Bu deyimi işitmeyenimiz var mı?

Bir şeyin yanıp kül olması için, şart olandır ATEŞ.. Tarih buyu, biz Türkler içinh önemli sayılandır aynı zamanda.
Belki de bundandır o deyim: “İçi seni yakar, dışı beni?!” Bu ifade ile; Ateşin önemine en okkalı şekilde dikkat çekilmiş bence.
Türk tarihine ilişkin tek satır anlatım görsem, dikkat kesilirim. İnsan geçmişini bilmeli ki, geleceğe de aktarabilsin…
“ATEŞİN TÜRKLER İÇİN ÖNEMİ...” başlığı atılarak değinilen konuya bu nedenle ayrı bir dikkat kesildiğim kesinlikle doğrudur.
Ateş olmayan yerden duman da çıkmaz dır ya..Ne güzel bir örneklemedir alında bu söz..
Peki ya; “Türklerde ateş ve ocak kültleri birbirinden ayrılmaz...” denilmesinin nedeni nedir sahi?!..
Tarih ve Arkeoloji’nin Gizemi isimli sayfanın sakı takipçisiyim. Sosyal medya hesabımda hep göz attığımdır bu sayfa. Tek geçerim.. 
Sözünü ettiğim bu sayfada; “Soyun ve ata ocağının devamı ‘Otçigin/Ottigin’ adı verilen en küçük çocuğun görevidir.” Ifadesi eşliğinde, Ateşin önemine dikkat çekiliyordu özetle..
" ‘Yurt-üy-eb-ev’ adı verilen, o çadırdaki ocağın sönmemesi için de ateş baba ocağında bırakılır...
Şöyle bir efsane anlatılır:  ‘Kök Türklerin ataları Hunların kuzeyinde bulunan SOU ülkesinden çıkmışlar. Onların kabile reislerine A-PANG-PU derlermiş.
(buraya kesilikle dikkat)
Bu reisin on yedi kardeşi varmış, Adı İ-chi Ni-shu-tu olan küçük kardeşlerinden birisi KURT'tan doğmuş.
Bu çocuğun diğer kardeşleri çok zayıf oldukları için düşmanları tarafından yok edilmişler.
Kurt'tan doğan İ-chi Ni-shu-tu, Tanrılar tarafından öylesine güçlerle donatılmış ki ‘YADA TAŞI’ ile yağmur yağdırma ve aynı zamanda rüzgar estirme yeteneklerine sahipmiş...” denilerek, o güzel ötesi hikaye takrar dile getiriliyordu.
Merak içinde okumayı sürdürdüm anlatılanları. Hikaye pek hoşuma gtiti. Ne de olsa, özüm bir..
 
Ve geleyim, hikayenin devamına; “İ-chi Ni-shu-tu'nun babaları, YAZ ve KIŞ TANRILARI olan iki karısı varmış. Bu iki kadından birisi dört çocuk doğurmuş...
-Çocuklardan biri Leylek ya da kuğu olmuş,...
-İkincisi Kırgız imiş. Moğolistan'ın kuzey doğu tarafından bulunan A-Fu ile Kem nehirleri arasına oturmuş...
-Üçüncüsünün adı belli değil, Yenisey nehrinin kıyılarına yakın Chu-Chin suyu boyunda yurt tutmuş...
-Dördüncüsünün de adı belli değil, o da Sayan Dağları'nın batı tarafında olduğu sanılan Chien-shu ve Shin Dağları'nda yerleşmiş...
Bu dağlarda, yıkılan eski devletin reisi olan A-pang-pu'nun bir oymağı yaşıyormuş.
Bu oymağın insanları soğuktan çok dertli imişler. Dört kardeşten en büyüğü burada ATEŞİ BULMUŞ ve halkını ıstıraptan korumuş, onları besleyerek hayatlarını kurtarmış...
Bundan dolayı diğer üç kardeş, aralarında anlaşarak ateşi bulan en büyük kardeşlerini kağan seçmişler ve ‘TÜRK’ ünvanını vermişler...
Gerçek adı Na Tu-liu olan TÜRK'ün on karısı varmış.
Karılarının doğurduğu çocuklar soy adlarını annelerinden almışlar. Börülü soyu da Türk'ün en küçük karısının soyundan geliyormuş...
Altaylı kavimlerin hepsi ateşi kutsal saymışlar.”
Hikaye de olsa, Ateş bulan ilk TÜRK olmak isterdim..Neyse, nasip değilmiş..
Ateşi kutsal saymışlar da, ya sonra?!...Merak ettiniz mi sizde ben gibi?
Evet dediğiizi işittim sanki.. O vakit devam edeyim, aktarmaya..
Hikayenin devamı şöyle geliordu; “Onlara göre ateş, gökten inmiştir ve gök tanrısının oğludur.
Ateşin zararlı ruhları uzaklaştırdığına inandılar...
Bizanslı elçiler ve seyyahlar, iki ateş arasından geçirildikten sonra hakan huzuruna çıkarılmışlar..  
Hatta müslüman Türklerde de bu gelenek hala yaşamakta.
Başkurt ve Kazak Türkleri bir yağlı paçavrayı tutuşturup, hastanın etrafında ‘alas, alas’ diye dolaştırırlar. Buna ‘alaslama’ denilir imiş.
Bu kelime Türkiye Türkçesine ‘alazlama’ şeklinde geçmiş. Anlamı  ne mi? Anlamı; ateşte temizleme demek.
Eski Türklerin kullandıkları kayın ağacından yapılmış kulübelerde, keçeden yaptıkları ve ‘yurt-curt-üy’ adını verdikleri evlerde,  en kutsal yer ocak idi.
Ocak, bir evde yaşayanların işareti idi ki; ocak’ ta yanan ateşin dumanı o yurt' un tepesindeki delikten - tündükten dışarı çıkardı...
Savaşa giden Türk ailesi en küçük erkek çocuğunu ateşin sönmemesi için evde bırakır ve o çocuğa da    Ateş prensi anlamına gelen ‘OT-TİGİN / OT-ÇİGİN’  derlerdi.
Çocuğun görevi ocaktaki ateşi söndürmemek, o evde bir aile olduğunu belirtmek idi.
İstiklâl Marşımızda da çbu dizeler mevcuttur… Hatırlayınız…
Çok geçmese de, yarım asır falan oldu. Her evde kibrit ya da ‘kav-çakmak taşı-demir’ bulunmadığı için,ocak yakacak olan anneler çocuklarını bir ateş küreği ile komşuya göndererek ‘köz’ isterlerdi.
Bugün ‘Ne acelen var ateş mi almaya geldin?’ deyimi o günlerden kalma imiş.. BuNU DA HATIRLAYALIMM İSTEDİM.
Bütün Türk dünyasında aile ocağında yanan ateş her zaman kutludur. Altaylarda ateş su ile söndürülmez. YA DA BAŞKA OYLAR DENENMEZ.  Ateşle oynanmaz.
Bunca bilgiyi denrleyen Prof.Dr. Tuncer Gülensoy olmuş.  Seayı hocanın; BARBAR TÜRKLER isimli kitabında tüm bu detaylar ve dahası mevcut.. Keyifli okumalar.