Sosyolojik Bir Analiz; Kitle Toplumu, Kaynak Mobilizasyonu, Bürokratik Burjuvazi Ve Atatürk İlkelerinin Sebepleri -1
Avrupa’da sanayi devrimi aristokrasinin ve burjuvazinin iş birliği ile gerçekleşmişken Atatürk Türkiye’sinde sanayi devrimi devlet eli ile gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bir yandan sanayisini geliştirmeye çalışırken, diğer yandan da olmayan milli burjuvazisini var etme yoluna girmiştir. Onlarca yıl sürecek olan bu mücadele de Mustafa Kemal Atatürk’ün ve ondan sonra gelen İsmet İnönü’nün ve hatta tüm başbakanların birinci görevi, sanayileşmeyi sağlamaya ve mümkün olduğunca da milli burjuvaziyi yaratmaya yönelik politikalar var olmuştur.
Atatürk’ün fikri yapısını oluşturan korporatist anlayışın “sosyal adaleti sağlama” ilkesi, Mustafa Kemal Atatürk’ten sonra ve özellikle ikinci dünya harbini takip eden yıllarda ABD’ye teslim olan Türkiye’de, sosyal adalet terazisi günden güne bozularak milliciliğini ve sosyalliğini yitirerek küreselci burjuvaziden yana değişmiştir.
Türkiye’de hayat bulmaya başlayan küresel kapitalist burjuvaziye paralele olarak, sosyalizmin bir eseri olan bürokratik burjuva da doğmaya başlamıştır. Bürokratik burjuvazi ile kapitalist burjuvazi kol kola girerek yıllardır Türkiye’yi idare etmektedir. Türkiye’de bürokratik burjuvazi, ordudan polise, mülkiyeden yargıya kadar üst - orta bürokrasi seviyesinde ortaya çıkıp devlete hâkim olurken, özel sektörde de yönetici, mühendis, tıp ve sosyal bilimlerin özellikle hukuk ve sanat alanında bürokratik burjuva sınıfı oluşmuştur. Devlet ve özel sektörün eseri olan bürokratik burjuvazinin büyük çoğunluğu, yaşam koşullarını koruma adına, siyasetin oyuncağı olan devlet ve özel sektör patronaj idaresinin etkisinden de ürkerek gerçek burjuvazinin yanında ve hizmetinde olmuştur.
Türkiye’nin kentleşen nüfusunun içerinde özellikle bürokratik burjuva kesimi, tıpkı Avrupa da olduğu gibi süratle ve öncelikle KİTLE TOPLUMU haline gelmeye başlamıştır. Bürokratik burjuvanın öncülüğünde yeni nesil kent insanları aşiret ve akraba bağlarından kopmuş, büyük aile bağlarını zayıflatmıştır. Egoizmin yalnızlığındaki kitle bireyleri, siyasal ve toplumsal kopuş anomisi ile kendini yalnız hissetmeye ve güçsüz görmeye başlamıştır.
Özellikle içinde yaşadığımız tüketimci iletişim çağının bilgi kirliliği insanlarda, objektiflikten uzak ve kendilerine pompalanan “ihtiyaçlar beklenti mahrumiyetliği” duygusu içerisinde, yaşam kalitelerinin ve durumlarının başkalarından farklı, eksik ve kötü olduğu düşüncesi ile hareket ederek, veya bunun tam tersi, sahip oldukları olanaklarının ve yaşam şartlarının yok edileceği kaygısına sevk edilerek protestoya yönlendirile bilmekte, ajan provokatörler vasıtası ile kitlesel eylemlere sevk edilmektedirler.
Yeni nesil kentleşme ile birlikte KİTLE TOPLUMU haline dönüşen birey yığınlarının anomik durumundan istifade etmek isteyen her türden çıkar gurupları, Türkiye’deki siyaset ve siyasi parti yapılanmasını, kaynak mobilizasyonlu bir anlayışa düzenlemeye başlamışlardır. Siyasi partiler, parti programları ile halka sundukları siyasi amaçları gerçekleştirmekten ziyade, toplum hareketlerinin yaratacağı kaynaklardan çıkar sağlama peşine düşmüşlerdir.
Toplumları, insan ve ekonomik çıkar kaynağı deposu gören kurnaz siyaset simsarları, toplumların göreceli olarak suiistimal edilebilecek sonsuz kaynaklarının söz konusu olduğunu bilmektedirler. Bu simsarlar toplumun, ahlaki, dini, kültürel, sosyal, örgütsel insani ve maddi kaynaklarını kolayca iyi-kötü, dindar-dinsiz, ahlaklı-ahlaksız, hain-vatansever, dost-düşman kutuplaştırması ile sömürecek duruma getirmektedirler.
KİTLE TOPLUMU’nu siyasal körlüğe yönlendirmeyi başaran partiler ve liderleri, o ülkede kolayca kendilerine maddi çıkar ve güç sağlayacak yapıyı, yani oligarşik faşist düzeni veya diktatörlüğe geçişi kolayca gerçekleştirebilirler. İktidarın ve siyasetin etkisine giren devlet yüksek bürokrasisi ve yargı erki, varlık sebepleri olan topluma hizmeti göz ardı ederek, iktidarın kendilerine lütfedeceği umdukları, kendi paylarına düşeceğini düşündükleri küçük çıkar hesapları içerisinde iktidar partisi yöneticileri lehine hareket etmeye başlamaktadırlar.
Bu bilgiler ışığında Türkiye’deki irili ufaklı partilerden hangilerinin kaynak mobilizasyonu düşüncesi içerisinde olduğu, topluma hizmet eden siyasi amaçlardan ziyade, parti yöneticilerine ve merkez örgütüne kaynak girdisinin kalıcı rutinleşmesini amaç edinen bir yapıya büründüğü kolayca tespit edilebilir.
Siyasi parti yöneticilerinin yanı sıra, dernek ve vakıf yöneticileri de bürokratlaşmaya başlayarak statükolarını korumak üzere örgütü idare etmeye ve kendilerini yaşatacak kaynakları bulmaya çalışacaklardır. Bu zihniyetin hâkim olduğu partiler, dernekler ve vakıflar, anomik travmaya uğramış yeni nesil kentlileri kitle toplumu haline çevirecek korkular üreterek, varlıklarını sürdürmenin her türlü yolunu bulacaklardır.
Örneğin “biz olmazsak ülke bölünür” diyen, “biz olmazsak ülke uçuruma sürüklenir” diyen, “biz ülkenin sigortasıyız” diyen ve kerameti kendine gören yapılar yaşadıkları ülkenin olanaklarını kendilerinin ve ailelerinin çıkarlarına olacak şekilde kullanmaya çalışırlar.
Sonuç olarak;
Bizim ve bizim gibi ülkelerin bürokratik burjuvazisi kendine gelmediği ve elini taşın altına koymadığı sürece toplumların, anladığımız manada modern bir refah devleti içerinde yaşaması mümkün değildir.
Ne yazık ki dünya bürokratik burjuvamızın hali, tıpkı ceylanı parçalayan çakallardan artakalan kemik parçalarını sıyırmaya çalışan akbabalara benzemektedirler.