Erol’u ekip arabasına alan polisler dalga geçe geçe Laleli’ye kadar geldiler. Laleli’nin küçük bir otelinin önünde durup Erol’u otelci Kazım’a sıkı sıkı tembihleyerek teslim ettiler.
Otelci, Erol’un karnını doyurup yatırmak istediğinde Erol dışarı çıkıp gezeceğini söylemiş, izin alamayınca da kaçmaya çalışmıştı. Başını belaya sokmak yerine Erol’u sabaha kadar otel odasında kilitlemeyi uygun bulmuştu.
Ertesi gün sabah erkenden Komiser Erol’u alıp doğruca Eminönü’ne götürmek için yola çıktıklarında Erol komisere “Bu otelci herifleri hep senden korkuyorlar komiser amca. Sen devletmişsin ha.” “Devletten herkes korkar.” “Bende korkayım mı?” “Sen ağasın.Ağalar devletten korkar mı?” “ He vallah korkar. Kumandan köye geleceği zaman herkes saklanıyor. Tabanca tüfeği bile saklıyorlar. Devlet böyükdür. ” “Sizin tabanca tüfeğiniz mi var?” “ Var . Bizim oralarda domuz var eşkıya var kurtlar var. Onlar olunca tüfek de oluyor.” Jandarma bulamıyor mu?” “Bazen buluyor bazen bulamıyor.” “Sen yerlerini bilmiyorsun?” “ Vallah bilmiyorum.Bana söylemiyorlar.”
Eminönü’ne geldiklerinde komiser ve Erol arabadan inerek yeni Caminin önünde durdular. Komiser şipşakçı fotoğrafçılardan birini çağırarak, “Bu çocuğun galata köpründe sağda solda üç beş pozunu çek.”Dedi. Şipşakçı sırıtarak parasıyla değil mi? Çekerim abi.” Dedi.
Erol, hayatının en güzel anlarını yaşadı. Galata köprüsünün altını üstüne getirdi. Fotoğraflar çektirdi. Sorular sordu da sordu. En çok da Galata köprüsünün boyunu adımladığında şaşırdı. Ağanın adamı altı yüz on beş adım demişti ama o altı yüz elli beş beş adım ölçmüştü. “Ağanın adamı yalancı. Köprünün boyu üç yüz elli değil üç yüz yetmiş beş adımdır.” Dedi. Komiser “ Büyük adamın adımı ile senin adımın bir mi? Fark ondandır. “Dedi. Erol kafasına vurarak doğru diyorsun ağam.” Dedi.
Muş otobüsün hareket saati gelene kadar sabahtan akşama kadar Komiserle beraber İstanbul’u gezip durdu. Komiser Erol’u otobüse bindirirken eline bir kağıt tutuşturdu ve “Yolda başın belaya girerse, biri sana bir şey yapacak olursa hemen polise veya jandarmaya bu kağıdı göster.” Dedi. Kağıtta komiserin adı soyadı ve telefonu ile adresi yazıyordu. “ Erol komiserin elin öperken komiser ağam Muş’a gel vallah sana 5 koyun kesecem.” Dedi . Biraz sonrada Erol beş para harcamadan Muş’a doğru yola çıktı.
Yol boyunca otobüste yanına oturan Fenerbahçe’nin genç takım antrenörü ile Malatya’ya kadar sohbet etti. Antrenör Malatyalıydı. Malatya’da indi. Erol o günden sonra acımasız bir Fenerbahçe taraftarı oluverdi. Erol’la birlikte tabiî ki köydeki Fenerbahçeli çocuk sayısı da arttı.
*******
Erol Muş’a indiğinde sabah on bir civarıydı. Cebindeki parasını hiç harcamamıştı. Otobüs biletini bile komiser amcası almıştı. “Komiser amca ne iyi adam be.” Diye düşündü. Koynunda sakladığı Galata Köprüsünde çektirdiği resimlerle uçarcasına köyüne vardı. Ne babası ne annesi ne kardeşleri ne de hiç kimse Erol’un iki üç gündür kayıp olduğunun farkında bile değildi. Resimlerini güzel bir yere sakladıktan, evde karnını bir güzel doyurduktan sonra köyün çocuklarını başına topladı. “Ben İstanbul’a gitmişem. Galata’da fotoğraf çektirmişem.” Dediğinde çocukların hepsi kahkahalarla gülerek alay ettiler. “ula siz burada bekleyin.” Dedikten sonra koşa koşa eve gidip İstanbul’da çektirdiği resimleri arkadaşlarına gösterdiğinde bütün arkadaşları şaşkınlık ve hayret içinde hayranlıkla resimlere baktılar. “ Ağzınızı sıkı tutun. Kimse duymasın yoksa babam dan dayak yerim. Ben dayak yersem de sizi de gebertirim.” Dedi. Sonra da önce tren yolculuğunu, komisele tanışmasını, otelde kalışını, galata köprüsünü, dönüş yolculuğunu saniye saniye anlattı. Sorulara cevap verdi. Sonrada unuttuğu Malatyalı Fenerbahçeli antrenör arkadaşım diye anlattı. Kendini işte orada resmen Fenerbahçeli ilan etti.
