Balkanlar’da yaşam biçimlerinin farklılığı, dünyanın tüm ülkelerinde olduğu gibi o bölgede de kendini göstermektedir. Kitabi dinlerin içinde kendine yer bulan çeşitli mezhepler;
dini yaşantıların yanında ırki yaşantıyı da etkinleştirmiştir. Bunlardan biri de Müslüman Türkler’deki Bektaşiliktir.
“Alevi-Bektaşi kültürü, XIII. yüzyılda Anadolu’daki gelişimine paralel olarak Balkan coğrafyasında da organize olmuştur. Öğretinin, XIII. yüzyılda Balkan topraklarındaki karizmatik temsilcisi Sarı Saltık’tır. Sarı Saltık, Hacı Bektaşi Veli düşünce geleneğini Doğu Avrupa topraklarında örgütleyen erenlerdendir. Batının doğan güneşidir.”
hbvdergisi.gazi.edu.tr/index.php/TKHBVD/article/download/947/936
Şerif Hızır’ın Saltık adını alışı ise, bir geleneğe dayanmaktadır. Bu gelenek, kişinin gösterdiği kahramanlık sonucu ad almasıdır. Dede Korkut Kitabı’nda örneklerini gördüğümüz “ad alma”-“ad verme” olaylarının benzerleri Saltuknâme’de de yer almaktadır.
Saltukname’ye göre Şerif Hızır’a Saltık adını, savaşta yendiği Alyon adlı bir düşmanı? vermiştir. Yenilgisinden sonra Müslüman olan Alyon’a da Sarı Saltık, İlyas adını verir.
Bu ad verme olayı dışında eserde geçen diğer ad verme olayları, Saltık’a yenilerek Müslüman olan kişilere Saltık tarafından bir Türk adı verilmesi ile ilgilidir.” http://alikaya.org/2016/04/16/sari-saltik-kimdir/
Yukarıdaki alıntıyı yorumlarsak, “ Hıdırellez” deki, “ Hızır ve İlyas ” anlayışının buradan geldiğini de düşünebiliriz… Gerçekten de “ Hıdırellez “ anlayışının bize Balkanlar’dan geldiği de bilinen bir gerçektir.
Sarı Saltık, Hz. Muhammed ve Hz. Ali’den neslin imametini teberra ve tebella ilkesini sahiplenen, dini şekil olarak değil, gerçek anlamıyla algılayan, dini bağımsız bir irade gücü ve batını?özelliği ile evrimleştiren akıl ve iman bütünlüğünde birleştiren bir Alev-Bektaşi inanç önderidir. teberra: Uzak durma. Sevmeyip yüz çevirme. tebella: Uzmanlık alanı.
Osmanlılar Balkanlara yerleşmeden önce İslam adına gönülleri fetheden tasavvuf erbabı onlarla birlikte de bu topraklara gelerek yol kavşaklarında kurdukları tekke ve zaviyelerde yaptıkları faaliyetlerle insanların sevgisini kazanmışlardır. Osmanlı döneminde, Balkanlar’da farklı tarikatlara mensup olan tekkelerin kuruluşuyla tasavvufi düşünce ve yaşayış kendine yer bulmuştur. Zamanında çok sayıda var olan tekke ve zaviyelerden bugün Makedonya’da ayak ta kalanların sayısı azdır.
http://www.balturk.org.tr/makedonyadaki-tarikatler-silsileleri-maneviyat-buyuklerinin-hayatlari-ve-hizmetleri/
Yukarıya aldığımız kısa bilgilere baktığımızda:
Osmanlı’nın, Balkan topraklarına gelmeden orada var olan Müslümanlık anlayışı, Sarı Saltık’la misyonerlik halinde Balkanlar’da kendini göstermiştir. Bu varoluşu, belki de Osmanlı’nın Balkanlar’a açılmasında manevi bir güç ve moral değer olarak da nitelendirmek mümkündür…
Sarı Saltık felsefesinin günümüz sorunlarına çözüm üretebilecek güçte olduğunu, kardeşlik ikliminin oluşturulmasından bu tarihi kişilikten yararlanılmasının kaçınılmaz olduğuna günümüz çatışmalı ortamında Sarı Saltık gibi erenlerin birlik mesajlarına ihtiyaç duyulduğunu vurgulamak gerekir.
http://sarisaltikvakfi.org/pages/activities/3/sarisaltik-egitim-ve-kultur-vakfi-basin-bulteni
Zaman zaman Türkiye’de bir kültür mozaiği bulunduğunu bilimsel temele dayanmadan ileri sürenlerin yanıldığını Sarı Saltuk’un tarihî kişiliği, türbe ve makamları ortaya koymaktadır. İster Sünnî, ister Alevî, ister Ortodoks; ister Doğu Anadolulu, ister Batı Anadolulu, ister Balkanlardaki Türkler tarafından büyük bir saygıyla anılan, türbe ve makamları ziyaret edilen Sarı Saltuk birleştirici bir unsur olarak karşımızdadır.
http://turkoloji.cu.edu.tr/CAGDAS%20TURK%20LEHCELERI/6.php
Anadolu ve Balkan coğrafyasında manevi güç olan anlayışın bütünleştirici unsurları olan; EVRENSELLİKTE Mevlâna’yı, Sarı Saltık’ı, Hacı Bektaş’ı MİLLİLİKTE Yunus Emre’yi, Hacı Bayram Veli’yi unutmamak gerekir.
Tasavvuf ehliyle yola çıkmanın güzelliğini bilenleri; günümüzde çirkinlik yaratan ötekileştirici, sözde dini anlayışlardan ayırmak da bizlerin görevi olmalıdır.
“ Taş oldun taşladın herkesi, toprak ol da üzerinde güller bitsin…” diyen Mevlâna’yı;
“ Bir kez gönül kırdın ise, bu kıldığın namaz değil…! ” diyen Yunus Emre’yi;
“ Elif, dal, be ile yazılan adap kelimesindeki “ eline, beline, diline sahip ol “ anlayışını etkin kılan Hacı Bektaş Veli’yi iyi irdelersek; Sarı Saltık’ın, Balkanlar’daki Hıristiyan dünyasına ait misyonerliğini de eleştirel anlayış içinde yorumlamış oluruz…
Türkmen anlayışında;
“ Gece gözcüleri,
Sınır bekçileri
Horasan erleri,
Gayıp gerçekleri” olan ERENLERE ve Balkanlar’a SELÂM olsun…!