inkâr eden, haramzadedir…” demek, nesebimizin bilinmezliğini ortaya çıkarır ki, bu da bizler için ar olur, yüz kızartır… Arkamıza dönüp baktığımızda sırf Osmanlının değil, diğer Türk devletlerimizin oluşu bize güç verir, dünden bugüne bütünleşerek, birlik ve beraberliğimizin sürekliliğini etkin kılar…
Değerler sisteminin etkin kılınmasında, önemli moral değerlerden biri de kişilik modeli ve milli değerlerdir. Bizde bu değerleri oluşturanlardan biri de Mustafa Kemal Atatürk’tür.  Toplumsal anlama gücüne bakıldığında, bu değerler, kolay bulunmazlar, toplumda devamlılığın sağlanmasında değerler sistemi, temel olarak alınır.
Türk devletinin ve milletinin devamlılığı, bu coğrafyada, bu tarihte  önem taşırken, bunu sağlamak; Türk adına, Türk milletini millet yapan değerler adına, Türk büyükleri adına, Atatürk adına hepimize düşer...
Toplumun ortak değerleri vardır, bunlar; vatan, millet, devlet, aile, dinin yanında, milliyetçilik, Atatürkçülük ve İslâm inancımız ortak değerlerimizdir. Bu değerler, bir zümrenin, bir grubun, bir inanışın ve ideolojik anlayış taşıyan partilerin olamaz; çünkü, bunlar bizi biz yapan ortak paydalarımızdır.
Milletimizin hassas olduğu noktalar vardır ki, bunlar, toplumsal uzlaşı sağlar; “din, dil, milli ve ahlâki  değerler ile model kişilerdir. Bunlara uymak istemeyenler, kabul etmek istemeyenler çıkabilir, ama beğenilmediği ve istenmediği için hakaret etmek, hor görmek gibi bir hak doğurmaz. Aksine hoşgörüyle kucaklayanlar, beraber yaşamayı âdet haline getirenler, toplumsal huzurda baş tacı edilirler… Kişileri sevmemek, beğenmemek, kimseye hakaret etme hakkını vermez…
Bu gün 30 Ağustos, dört gün önce de 26 Ağustos, Zafer Haftası,  ne haber !?...
Malazgirt Savaşı, 26 Ağustos 1071 tarihinde Alparslan tarafından yönetilen Selçuklu ordusu ile Bizans ordusu arasında gerçekleşmiş, Bizans İmparatorluğunun yenilgisi, İmparator 4. Romen Diyojen’in esir düşmesiyle sona ermiştir.
Bakınız aşağıdaki söyleyişe…Bir hatırlatma yapalım: “ Ya Allah, Bismillah, Allahuekber ” söylemini bugünkü siyasileştirilmiş, içi boşaltılmış ve korku anlayışına büründürülmüş olarak  ele almayınız, yanlış yorumlamayınız…
“Aylardan Ağustos, günlerden Cuma
  Gün doğmadan evvel iklîm-i Rum'a
  Bozkurtlar ordusu geçti hücuma
 Bu seste birleşir bütün yürekler...
 Ya Allah...Bismillah... Allahuekber!..”  - Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu
Şairin, bir savaş meydanını canlandırması, Malazgirt’te Anadolu’ya kapı açılması heyecanını bizlere yeniden duyurması ve hafızalara kazılması adına yapılan canlandırma
olarak yorumlamak, hem siz okuyucuları hem biz yazarları rahatlatır…

Türk tarihi zaferlerle doludur, ama 30 Ağustos 1922’de zaferle sonuçlanan Dumlupınar Savaşı, Türk ulusunun yeniden dirilişidir.

Malazgirt Savaşı’yla (1071) 26 Ağustos’ta Anadolu’nun Türklere kapılarını açan kahraman ordumuz; Başkomutanlık Meydan Muharebesi’yle de Anadolu topraklarının Türk Vatanı" olduğunu, önünde durulmaz bir iradeyle düşmana ispatlamıştır.
Zafer Haftamızı, bir hatırlatma yaparak kutlayalım;
“UNUTMAYINIZ;  bir daha Sultan Alparslan yok ki, bize ANADOLU  kapısı açsın, bir daha Fatih Sultan Mehmet yok ki, İstanbul’u fethederek, yeni bir ÇAĞ yaratsın, bir daha Mustafa Kemal Atatürk yok ki, yıkılan imparatorluğumuzdan yeni bir TÜRKİYE  CUMHURİYETİ oluştursun…!? 
Unutmayınız ki, bizler bu coğrafyada, bu tarihte; birbirimizi sevmeye, birbirimize tahammül etmeye, birbirimizi kabullenmeye, bu tarih-bu coğrafya adına,  “devlet-i ebed müddet” adına MECBURUZ…! ”
Birleşme zamanını, ayrılma zamanı anlayarak, TV’lerde rastgele yapılan tartışmalar, TIRNAK kaşıyanları çoğaltır, TV kanalları kendilerince program yaparak hem kendilerine reyting  kazandırır hem sunuculuk yapan kişi kendini kanıtlar, ama bu da mahalle kahvesi gibi aynı konuşmacılarla gerçekleştirilmez.. Konuşmacılar aynı olunca yapılan haber programları bir işe yaramaz. Her konuda aynı kişiler uzman olamaz, ama gel gör ki, bizde her şeyi aynı kişiler biliyor, konuşuyor, sunucular çaresizlik içinde yalnız kalıp basit söylemlerle ortalık karıştırıyor…
Olmadık kavramlar yaratmaya yaratığımız kavramdan korkmaya-korkutmaya bayılıyoruz…
Yanlış yönetilen, eksik kurgulanan programlar, birleştirici-bilgilendirici olmaktan çok ayrıştırıcı program olarak sıfat alırlar…
AĞUSTOS, Türk milleti için kutlu bir ay !?…Osmanlı’nın küllerinden doğan bir milletin müstevlileri denize dökmesini ve mazlum ulusların umutlarının yeşermesini sağlayan,   emperyalistleri “geldikleri gibi gitmek “ zorunda bırakan, ülkemize, tüm dünyada onur ve saygınlık kazandıran şanlı zaferlerin ayı…
Zaferler ayı AĞUSTOS bizim… MAVİ VATAN duyarlılığı içinde yoğunluk yaşarken, bayramları gölgelemek mümkün mü, mümkünse uygun mu, uygunsa, şimdi günü mü ?!..
Bayramları oluşturan;  bayramları bizlere yaşatanlara sevgi, saygı, rahmet ve minnet duygularımız  var…  Zafer Haftamızı kutluyoruz…