Bir zamanlar milli hassasiyetler gibi değerli cümleler kurulurdu.
Milli hassasiyet dendiğinde herkes pür dikkat kesilir. Milli hassasiyete zarar veren kişi veya kurumların başına çok fena şeylerin geleceği düşünülürdü.
Yani milli hassasiyet demek, devlet demekti.
Devlet demek, milletin hassasiyetinin koruyucusu demekti.
Güç ve otorite demekti.
Güç ve otorite demek TBMM demekti. Yargı demekti. Kolluk kuvveti demekti. Vergi dairesi demektir.
Şimdi milli hassasiyetimiz diyeceğimiz bir şey kaldı mı?
Hudutlarımız kevgire döndü. İnsan kaçakçıları, onlarca, yüzlerce kaçağı hududumuzdan nasıl geçirdiğinin ispatı olarak canlı yayın yapar oldu.
Memleket neredeyse her sokağına kadar oldukça genç, askerlik kılıklı kaçak erkek yabancılarla dolduruldu.
PKK ve Hizbullah da dahil bilumum devlet ve millet düşmanı örgütün uzantıları, iktidar olmayı düşünen siyasi partilerin can simidi oldu.
FETÖ’nün şimdilik hangi partinin içine gömülü olarak meclise taşınacağı hala gizemli gibi gözükse de üç aşağı beş yukarı tahminde bulunmak da mümkündür.
Atatürk düşmanı anti laik şeriatçılar, ümmetçilik kisvesi altında Türk Milletine şimdilik sözlü saldırıda bulunmaktan geri durmuyor. Kadının bedeni ve cinsellik konularına duyarlı, sakallı sarıklı kimi cahil tarikat ve cemaatler güzel İslam ahlakı dejenere edilmeye çalışılıyor.
Olasılıkla AKP’nin iktidarda olması nedeniyle kendilerini frenleyen bu kimi cemaat ve tarikatlar, AKP’nin iktidardan düşmesiyle birlikte memlekette gösterilerine başlayacaklarını söylemek müneccimlik olmayacaktır.
AKP sonrasında ellerine geçen her fırsatta Atatürk Türkiye’sine ve Türk Milletine karşı terör eylemlerine başlamayacaklarının garantisini kim verebilir ki?
Bir de kırmızı çizgilerimiz vardı.
Devletimizin kırımızı çizgileri vardır.
Devletin kırmızı çizgileri; halkına ölüm kusanlara, savaş açanlara, hudutlarını ihlal edenlere, adaletsizliğe neden olanlara karşı en acımasız hukuksal tedbiri alma becerisi göstermek değil midir?
Her devlet kendi varlığına yönelen tehlikeyi yok etme hakkına sahip değil midir?
ABD ve AB, Kuzey Irak ve Kuzey Suriye’de bir Kürt devleti kurma girişimlerini sürdürürken böyle bir belaya karşı sessiz kalan bir devlet, halkını yeterince koruyabilirler mi?
Afganistan’ın ABD’li Afgan militanları, Taliban militanları ülkemizi yol geçen hanına çevirdiğini devletimiz bilmez mi? İŞİD ve şeriatçılığın ülkemizin geleceğini tehlikeye sokacak kadar zıvanadan çıktığını acaba devletimiz görmez mi? m
Eminim ki devletimiz istihbarat örgütleri, polisimiz, jandarmamız ve askerimiz her şeyi günü gününe takip ediyor not alıyordur.
Yargıçlarımız ve cumhuriyet savcılarımız devletin ve milletin hukuki koruyucusudur. Yargıçlarımızı baskı altına alan anlayış devlete ve millete karşı sorumluluğunu yerine getirmiyor demektir.
Askerimizin polisimizin, yargımızın içine cemaat ve tarikatçıları yerleştirenler devleti ve milleti düşünmeyenlerdir.
Yazmazsam kendimden utanırım.
Millet İttifakı içerinde tıpkı Cumhur İttifakında içinde olduğu gibi Atatürk’e ve Türk milletine hayr ile bakmayan PKK, FETÖ ve diğer cemaatlere kucak açanların varlığının endişesini taşıyorum.
Umudum ve desteğim bu manada İYİ Partiden yanadır.
Son sözü İYİ Parti Genel Başkan yardımcısı Rıdvan Uz’a bırakıyorum.
“Sormam gereken soru şu; Yavuz Ağıralioğlu hatırlarsın sanırım. Divan da senin de olduğun ortamda altılı masaya tekrar dönülmemesi konusunda ben görüş bildirirken, sen masaya dönülmesi konusunda EL KALDIRAN’dın şimdi ne oldu?”