Değerli okuyucularım. Milli Savunma Üniversitesinde Askeri Sosyoloji Yüksek lisansı eğitimi alırken yaptığım bir çalışmayı bölümler halinde bilginize sunuyorum.
TİRANLIK ve TİRANSIZ TİRANLAR
ÖZET
Platon’dan günümüze toplumların ve devletlerin idare yöntemleri ele alınırken, özellikle tiranlığın ortaya çıkış nedenleri ile birlikte, tiranlığın gelişim süreç ve sonuçları ortaya konulmaya çalışılmıştır. Modern dünyanın devlet yapılanması içerinde anlamlı hale gelen, fiilen ve zımnen de gücünü de koruyan bürokratik yapının tiransız tiranlığına XXI yy. modern toplumları bağlamında yaklaşılmış ve bürokrasinin tiransız tiranlıkların olup olmadığı da incelenmiştir. Gerek tiranlık, gerekse tiransız tiranlık konuları, askeri sosyolojik açıdan SAVAŞ VE TOPLUM perspektifinden, silahlı ve silahsız şiddet açısından değerlendirmeye alınması da bakış açımızın gereğidir.
Anahtar Kelimeler: Tiran, tiransız tiran, silahlı şiddet, silahsız şiddet ve askeri sosyoloji
1- GİRİŞ
İngiliz Sanayi Devrimi ve Fransız Devrimi sonrası öncelikle batı toplumlarının dini değerlere ve dünyaya bakışları birçok bakımdan değişime uğradığı izlenebilmektedir. Doğayı ve toplumsal hadiseleri aşkın değerlerle algılamak ve yorumlamak yerine, içkin bir düşünce anlayışıyla doğa kanunlarını esas alarak algılayıp yorumlamaya başladığı görülmektedir.
Modernitenin başlangıcı kabul edeceğimiz “devrimler” sonrasında pozitivizmin devletlere, toplumlara, insan aklına ve bilimine hâkim kılınmasının sonucu olarak, ulus devletler ortaya çıkmaya başlamış ve devletlerin ve toplumların idare ediliş şekilleri değişerek insanı ve insan haklarını merkeze alma yönünde gelişim gösterdiği tarihsel olarak görülmüştür.
Sanayi Devrimi sonrası kentleşme olgusuyla insan ilişkilerinin daha da yoğunlaşması, sanayinin ve ticaretin gelişmesiyle de yeni bir sınıf olarak oraya çıkan burjuvazi karşında aristokrasi ve monarşinin gerilemesi neticesinde, insanların daha fazla özgürleştiği de kabul edilebilir bir realitedir. İşte bu özgürlüğün verdiği yeni düşünce anlayışı ile insanlar; “Hürriyet, Eşitlik ve Kardeşlik” fikirlerinin aydınlatmasında Fransız Devrimini gerçekleştirmiş ve bu devrim yeni devlet anlayışını, cumhuriyeti ve demokrasiyi önceleyerek devletleri ve toplumları yeni bir çağa ve evreye kavuşturmuştur.
İster Fransız Devriminden önce olsun, isterse sonra olsun, tarihte bilinen devletler; aristokrasi, timokrasi, oligarşi, demokrasi veya tiranlık şekillerinden biri ile yönetilmiştir. Her yönetim şeklinin devletleri ve toplumları kontrol ve denetleyişleri farklılaşmakta ve çoğu idare yöntemi, insani ve toplumsal değerler bakımından mahsurlar da taşımaktaydı. Halk için en iyi ve en geçerlisi olan demokraside bile yönetimler açısından bazı kısıtlamalar gerektiğini çağdaş demokrasinin oluşumuna en büyük katkıyı veren isimlerden biri olan Montesquieu ifade etmiştir. Coşkun Can Aktan’ın Montesquieu’dan aktardığı şekliyle, “John Locke gibi, egemenliğin halk adına kullanan seçilmiş yöneticilerde toplandığı yönetim biçimi olan demokrasilerde, yöneticilerin ve yetkilerinin mutlaka sınırlandırılması gerektiğini savunmuştur.”[1]
Gerek önceki çağlarda ve gerekse demokraside kuralların ve kısıtlamaların olmaması durumunda devlet yöneticilerin zamanla tiranlaştıklarını ve tiranlık yönetim anlayışı ile kendi çıkarları lehine devletleri ve halkları idare ettikleri de bir vakadır. Siyasi ve hukuki kontrol ve denetimim zafiyete uğradığı demokratik yönetim anlayışının olmazsa olmazı konumuna gelen bürokratik yapı içerindeki çalışanlar, zaman içerisinde devletin çıkarlarını koruma adına tiransız tiranlaşarak halkın mağduriyetine ve demokrasinin gelişimine de sekte vurabilmektedir.
2- ANTİKÇAĞDA VE GELENEKSEL TARIM TOPLUMLARINDA DEVLETLERİN YÖNETİM BİÇİMLERİ
Sokrates’in öğrencisi olan Platon (İ.Ö. 427 ile 347) “Devlet” isimli yapıtının birinci kitabına “ o ya hükümdar filozof yahut da filozoflar hükümdar olmalılar; böyle olmazsa, devlet ve insanlık için mutluluk beklenemez”[2] diyerek başlar. İkinci kitabında ise devleti şöyle tanımlar. “Bence bir devlet; insan, tek başına kendine yetmediği, birçok şeye ihtiyaç duyduğu anda doğar. Yoksa devlet kurmanın başka bir başlangıcı var mıdır? Ne dersin?" "O halde, kimi şu, kimi bu ihtiyacı karşılasın diye insanlar birbirini yardıma çağırırlar; birçok ihtiyaçları olduğu için, birçok eşiti ve yardımcıyı bir mekânda toplarlar. Bu topluluğa da kent, devlet adını veririz, değil mi?"[3] diye sorarak ilk devletin tanımını da yapmaktadır.
