Ormanı, Orman yaşayanlarını ve yüreklerimisi dağladı alevler..
Karşı kıyıdan, Kilitbahir'den bakıldığında; dağ üzerinde iki kat büyüklüğünde bir dağ gibi yükselmişti adeta alevler..
Çanakkaleliler tarifi imkansız bir acı yaşadı yangın boyunca.. Güzelim orman kül oldu, yemyeşil doğa karalar bağladı...
Birimiz, bir kaçımızda değil, A'dan Z' ye, yaşlısından gencine, her bir Çanakkalelinin yüreğini dağladı ormana düşen o ateş..
Felaketi anlatır tek bir kare fotoğraf dahi yetti yaşanılanı anlatmaya.. Bir de, hissedilenlerin kaleme alındığı anlar oldu.. İnsanca bakış çerçevesinde, insanca düşünceler yazıya döküldü.
Birçoğumuz gibi, Başbakan yardımcılığı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı görevlerinde bulunmuş, Çanakkale evladı Mustafa Cumhur Ersümer’ in de ettiği iki kelam lafı vardı yangın ile ilgili.
Duygular dile geliyordu kaleme aldıklarında.. Yalın ifadelerle, hissedilenler idi denilenler..
Adı bile hayli ürkütücü o yaşanılandan söz ediyordu; ‘YANGIN’ der iken…
Hayli açık, hayli netti sözleri; “Yandık kavrulduk ne ciğerimiz kaldı yanmayan ne yüreğimiz…”diye geliyordu önce Ersümer’ in..
Sonrası ise; “Üç gün üç gece, yana yana duman olduk, is olduk, kül olduk kömür olduk” diyordu..
Hepimizin yüreğimiz yana yana yaşadığını, üç kelime ile özetliyordu..
“Canımıza yetti, içimiz parçalandı, Çanakkale’mizin rüzgarı yüzyıllardır esiyor, ormanlarımız ilk günden beri var, yangın Çanakkale’ de her yıl bir değil birkaç kez çıkıyor, yangının olacağı belli, ne yapılacağı biliniyor ama, her yıl daha fazla yer yanıyor” diyerek, tartışmasız Çanakkale gerçeğini hatırlatıyordu.
Bilinenlerdi altını çizdikleri ve bu bilinenlere bağlı sordukları..
Diyordu ki Ersümer; “Helikopter gündüz 16, gece 4, gece olunca da 16 olsa daha önce sönmez mi ?
Bal gibi söner.. Keşke daha çok uçak olsaydı, daha az yer yanardı!!!”
Biz, Çanakkale basınının da dile getirdiği gibi sözler ediyordu sonra..
Hayli net ve bir o kadar da anlaşılır…
Şöyle diyordu Çanakkale evladı Ersümer; “Yazılıyor, söyleniyor, öneriliyor, ama net bir ses, içimizi ferahlatacak bir nefes yok.
‘Artık Çanakkale’ de yangın olmayacak demek mümkün değil, ama öyle tedbirler aldık ki kısa sürede sönecek, çok az yer yanacak’ diyebilen bir iddia da yok…”
Bu tür ifadeleri bir Ersümer kullanmadı, bu biline.. Sokakta, çarşıda, herkesin dilinde benzer sözler ediliyor gülerdir..
Hele hele, benim de bizzat bahsettiğim o konu.. Yangın bölgesinde, alevler ilerler iken, ateşin tehdit ettiği bölgeyi korumak adına tez açılması gereken devasa şeritler meselesi..
Dün mesela.. Bir matematik öğretmenimiz ile sohbet konumuzdu şu şerit ve karşı ateş meselesi..
Bunun için bir formüle de gerek olmadığından falan konuştuk uzunca..
Emekli olmuş bir ormancıya danışılsa, bu yöntemin ne kadar da faydalı olduğunu, örnekler de vererek, gönüllü olarak saatlerce anlatacağından falan bahsettik, emekli bir Ormancının, edindiği bilgi birikimini seve seve ormanlar için her vakit aktarmaya hazır olduğunu konuştuk ..
Biz bunları konuştuk dün de uzun uzun.. Peki ya, içinden geçenleri kaleme alan Ersümer, ne diyordu son olarak?
Merak buyurmayın.. Onu da aktaracağım..
Şöyle diyordu Çanakkale evladı; “Umarız son olur, ormanlarımız kurtulur.
Ormanlarımız Devletimizin milletimize emanetidir. Yüce milletimiz emanete ihanet etmez.
Ama asıl olan Devletin de malına sahip olmasıdır, örnek olmasıdır, önüne gelenin de, milleti bağırta bağırta, yanına polisi jandarmayı alıp, dağı taşı kesememesidir, hesap sormasıdır, kesenin de hesap vermesidir…”
Bir bilindik hikayeden de söz ediyordu Ersümer..
Bence, hayli manidardı anlattığı o hikaye;
“Ağaç baltaya demiş ya ‘ben, senin, beni kestiğine değil, sapının benden olmasına üzülüyorum’… “