Bergama karşılığı için, o zamanki adı Türkiye Denizcilik İşletmeleri olan yani TDİ’ ye bağlı araba vapurlarını kaçırıp eylem koymayı planlanan bir Avukatı hatırlıyorum.
Hani şu, Alaman Vakfın sponsorluğunda yapıldığı çok konuşulan, bu Altın madeni karşıt hareketin sponsorluğunda atılan adımları.
“O Vakıf ile barışın kentinin ne işi olabilir?” diye sorasım geldi. Ne var ki, verilecek süslü yanıtları da duyar gibiyim. Bu anlamda da gaipten yine ses duyduğumu söyleyeceğim.
Doğrudur yakını pek iyi göremediğim lakin, birileri gibi işime gelenleri değil de, her daim kulaklarım iyi işitir.
Boşuna mı Sürek avcısıyım. Domuz’u kovan köpeğin, avı hangi yöne sürdüğünü çatır çatır, çatırdayan ormanlık alanın içinde hayli uzakta da olsa duyar, yön alırım mevzilenmeye. Neyse, avcılık hikayesi anlatmak değil niyetim.
Yakını az görüyorum da, uzağa karşı acayip hassasım. Ne de olsa bir avuç toprak üzerinde 102 yıl önce kıyameti yaşatanların sebep oldukları ölümlerin karşılığı, 253 bin şehidin kefnesiz yattığı toprakların çocuğuyum.
Alamanlar mı? Ne zaman duysam, ilk aklıma gelen Şehit kahraman Atalarımızın içine çekildiği bir savaş ve o savaşı Çanakkale’ de yöneten isim gelir aklıma. O yıllarda Ordumuza komuta eden adı batası Liman paşa gelir aklıma ve ayrı bir ifrit olurum.
Bunun adı Alaman düşmanlığı falan sanılmasın. Alamanların hin planları diyelim. Tıpkı ifrit olduğum şu Vakıf gibi.
Ve şimdi belli ki, aynı planla, üstelik aynı hain planların peşindeki Vakıf ile yakın temas hali.
Yakını göremiyorum desem de, en azından işime gelmeyenleri duymazlıktan gelen biri hiç olmadım.
Bir de iyi koku alırım. Tabiat’ ta çok kaldığımdan olsa gerek. Hani Sürek avından bahsettim ya, kokusundan tahmin ederim, Domuzun yattığı yeri…
Birileri diyecek ki, ‘Ne alakası var?..’ , ben de yanıt biter mi hiç, ‘Bilmem, sizce?…’ deyivereceğim.
Barışın kentinde, kaçırılacak bir gemi mi olacak yine? Bir aralar, TDİ’ nin gemisini kaçırma planı yapan, Bergama karşıt görüşçüleriydi hatırlatayım…
İstihbarat sağlam olunca da, buna engel olabilmişti Türk polisi…
Barışın kentinde, huzur kaçıracak Vakıfsal faaliyet neden diye sorsam, gelen yanıt muhtemel süslü sözlerle olacak. Tabi ben yersem..
Hangi işe bulaşsalar; bir ayrı dizayn peşinde olduklarını iddia etsem, bana çok kızarlar mı acaba Vakıf yöneticileri? Yok sa, trajımız az diye, hiç dikkate almazlar mı bizleri. Öyle ya, ismimiz büyük de diğil. Yanı bir Hablemitoğlu değilim, ya da Cevizoğlu…
Ne var ki, acayip meraklıyım. Bu Vakıf ile yakın temas niye diye?
Çevre adına yeni bir harekete sponsor mu aranıyor da, sıka temas başladı?
Hay Allah, neden bu kadar meraklıyım ki ben?
Vakıf temasına ilişkin özet geçecek ayrıntalara gelince;
Ad; KONRAD ADANEAUER…
Türkiye’ de Medya ve iletişim için de ciddi ciddi adımları vardı. Buluşmalar için Sponsorluk ile başlayan, bilgi paylaşımı adına, tamamen masum kKüçük küçük temaslar mesela.
