Türkiye olarak öyle tehlikeli coğrafyadayız ki, üzerimize sıçrayacak bir kıvılcımla her an ateşler içerinde kalabiliriz.
Kıbrıs Harbi, İran’da molla rejiminin isyan, İran -Irak savaşı, Irak’ın Kuveyt’i işgale kalkışması, ABD’nin Irak’a işgali, Yugoslavya’nın parçalanması, kanlı Arap Baharının faturasının dönüp dolaşıp komşumuz Suriye’ye ödetilmesi, ABD beslemesi IŞİD’in Güneydoğu hudutlarımız dışındaki vahşi kanlı eylemleri, Faşist Ermenistan’la kardeş Azerbaycanımızın savaşları ve en nihayetinde de Ukrayna-Rusya harbi.
Tabi bu arda Türkiye’de yıllardır üst üste yaşanan askeri darbeler, sağ sol çatışmaları, PKK üzerinden etnik Kürt ayrılıkçılarının terör olayları, Asala, ve en sonunda da FETÖ kalkışması bizim içimizdeki en büyük kanlı olaylardır.
Türkiye her durum ve şarta, ya içeriden veya dışarından sürekli olarak silahlı bir tehditle karşı karşıya kalması coğrafyasının kendine dayattığı bir yaşam şeklidir. O nedenle biz Türkler, devletimize çok fazla değer verir ve vatanımıza sahip çıkmayı ölümü göze alarak “onur meselesi” sayarız.
Bu yazımda kısaca iç tehditleri dile getirdikten sonra ardından Ukrayna savaşına değinmek istiyorum.
Önce Türkiye;
Türkiye sürekli olarak çok ciddi bir irtica ve etnik Kürtçülük tehdidi ile karşı karşıyadır. PKK ve uzantısı siyasi aktörlerin yasalarımızdan ve demokrasinin nimetlerinden faydalanarak hem iç huzurumuza hem milli servetlerimize indirdiği ölümcül darbelerine yıllardır fiilen tanıklık etmiyor muyuz? PKK uzantılı STÖ maskeli yapılar ile siyasi partiler adeta PKK’nın askerlik şubesi işlevini yerine getirerek PKK’ya adam kazandırdıklarına ve lojistik destek sağladıklarına yıllar yılı şahit olmadık mı?
Yine aynı şekilde demokrasinin nimetlerinden, milletimizin masum dini inançlarından istifade ederek günden güne tüccarlaşan/zenginleşen ve siyasallaşan kimi tarikat ve cemaatler; daha da fazla para kazanmak, siyasal güç elde etmek için siyasi partilerde ve devlet içerinde kadrolaşma yoluna gitmedi mi?
Daha yakın zaman öncesine kadar AKP kadrolarına , kimi siyasilerce ve siyasi partilerce , iş dünyasınca da desteklenen FETÖ’nün milletimize, devletimize ve laik düzenimize karşı, kanlı yüzünü 15 Temmuz 2016’da görmedik mi?
Ne yazık ki basından ve sosyal medyadan takip ettiğimiz kadarı ile birçok cemaat ve tarikat devlete sızma, devletten iş alma ve siyasi partiler üzerinde tahakküm kurma yönünde büyük mesafe kat etmiş durumdadır. Hatta Afgan Taliban’ıyla dirsek temasında olanlarla da şahit olmadık mı?
Büyük Atatürk’ün laik düzenin sahibi ve koruyucusu olması, masum ve samimi insanlarımıza en doğru şekilde dinini öğrenmesi için kurduğu Diyanet İşleri Başkanlığı artık işlevini doğru olarak yerine getirememektedir.
Son yıllarda iyiden iyiye siyasallaşan Diyanet İşlerinin kimi kadroları ve mensupları laikliğe karşı acımasızca beyanatlar vermekte, Türk Milletinin canını acıtacak kadar milli değerlerine ve Atatürk gibi milli kahramanlarına, laik devlet düzenine karşı adete baş kaldırır mahiyette fetvalar vermekte ve devletimizin liak düzenine, ulus devlet olma özelliğine karşı cephe açmış izlenimi vermekten geri durmamaktadırlar.
