İnsanlar yaşadıkları, duydukları, gördükleri ve, okudukları yani kısaca tecrübe ettikleri veya bilgi edindikleri şeyler hakkında olumlu veya olumsuz yönde düşünce geliştirirler.
Zamanla dimağlarında şekillenen düşünceleri “önyargılara ve sanmalara” sebebiyet vermeye başlar. Sanılar, kişinin hayat görüşüne, yaşam tarzına, görgüsüne ve beklentilerine kadar birçok alanda etkisini gösterir. Negatif sanılar içinde kişilik gelişimine maruz kalan kimselerin hayata olumlu baktığı söylenemez.
“Sanı” sözlük anlamı olarak “karşıtının da olasılığını düşünmekle birlikte, bir şeyin şöyle ya da böyle olduğunu düşünmek, olabileceğine daha çok inanmaktır”
Kişilerin veya bir toplumu sanılarını olumlamak veya olumsuzlamak suretiyle etki altına almak elbette mümkün olabilir.
Sonuçta zaman içinde artan ve biriken sanılarımız bizim sabit düşüncelerimiz ve hayata dair kavramlarımız haline gelmektedir.
Mesela hırsız ve ahlaksız bir aile ortamında yetişen insan için; bir başkasının malını çalmak, bir başkasına zarar vermek, hayasızca ve ahlaksızca davranmak sıradan gelmez mi?
Sanıların tecrübeye dönüşmesi insanlarda kavramların oluşmasını sağlar.
“Kavramlar özellikle deneyimlerin birbirine ilişkilendirilmesi için tasarlanır.”
Kavram ve sanılar kişinin yaşamlarında aktif rol oynar. Kişinin başka türlü düşünmesine mâni olur ve kişiyi baskılar.
Kavramsalların eleştiriye tabi tutulması, kavramsallarının sınırlarını ve potansiyellerini deşifre edilebilir ve yeniden şekillendirilebilir.
Çeşitli sanılar ve kavramlar içinde kendini geliştiren veya tüketen toplumlar, içinde yaşadığı medeniyeti yaratırlar.
Günümüz toplumlarının bazılarının geri kalmışlığının ve gelişkinliğinin arkasında da bu irade vardır.
Özellikle anti demokratik siyasal düşünceli yöneticilerce yönetilen devletlerde kişilerin özgürlüğü ve özerkliği asla söz konusu olmaz.
Hele de cahil ve bilimden uzak din adamlarınca baskılanan kişiler ve toplumlar asla modern bir toplum haline gelemezler.
Modernlik denilen şey özü itibariyle bireysel özerkliktir. Bütüncül olarak da özgürlük demektir.
Peter Wagner’den alıntılayacak olursak;
“Modernliği özgün kılan husus, insanların özerkliğine duyduğu sadakatten ileri gelir. Modernliğin sosyolojisinin çokluğunun nedenlerinin arkasında her toplumun kendine has bir modernlik tanımı içerinde varlığını koruması ve sürdürmesi vardır. Bu nedenle sosyolojinin modernliğin türleri hakkında aradığı çözümlemeleri toplumsal yapılarının değişim ve dönüşümü içinde araması akla yatkın bir önermedir.”
Unutulmamalıdır ki; “modern toplum bir kere inşa edildikten sonra sosyal örgütlenmenin üstün formuna ulaşmıştır ve değişen koşullara başarılı bir şekilde uyum sağlamak için gerekli olan her şeye sahiptir. Böylece başka ana değişim olmayacaktır.”
İkinci Dünya Savaşının yıkıcı etkilerinden sonraki gelişmeler, savaşa maruz kalan ülkelerde güvenlik ,ekonomi ve devlet idaresindeki demokratik gelişmelere, modernite bağlamında bilimsel bilgi üretimine ve anti demokratik bağnazlıklarının kırılmasına sebep olmuştur.
Modernliğin bilgi üreticiliği koruyuculuğu altındaki toplumlar, daha demokratik yaşam tarzları geliştirdiler.
Daha açık bir ifade ile baskı ve zulüm altında adil olmayan ağır ve berbat bir yaşama mecbur bırakılan toplumlar kültürel ve tarihsel bağlamada, mahkûm oldukları sanıların ve kavramların dışına çıkmayı başardıkları andan itibaren yönetimsel olarak modernleşmeye, kişisel özerklik ve toplumsal özgürlüklerine kavuşmuş olurlar.
Biz biliyoruz ki; batı toplumları kendi içlerinde ağır bedeller ve tecrübeler ödeye ödeye bugün ki modern ve adil toplum ahlakına ve düzenine ulaşmışlardır.
İran Devrimi ve Taliban Rejimlerin bakarak aksini de iddia etmek mümkündür.
Teolojik kabulleri kendine kalkan yaparak modernliği düşman ilan eden anlayışların yıktığı toplumsal yapıları, modern anlamada otoriteyi ele geçirerek bir daha toparlamak mümkün gibi de gözükmemektedir.
Modernliği kazanmak veya kaybetmek kanlı savaşlar sonrası mümkün olmaktadır. Ancak zihinlerde yeşertilen modernliği hangi yöntem olursa olsun yok etmek mümkün değildir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’mız sonrasında ülkemize getirdiği modernite, asla Batı veya Uzak Asya gibi kanlı iç çatışmalar sonucu olmamıştır.
Osmanlıda başlayan bağımsızlık, özgürlük çıkışlı modernite, Türkiye gerçekliğinde modernliği anlamış ve içselleştirmiş bir avuç asker ve sivil aydının girişimi ile gerçekleşmiştir. Atatürk modernliği, pozitif anlamda tepeden inmeci zihinsel değişim ve dönüşümü gerçekleştirmiş bir gerçekleşen modernliktir.
Fakat ne yazık ki Atatürk’ün kurduğu Türkiye modernliği, İran ve Afganistan tarzına eğilimli teolojik ideolojiler tarafından sekteye uğratılmaya çalışılmaktadır.
Türkiye’deki siyasal modernite, Atatürkçülüğün gelişmesine veya gerilemesine bağlı olarak ilerleme kaydedebilmektedir. İslam dünyasının bağnaz devlet yönetimlerinin panzehiri de olan Atatürk’ün siyasal modernitesi İran Devrimi gibi anti modern ve hatta son zamanlarda Taliban anlayışa çevirmeye çalışan anti laik akımlarca yok edilmeye çalışıldığı da gözlemlenmektedir.
Siyasal moderniteyi yok eden güçler tarafından ele geçirilmiş bir devleri halkın demokratik yollardan koruması mümkün değildir.
Modernlik iyidir.
Ama Atatürk modernliği Türk Milleti için en iyisidir.
Atatürkçülüğe düşman olan(lar) ya düşmanın askerdir veya cahilin önde gidenidir.
Bir düşünün bakalım.
Siz de benim gibi mi düşünüyorsunuz?