Bayramları, ayrı bir tat’ da yaşardık.. Bol bol öperdik,, Büyüklerimizi ziyaret ederdik mesela..

 
Mezarlık ziyaretleri yapardık birde, Arifeden başlardık..,
Ebediyete göçmüşlerimizi, mezarı başında anardık.
Bi şeyler oldu sonra.. Teknolojinin esiri mi olduk ne!?!..
Uzakları yakın eden teknolojiye rağmen, hani şu süper lüks otomobillerimiz var ya..
Tatil köylerini rotamıza aldık sanki.. Köy yerine, hop bir koşu, tatil köyüne…
Eskilerden söz ediyor iken, aklıma geleni mırıldanmassam çatlarım..
“Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar" türküsünün acıklı hikayesinde de geçer köy özlemi..
Bir tık dönüverin geçmişe.. 80’ ler olmadı 90’ ları hatırlayıverin..
Ne şarkılar, ne türküler.. Masum aşk ve masum sevgiler, sevgililer vardı bir de..
Trakya denildi mi, yüzümüzü ayrı bir gülmek alır.. Lakin, bu kez, yüz gülümsetecek bir hikaye değil bahsedeceğim.
Hikaye, tatil köylerine inat gelsin be kızanım..  Ondan ötürü anlatıyorum size bu hikayeyi..
-Malkara köylerinden alındığı belirtilen türkünün filmlere konu olacak hikayesi diyerek gireyim söze o vakit.,
Belki diyeceğim, masal gibii olacak lakin, gerçek bu.. Anlatılan, ezber edilen hikaye tam da bu..
Çok eskiden köyün birinde yaşarmış Zeynepçik.. Güzeller güzeli genç kız Zeynep..
On altısın yeni bastığında Zeynep'i köylerindeki bir düğüne gelen Ali isimli bir genç görür ve çok beğenir. İlk görüşte vurulur bu güzel kızımıza.
Köyüne döndüğünde hemen dünürcü gönderir. Zeynep'i Ali'ye verirler ve hemen düğünleri oluverir..y
Zeynep'in gelin gittiği köy ile kendi köyü arası üç gün üç gece mesafede imiş.. Uzak yani.. Üç gün üç gecelik yol var arada.
Zeynep anne baba ve kardeşini tam 7 yıl göremez. Dile kolay gelse de, tam 7 yıl be kızanım..
Bu özlem Zeynep'in yüreğinde her gün biraz daha büyür.. Nasıl büyümez ki anne, baba, kardeş hasreti.
Hasret, bazen haftalık da olsa, zordur dayanması.. 7 yıl, nasıl da dayanılmaz bir hal almıştır, kim bilir?,
Köyün büyük tepesinde bulunan evinin bahçesine çıkar Zeynep..
Görmese de o an uzakları, kendi köyüne doğru döner gözleri ve yüreği..
Hasret yüklü yüreğinin kavurduğu bir ateş vardır içinde, kendi yaktığı türküyü mırıldanır iken, biraz da olsa soğur yüreği.
Zeynep, gözleri hep uzaklarda olan Zeynep.. Yüreği,  sıla özlemi ile yanıp tutuşan Zeynep..
Hikaye buya; Kocası Zeynep'in özlemine pek aldırış etmez bu sıralar.
Kaldı ki eski sevgisi de pek kalmaz, gün geçtikçe..
Dahası; Zeynep'i horlamaya eziyet etmeye başlar bir de..
Sonunda bu özlem ve horlanma, ana, baba, kardeş sevgisi ile tutuşan Zeynep'i yataklara düşürüverir..
Gün geçtikçe hastalığı artan Zeynep'in düzelmesi için köyden gelip geçenler, anasının babasının çağrılmasını isterler..
Başka çaresi kalmadığını anlayan kocası da, kaynanası ve kayınbabasına haber vermeye gider.
Altı gün, altı akşam sürer bu yolculuk, git – gel.
Köye ulaşan anne-baba Zeynep'i yatakta bulurlar. Perişan bir halde olan Zeynep hala türküsünü mırıldanmaktadır o an..
Anne babası da türküye söylemeye başlarlar. Çevrelerindeki bütün köy kadınları duygulanıp ağlarlar.
Annesi fenalık geçirir. Bayılan Zeynep hasretini giderir ama çok geç kalınmıştır artık..
Olan olmuştur, hasret yakmış, kül etmiştir Zeynep’i.. Bir daha iyileşemez ve ölür
Mırıldanalım mı azıcık o Türküyü.. Eşlik eder misiniz?..
“Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar.. Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler
Annesinin bir tanesini hor görmesinler… Uçan da kuşlara malum olsun ben annemi özledim
Hem annemi hem babamı hem köyümü özledim
Babamın bir atı olsa binse de gelse, Annemin yelkeni olsa uçsa da gelse
Kardeşlerim yolları bilse de gelse…
Uçan da kuşlara malum olsun ben annemi özledim
Hem annemi hem babamı hem köyümü özledim...”