Endişem odur ki; bir müddet sonra ABD ve Batı emperyalizmi, tıpkı FETÖ’de olduğu gibi bu cemaat ve tarikatların içine sızarak, özellikle yurt dışından ülkemize sızan kaçak göçmenlerin arasındaki paralı askerlerin desteğinde Türkiye’de şeriatçı ve anti demokratik ümmetçi anlayışlı , tek adam rejimli veya mollalar tarafından idare edilen bir devlet düzenine geçirilmeye çalışılabilir.
IŞİD’in Türkiye versiyonu olarak kanlı faaliyete geçecek bir terörist yapının, bir anda olmadık bir sebeple eylemlere başlamayacağının garantisini kim verebilir?
Gördüğüm ve anladığım kadarı ile devletimizin demokratik laik sosyal hukuk devleti düzeninden, şeriatçı veya ılımlı İslam düzenine geçmesine engel olacak yegane güç Türk yargısıdır.
Olasılıkla ulus devlet ve Türk milleti karşıtı gruplar ve siyasi partiler el ele yürüyen gaflet ve delalet içindeki kimi STÖ ve siyasal yapılar “TÜRKİYELİ” sevdası ile mevut anayasamızı ortadan kaldırdığında, Türkiye’de önü alınamayacak bir kaosun çıkacağı ve Türkiye’nin bir iç çatışmaya dahi sürüklenebileceği endişemi ifade etmek istiyorum.
Zaten yıllardır süre giden mevcut toplumsal çöküntü ve ekonomik yetersizlik nedeni ile Türk aile yapısı görünmez ve önlenemez bir krizin ve çözülmenin eşiğindedir. Bu çöküntü ve ekonomik yetersizlik sokaklarımız sudan sebeplerle adeta Teksas’a dönmüş ve sokaklarımızda insanlar adeta cinnet geçirmiş gibi birbirinin boğazına sarılıp cinayetler işlemektedir.
Yukarıdaki satırlar benim Türkiye okumalarım üzerinedir. Algım ve hayat tecrübem bana ülkemizin özellikle laik düzeninin ciddi şekilde sarsıntıya uğradığını ve yıkılmaya çalışıldığını ifade etmektedir.
Türkiye konuyu değindikten sonra sıra geldi Ukrayna’nın durumuna.
Ukrayna Devleti, yıllar yılı komünist Rusya’nın sömürüsü altında kalmış, halkı yoksullaşmış ve hayatta kalabilmek için ağır bedeller ödemiştir. İşte bu şartlar altında Batı’ya entegre olma sevdasına kapılan, NATO şemsiyesi altında varlığını koruya bileceğini düşünen neoliberal Ukraynalı Devlet yöneticileri yüzlerini Avrupa’ya ve Amerika’ya çevirmede aşırı istekli davranmaya başlamıştır.
Batı emperyalizmi Ukrayna ile Rusya’ya karşı bulunmaz fırsatlar ele geçirmiştir. Emperyalizmin yüz yıllardır izlediği sömür stratejisi, bir kere daha Ukrayna üzerinde uygulanmaya başlamıştır.
ABD ve Batı emperyalizmi, ısrarla kendilerine katılmak isteyen Ukrayna’yı iliklerine kadar sömürmek harekete geçtiğinde, batıdan daha hızlı davranan Rusya, Ukrayna üzerinde stratejik bir hata yapmıştır. Yıllarca kendi peyki olan Ukrayna’yı ikna etme ve anlaşma yerine yanlış bir yola saparak Ukrayna’da siyasal iktidarını düşürmek üzere silahlı saldırıya geçmiştir. Bu hatası Ukrayna’yı Batı’ya ve ABD’ye muhtaç kılmış ve resmen kucaklarına itmiştir.
