Dün aklıma düştü bu soru… Bir sıkı sohbet sırasında konuştuk, şimdilerin ithal ülkesi haline dönüştüğümüzü.
Bir zamanlar, dünya ülkeleri arsında ilk 5 de iken, kendi ürettiği ile yaşam sürülebilen, şimdi kaçıncı sıradayız meçhul.
Hat ta, dünya ülkelerinde eğitim kurumlarında dahi anlatılırmış; Türkiye’ nin kendi kendine ürettiği ile geçinip, kendi kendine yetinebildiği.
Hey gidi hey… Deme de durma…?
‘Yerli Malı Türk’ ün Malı. Herkes O’nu Kullanmalı’ demeyenimiz var mıydı bir aralar? Yoktu değil mi?
Yani en azından, yaşı 35 olanlarımız bilir o günleri. Çok da yaş skalasını yükseltmeden örnekleyeyim de, beni de fosil sanmasın okurlarımız.
Bu gün yeniden, eğitim kurumlarımızda Yerli Malı Haftası ‘nı kutlasak, bana gösterebilir misiniz çocuğumuzun yanına hangi tür malları verebileceğinizi.
Eskilerden konuşmuş iken, aklıma rahmetli Barış ağabeyin o şarkısı geldi. Ağızlarımıza pelesenk olan; ‘Domates, Biber, Patlıcan…’
Sayayım mı daha… Hangi Yerli malını bu gün örnekleyebiliriz?
Bir aralar bir telefonum olmuştu. Netaş. Ha bir de Aselsan 1919. Alkatel de vardı. Vestel de bir tane üretmişti diye hatırlıyorum. Şunun şurasında, bu saydığım markalar öyle 40 yıl öncesine ait değil. Yakın tarihin, hayli yakın zamanından kalma.
Düşünsek ye bir. Yerli malı cep telefonlarımız da vardı bizim…
Bu gün ise, varsa yoksa marka. Hepsi de yabancı. Yanlış mıyım…?
İthalat ülkesi olmuşuz bir kere. Var mı ötesi…?
Hey gidi hey diyesim var yine. Yerli telefonlarımız var iken kutladığımız bir Yerli Malı Haftası olsaydı, bu gün halen yerli malı cep telefonlarımız da olurdu ya, ha di heyse…!
Hazır yerli malı diye mırıldanmışken yazdıklarımın içinde, rahmetli amcam geldi aklıma.
Kilitbahir Havuzlarda yetiştirdiği Beyaz karpuzlardan getirirde eşeğin küfesinde. Çocuktuk, isterdik amcamdan bir kaçtane. Arkadaşlarım ile, park çamlığının başındaki havuzun etrafında bulunan mozaik taşlara çarpıp kırar, ellerimiz ile karpuzun göbeğini yerdik sade.
Karpuzları isterken, enseye gelecek şaplağın olacağını bilir ve tokada hazır tekrarlardım amcamdan ‘Amca karpus istiyorum’ talebimi.
Amcam, rahmetli verirdi karpuzu. Verirken, etrafımdaki arkadaş sayım kadar adet sunardı karpuzları. Her birimiz bol bol yesin diye. Verir de vermesine de, benim ensede şaplak her daim ayşnı tonda olurdu.
Şöyle derdi amcam; ‘Hergelelik etme. Çekirdeklerin hepsini ayırın. Atmayın sağa sola’ diye.
Büyüdükçe anmadım ki, karpuzun çekirdekleri tohum olarak saklanırmış da, amcam da on’dan istermiş çekirdekleri.
Hadi bu gün bulda ye, o beyaz karpuzları.
Adı bile vardı, beyaz karpuzların. Durun, düşüneyim de, onu da yazacam…
Üç gen’ imsiydi o karpuzlar. Tam yuvarlak değil. Tarif ederek, ismi de aklıma düşer diye uzatıyorum Mevzu’ yu.
Yetişkin insan kafası kadar büyürdü. Açık kirli yeşil, buz beyazı olur du o karpuzlar.
Çekirdekleri kap kapa iriydi ama, karpuzun rengi kan kırmızı değil. Pembemsi…
Bir güzel karpuz kokardı…
Hatırlıyorum yavaş yavaş. Gelibolu civarında Pomak karpuzu derlerdi. Biz de ise;
Tamam tamam buldum. ‘70 gün derlerdi..’
70 gün karpuzu… Neden mi böyle denilirdi o karpuz için. Diktikten sonra çekirdeği toprağa, sayarsınız üzerinden geçen 70 gün sonra, koparır yemeye hazırdır bu beyaz yerliler….
Şim di, 70 gün de kalmadı coğrafyamızda; Okçular karpuzumuz da bildiğim kadarıyla…
Hele hele, Kösedere domatlar ne oldu sahi…?
Var mı alıp yiyeniniz…? Kütür kütür o domatalar kaldı mı hiç…?
Yerli malı var mı sahi, etrafımızda…?
Gelibolululara sesleniyorum. Gelibolulu derken, hakikaten Gelibolu ilçemizin köylerinde yaşayanlara. Yarımada’ nın diğer köylerinden bahsetmeden.
Diyorum ki, Pomak karpuzlarını hatırlayıp, tohumu da elinde olan var ise şayet; e-posta adresimden, e-mail’den bir ulaşıverin bendenize.
Hatırlıyorum da, birkaç yıl önce, rastlamıştım Gelibolu merkezinde bir bakkal önündeki kasalar içinde bizim 70 Günlük’e…
Var ise, iri siyah çekirdeklerinden, en azımdan beş tane ulaştırın da bu garibe, toprakla buluşturalım şu eşsiz tohumları.
Sonrasında ne mi olacak? Sayarız üstüne 70 günü. Söz birlikte keser yeriz. Beraberinde sözde köy ekmeği yanı sıra, Berhamlı’ dan gelecek has keçi peyniri ile yerli karpuzlarımızı…
Bu denli, ithalleşmiş iken her şeylerimiz. Son günlerde yurt dışı gezilerine katılıp, yep yeni projeler ile döndüğünü bildiklerimize de bir çağrım olacak.
Biliyorum ki, her yurt dışı ziyareti sonarsında gördüklerinizi, kentimizde uyarlama gibi bir alışkanlığınız var.
Yeni yeni icatları Barışın kentinde var etmenize diyecek sözüm yok elbet. Lakin şunu bilin istedim. Yurt dışında, toplu taşıma araçlarının sürücülerinin günde 5 saatten fazla çalıştırılması kesinlikle yasakmış.
Biz de öyle mi ya…? Hem Bin Beş yüz lira alacak, hem de saatlerce direksiyon sallayıp, sinir küpü olacak toplu taşıma sürücülerinden, bir de naziklik bekleyeceğiz.
Mümkün değil….!
Yerli malından nerelere geldim. Sıcaktan olsa gerek. Ptron klimaları da kısıtlamıyor lakin, havanın harareti fazla. Nemi de yüksek.
Kafa bir geliyor, bir gidiyor.
Fazlaca da sapıtmadan gündeme dair, Haydin hoş çakalın. Bu günlük de bu kadar.