Aşağıdaki Tablo-1’de Platon’un siyasal sınıflandırmaları görülmektedir. (Tablo Cem Eroğlu’nun” siyasal düzenlerin sınıflandırılmasına ilişkin birkaç tarihsel örnek ve tartışma” AÜ. Siyasal Bilgiler Fakültesi Komisyonu, Ankara,1981, Ankara Üniversitesi Basımevi, s. 87-98) çalışmasından tabolaştırılmıştır.
Tablo-1 Platon’un Siyasal Sistem Sınıflandırmaları
EFLATUN’UN SİYASİ ESERLERİ | SINIFLANDIRMALAR |
|||||
Devlet | Timokrasi | Oligarşi | Demokrasi | Tiranlık | ------ | |
Devlet adamı | Aristokrasi | Oligarşi | Monarşi | Tiranlık | Yasal Demokrasi | Keyfi Demokrasi |
Yasaklar | Dinasti | Mutlak Otokrasi Mutlak Demokrasi |
------ | ------ | ------- | ------- |
Platon, “Devlet” isimli kitabında insanlığın ihtiyaçlarını bu günkü çağdaş normlara yakın şekilde tespit eder. Bir insanın önce açlığını, sonra yaşayacağı yeri, sonra da giysilerini ve buna bezer ihtiyaçları temin etmeye çalıştığını sayar. Ardından da toplumun her bireyinin farklı bir iş yapmasının zorunluluğunu ifade eder ve devlet adamından askere kadar kimlerin ne yapması gerektiğini ve her birinin taşıması gereken özellikleri ifade eder. Mesela askerlerde aradığı özellikler, “düşmanlarına sert, yurttaşına karşı yumuşak, yaratılışı bakımından filozof, coşkun ruhlu, çevik, güçlü,”[4] olmaktır.
Platon ayrıca hukuktan ve devlet adamlığı vasıflarından da bahsetmektedir. "Bunun için değil midir ki, yalnızca böyle bir kentte kunduracı kunduracıdır, kunduracılığından başka bir de kaptanlık yapmaz, çiftçi çiftçidir, çiftçilikten başka bir de yargıçlık yapmaz, asker askerdir, askerlikten başka ticaretle uğraşmaz, hepsi de aynen öyledir."[5]
Yukarıdaki izahlardan da anlaşılacağı üzere Platon Devlet kitabında devletin kuruluş şekline, devlet idarecilerin vasıflarına, adalet sağlayıcıların ve vatandaşların ve hatta askerlerin özelliklerine değinirken antik çağdan günümüze ışık tutmaktadır.
Platon’un hocası olan Aristoteles ise “Devlet dediğimiz topluluktur ve o topluluk türüne de siyasal diyoruz. Devlet adamıyla devlet, kralla uyrukları, aile reisiyle ev halkı, efendiyle köleleri arasındaki ilişkilerin hep aynı olduğunu sanmak yanlıştır. Aralarında yalnızca büyüklük değil, nitelik farkı da vardır. Büyüklük ayraç değildir; bir adamla birkaç kişi arasında efendi-köle ilişkisi, daha çoğu arasında aile ilişkisi, bundan daha çoğu arasında da bir krallık ya da siyasal topluluk ilişkisi olduğunu söyleyemeyiz,”[6] diyerek insan topluluklarının idare ediliş şekillerine değinmektedir.
Aristoteles, bireyden devlete doğru dönüşen toplumsal yapının kronolojik gelişimini aile, köy, krallık olarak izah ederken “şehir-devletleri de başlangıçta krallıkla yönetilmekteydi,”[7] diye anlatmaktadır. Aristoteles’te köylerden oluşan birlik yapısı şehir ya da devlettir (polis). Devlet artık kendini idare edebilen ve kendi kendine yetebilen bir hüviyete bürünmüştür.
Aristoteles Politika kitabında devlet yönetimin ortaya çıkışını şöyle ifade eder. “…Bir adamın karısı üstündeki yönetimi bir devlet adamının yönetimidir, siyasal bir yönetimdir; çocukları üstündeki yönetimi ise bir kralın yönetimidir, kralca bir yönetimdir… Çocuklar üstündeki yönetim, kralca bir egemenliğe dayanır, çünkü baba hem sevgiden hem de yaştan ötürü yöneticidir ve bu krallık egemenliğinin ilk örneği olmuştur. Gerçekten, bazıları en iyi anayasanın bütün türlerin bir karması olduğunu söyler ve bunların bazıları, Lakedaimonia yönetimi oligarşi, monarşi ve demokrasiden oluşur, derler: Krallığı monarşidir, yaşlılar kurulu (gerousia) oligarşidir, ama yine de halktan seçilen ephor’lar[8] demokratik olarak yönetse ephor’lar erki bir tiranlıktır.”[9]