Rusya’nın stratejik hatası, ABD ve AB emperyalizmi için muhteşem fırsatlar sağlamıştır.
Ukrayna-Rusya savaşını fırsata çeviren ABD ve Batı ülkeleri, ellerindeki tüm eski nesil silah ve mühimmatları Ukrayna’ya verirken-satarken, aynı zamanda da yeni icat ettikleri ve ürettikleri silah ve mühimmatları savaş alanında test edemelerine de olanak sağlamıştır. Emperyalist devletlerin amacı Ukrayna’yı Rusya’ya karşı galip kılmaktan ziyade, Rusya gibi güçlü bir devletin direncini sınamak ve harp kabiliyetini ve teknolojisinin varlığını test etmekti.
Ukrayna-Rusya savaşı göstermiştir ki, Rusya Ordusu nükleer silahları hariç kof bir ordudur. Rusya da kof bir devlettir. Rusya’nın batıya karşı kullanacağı en büyük kozu ve gücü doğalgaz ve petroldür. Ne yazık ki Rusya’nın devlet yöneticileri, devletlerinin ve topraklarının zenginliklerini halka ve tabana yaymak yerine belli bir oligarklar silsilesine dağıtmaktadır.
Olan Putin’in emri ile cepheye sürülen yoksul Rus halkının gencecik askerlerine ve yersiz yurtsuz kalan Ukrayna halkına olmaktadır.
Batı emperyalizmine karşı Ukrayna milyarlarca dolar borçlanmıştır.
Yoksul Ukrayna halkı, onlarca yıl bu borcu ödemek için en az birkaç neslini yokluğa ve yoksulluğa mahkûm etmiştir.
Ukrayna Rusya savaşının galibi emperyalizmdir. Savaşın kazananı her zaman olduğu gibi emperyalizmdir.
Türkiye Savunma Sanayi
Türk savunma sanayi geliştirirken izlediği yol doğrudur. Çok değerli işlere de imza atılmaktadır.
Bu başarıdan dolayı aklını ve aluın terini sağlığını , gecesini gündüzünü Türk milleti için harcayan tüm insanlarımıza şükranlarımı arz ediyorum. Allah yolalrını açık etsin. Emekleri zai olmasın.
Amma…
Bu konuda da AKP’nin liyaat anlayışından ve adam kayırma ve torpil anlayışından dolayı büyük endişelerim vardır.
Endişem personel bakımından sırf siyaseten işe alınan yeteneksiz iş gücünün lüzumsuz yere istihdam edilmesidir. Nasıl ki kuş uçmaz kervan geçmez ZAFER HAVAALANI’na devletimize yok yere para ödeten akıl, aynı şekilde savunma sanayi şirketlerinde de torpille dayalı liyakatsiz ve kifayetsiz kişilerin işe alınarak lüzumsuz personel şişkinliğine ve maddi kayba sebep olabilir endişesini de taşımıyor değilim. İnşallah yanılıyorumdur da mahcup olurum. Ama hiç sanmıyorum.
Sonuçta Türk Milleti olarak; özgür ve tam bağımsız ülke olma bilincine sahip, demokrasiye hukuka ve laik düzene inana siyasal ve kültürel donanıma sahip zihniyetlileri siyasileri meclise taşımadığımız sürece millet olarak her zaman huzur ve mutluluk içinde yaşarız.
Aksi taktirde burnumuz boktan kurtulmaz.
Ne demişti bilge liderimiz Atamız.
“Yurtta sulh cihanda sulh”
“Harp zorunlu ve kaçınılmaz olmalıdır. Milletin hayatı tehlikeyle karşı karşıya kalmadıkça harp bir cinayettir.”
Bir de biz gençlere ne vasiyet etmişti Atatürk’ümüz?
Ey Türk gençliği!
Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyet'ini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerait, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasî emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı!
İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen; Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda, mevcuttur!