Şimdi bir bakıyoruz; Çanakkale Belediyesi’nin Konrad Adaneauer Stiftung Derneği ortaklaşa düzenleyeceği seminerine ev sahipliği konusu karşımıza çıkıyor.
Alman Vakıfları’nın Çanakkale üzerine planı ne ki?
Bendeniz Kamuoyu dına sorsam, her şeyden önce bir seçmen olarak buna hakkı var mı acaba?
Barışın Kenti savunucusu, hem de CHP’ li Çanakkale Belediyesi’nin bu şaibeli oluşumda yer almasına net yanıt gelir mi?
Tezat bir durum olmaz mı bu temas.
Tezat delmişken, aklıma bir şey geldi tezatlık adına. Hafta sonu herkes, cayır cayır oldu sıcaktan. Bizim oraların bir sözünü tekrarladım ara ara. ‘Es rüzgar es. Şunu vereceğim’ diye isim de zikrettiğil doğrudur.
Hava çok sıcak, rüzgar ise fıs dı.. Ben gibi bir çoğumuz rüzgar essin diye du ederken, Ezine yönünden gelen yangın haberi, rüzgar dinsin diye edilen dua ayrıntısını seriyordu önümüze. Ne tezat değil mi, serinlemek için rüzgar isterken, yeşil ormanlarımız alevlere yenik düşmesin, alevler etrafa yayılmasın, ormanlarımız daha da yanmasın diye de rüzgar dinsin duası etmişiz.
Bir tezat örneği daha verecek olursam, şu Vakıf işini örnekleyebilirim vesselam.
Barışın kentinde ne işi var? şaibeli Vakıfın…
Kültürlerarası, sosyal dahil etme ve savunuculuk eğitimi için, başka bir yol yok mu sahiden?
Programa dikkat kesilince, ‘Çanakkale Belediyesi, Türk Demokrasi Vakfı ve Konrad Adaneauer Stiftung Derneği’ ortaklığında, hemencecik akın zamanda. Önümüzdeki 10-14 Temmuz tarihleri arasında düzenleneceğini görüyoruz etkinliğin.
Tarihin bir tık sonrası 15 Temmuz. Hatırlatayım dedim.
Bir küçük bilgi daha da paylaşayım da, şu şaibeli vakıf için, internetten neymiş bu Vakıf arayışına sokmayayım okuyucularımızı.
Şöyle efendim; “Konrad Adanauer Stiftung Derneği ve Türk Demokrasi Vakfı, 1987 yılından bu yana Türkiye'de demokrasi kültürünü yaygınlaştırma adına Bireylerin, Gençlerin, Kadınların ve Dezavantajlı grupların katılımcılığını arttırmaya yönelik birçok projeyi yürütüyormuş”
Şimdi yine sorasım geldi; ‘Sonuç?…’
Bu arada, Eğitim nedenini ilişkin paylaşılan bazı bilgiler ışığında, şu denilenleri de okuyunca, dikkatim daha da arttı.
Eğitim, dezavantajlı kesimlerle çalışan kamu ve sivil toplum kuruluşu çalışanlarına ve profesyonellerine yönelik olacakmış. Herhangi bir yaş sınırı da yokmuş.
Ve sadece Marmara ve Ege Bölgesinden gelecek başvurular kabul edilecekmiş. Eğitime kabul edilecek katılımcıların konaklaması ve 3 öğün yeme-içme ücretleri karşılanacakmış. Ulaşım ücretleri orijinal biletlerini ibraz etmeleri şartıyla eğitimin son günü katılımcılara geri ödenecekmiş.
Kıstas niye ki Ege ve Marmara? Diğer bölge insanları, neden çağrılmaz ki, tarih ve kültür kentine?
Sanırım, bunca soruya verilecek en mükemmel yanıt, bu son sorumuz olacak ya, hadi heyse…