Ne günlerdi? Ne güzel günlerdi Çocukluk yıllarımız.


Yoksulluk,
Her anımıza hükmetse de,
Zerre kadar fark etmezdik eksikliğimizi.
Yamalı pantolon,
Kara lastik,
Parçalanmış meşin top peşinde
Günde bir kere dahi araba geçmeyen toprak yollarda,
Kan ter içinde 

Oyundan oyuna,
Hayalden hayale geçerdik…
Masallarımızda

Zulme isyan,
Yoksulluğa direniş, 

Geleceğe dair
Ütopyalarımız vardı.
Dünyanın günah sarmalında
Anadan babadan 
Atadan kalma
Gırtlağımıza kadar namus timsaliydik.
Yazlık sinemalarda efsunlanırdık.
Bazen Battalgazi

Bazen Köroğlu olurduk.
Mesela kırık misketlerimiz değerliydi.
Dalyalar, topaçlar, çelik çomak,

Ve daha nice oyunlarımız olsa da 
Ellerimizle yaptığımız çıtalı uçurtmalarımıza
Yüreğimizi yüklerdik.
Koşa koşa uçururduk

Uçura uçura koşardık 
Tarlalarda.
Kırda bayırda aç kalmazdık.
Sarıçiğdem kökü, madımak, dede sakalı,
Ağaçların sakızları ağzımızın değişmez tadıydı.
Baharı çok, 

Ama çok severdik.
Dereler gürül gürül berrak akardı
Kana kana içerdik sularından.
Ta ki yüksek katlı binalar yapılana dek.

Çeşmelerimiz yoktu evlerimizde
Kuyulardan çekerdik suyu.
Bir komşumuz, muhakkak bir şeyi en iyi yapardı.
Rimel ruj fondöteni kim biliyordu ki?
Mesela Zehra teyze 
En güzel makyajı yapar
Saçını tarayarak hazırlardı

Gelinlik kızları...
Bir amcamız duvar ustası,

Diğeri dülgerdi.
Kalanımızın alayı amale.
Bir gecede ne evler yapılırdı bir bilseniz?
Üç günde gelinirdi taa Yozgatt'an Tokat’tan Ankara’ya.
Garibin evi  gelmeden bitiverirdi.
Çünkü; 

Köylere çökmüş fukaralıktan kaçışın 
Kurtuluşun yolu göçtü.
Köylerimiz mahalle olmuştu.
Büyük şehirlerde
Hepimiz birbirimize benzedik.
Yoksullukta eşit.
Soğukta sıcakta ayazda eşit.
Kömür kokulu semtlerin yamalı mintanlı, kara lastikli çocuklarıydık.
Her evden en az beş çocuk çıkardı.
Soğuk algınlığında ispirtolu gazete, acılı sıcak turşu,
Ya da nazara okunan birkaç dua.
Doktor yüzü görmeden büyüdük.
Kurşun döktüler tepemizden aşağı da 

Kem gözlerden kurtulduk.
Bir yaşlı kadın yardım etmiştir analarımızın doğumuna.
Anamız

Garip anamız.
Hamile imiş, 

Kucağında bebe varmış,
Kimin umurunda?
Bebeler her öğün yemek ister.

Elde yok avuçta yok.
Köyden gelen keş ayran edilir.
Kavut, helle pişirilir.
Patates soğan yazdan gömülür.
Çökelekler küplerde kışa hazır edilir.
Et nerede?
Gücü yeten tuzlar kuruturdu.

Ama onca yoksullukta 
Hep gülümserdik.
Yazın ayrı bir mutluluk

Kışın ayrı.
Beş basamaklı tahta merdivenle 

On çocuk akşama kadar kayardık bayır aşağı
Okul kapanınca mısır nohut 

Omuzda boya sandığı
Pazardan çuvalla yiyecek alırdık.

Gidin sorun
Cami minaresinin taşlarında çocukların emeği vardır.
Binası yıkılsa da

Dikmen Vadisinde kendisi hala durur dimdik ayakta.
O minarede
Ne ezanlar okundu 

Ne selalar verildi,
Ne çok bayram namazları kılındı  o camide bir bilseniz?
Geleneklerimiz vardı köyden gelme.
Bir ölümden sonra
Beş on gün radyo televizyon açılmaz yasa girilirdi.
Cenaze  evine tencere tabak yemek götürülürdü.
Her iş imece ve dayanışma içinde giderdi.
Okulumuz vardı taştan.
Kitap defter nerede?
Sarı yaparak defterler,
Kardeşten miras kitaplar.
Siyah önlükler içinde
Evimizden birkaç kilometre uzaktaki.
Okula yürürdük.
Hiç hatırlamam
Yağmur kar fırtına oldu diye okulumuzun tatil edildiğini,
Annemizin bizi okul kapısında beklediğini.
Amerikan işi süttozu ve garip bir yağ dağıtılırdı 

Okullar tam gündü,
Cumartesi okul vardı yarım gün.

Her öğlen birimizin ailesi bir şeyler hazırlar getirirdi.
Aynı şeyi yerdik.
Baharda okulca pikniğe giderdik.
Hepimiz birbirimize öyle benzedik ki,
Dünyayı bizim gibilerden ibaret bilirdik.
Meclisin hemen yanı başında
Senelerce çamur toprak yollarda yürüdük.
Seçimden seçime hatırlanırdık.
Ecevit vardı.
Demirel vardı.
Erbakan Türkeş vardı.
Kurtarılmış mahallelerde
Yoksulun çocukları birbirini vururdu.
Hep yoksulun çocukları anarşist olurdu.
Anarşistler hep bizim mahallelerde büyürdü.
Anarşisti kovalayan polis mahallemizden komşumuzdu.
Birimizin kardeşi başçavuş olmuştu.
Liseyi bitirmişler alim görülürdü...
Şimdi hepimiz büyüdük.
Unuttuk her şeyi.
Daha eskimeden yenisini,
Daha tükenmeden tazesini alır olduk.
Bir bela musallat oldu ülkemize
Bir gaflet uykusuna daldık
Din adamı kılıklı azılı hırsız
Emeklerini çaldı çocuklarımızın.
Devletimiz düştü.
Subaylarımız,

Mürit oldu da kendi meclisini vurdu.
Umursamazlıkla
Paramparça dağıldık.
Yoksulu karşı mahallede
Zengini lüks sitelerde
Bölük bölük bölündük.
Sanal alemde binlerce arkadaşımız,
Öz çekimde gülücük saçan resimlerimiz,

Borç üstüne borçla
Bankalara bağlandık.

Patron denen mahlukat;
Esasında, 
Aç gözlü lükse düşkün benliğimizdi.
Çağdaş kölelere döndük.
Siyasetçinin yardakçıları,
Her devrin adamıydı,
Bilim insanımız,
Aydınımız,
Sanatçımız,

Güçlünün yanında burjuvalaştı.
Öleni ,
Sömürüleni,
Cepheye sürüleni ,

Teröristi
Anarşisti,
Çaresizlik içinde kıvrananı

Her devrin fukarasının çocuklarıydı.
Fukaralıktan kurtulmuş
Soytarı zenginler
Hem devletin

Hem de gençliğin
Geleceğini çalmaktan geri kalmadı.
Dünya değişti.
Din adamı değişti.
İş adamı, asker değişti.
Polis, yargı
Hukuk adalet değişti.
Bir tek değişmeyen ölümdü.
Ölüm bile adil değildi.

 
Değerli okuyucularım, okuduğunuz bu şiirde atmış yıllık bir ömrün kısa özetiydi.
14 Mayıs’ta yeni bir doğum günü kutlayacağız.14 Mayıs’ta aklımızı başımıza alacağız.
14 Mayıs seçim sonuçlarına göre ömrümüzün geri kalanı şekillenecek.
Demokratik, laik sosyal hukuk devletinde yaşamak için;
Aklımızı kullanmalı,
Bir oyumuzu Kemal’e bir oyumuzu Meral’e vermeliyiz.