Erol’un her defasında anlattığı hikaye gittikçe çeşitleniyor ve renkleniyordu. Zaman su gibi akıp giderken koyunların parası da köyün çocuklarına çektiği ziyafetlerle suyunu çekmişti. Aslında çocuklar hikayeleri mi dinliyordu yoksa Erol’un parasını mı yiyorlardı orası da pek belli değildi ve önemi de yoktu.
Günden güne dillenen dilden dile dolaşan Erol’un İstanbul maceralarını duymayan kalmamıştı. Ağa amcası Erol’u çağırıp dizinin dibine oturtup en az on defa Erol’u keyifli keyifli dinledi. Sırtını sıvazlayıp aferin dedi. Sonunda babası da duyunca kıyamet koptu. Önce Erol babasından bir eşek yükü sopayı yedi sonra da ev halkı ile birlikte sıra dayağından geçti. Babası onca hadiseyi kendinden saklamalarına çok içerlediğinden “ Ulen bütün köye beni maskara ettiniz. Ulen bütün köy duydu bir ben duymadım. Ulen siz beni katil mi edeceksiniz.?” dedikçe kudurdu, kudurdukça delirmekten beter oldu. Erol’u bir daha bir daha dövdü. Hele de Erol’un koyunları çalıp satması çok ağrına gitmişti. Çobanda , Erol’un ağabeyleri de şöyle bir sıradan geçtiler. Erol bu hadiseden dolayı tam sekiz kere dayak yedi. Ancak Ağa amcası imdadına yetişerek babasının elinden kurtardı.
Babası günlerce akıl danıştı, düşündü taşındı koyunların çalınmaması için çareler düşündü. Sonunda hırsızlığı önlemenin son çaresinin koyunları numaralandırmak olduğuna karar verdi. Bütün koyunlar bir bir numaralanırken kuzularını da analarının numarasına harf ekleyerek işaretlediler. Erolların sürünün adı plakalı sürü olmuştu. Maksat Erol yine çalacak olursa hangi koyunun çalındığının anlaşılmasıydı.
Plaka tedbiri kısa zamanda etkisini gösterdi. Sürünün sayısı artıkça arttı. Erol’un babası bir gün ev halkını yine topladı. “Ulen bizim sürü bildim bileli azıcık azıcık artardı. Bu deli oğlanın plakası sayesinde sürü artık birer ikişer değil beşer onar ellişer yüzer artmaya başladı. Bundan sonra her doğan koyundan da, her ölen koyundan da haberim olacak. Ölüsünü de dirisini de göreceğim. Meğerse herkes sürüden birer ikişer koyun çalıyormuş”. Dedi.
Günler geçip gitti. Aylar ayları kovaladı. Zaman her şeyi unutturdu. Ne Erol'un İstanbul'a kaçışını, ne de çaldığı koyunları hatırlayan dahi kalmadı. Her şeyi unutturan zaman Erol’u biraz daha büyüttü. Erol serpildikçe kendini keşfetmeye başladı. Futbolda Yetenekli olduğunu hissediyordu. O yıl köyler arası, okullar arası bütün maçlarda gol kralı oluyordu. Maradona benzetenler çoğunluktaydı. O da Maradona Erol denmesinden hoşlandı ve asla Maradonalıktan vazgeçmedi.
İşte bu günler de geçip gittikten sonra Muş'ta aylak aylak dolaşırken eline geçen bir gazetede, İstanbul'dan Muş’a dönerken tanıştığı Malatyalı Fenerbahçe Genç Takım antrenörünün Malatya'ya Bir haftalığına Fenerbahçe alt yapısına genç yetenekleri seçmek için geldiğini, bütün yetenekli gençlere şans tanıyacağını okuyunca heyecanlandı. Seçimler hemen ertesi gün yapılacaktı, Erol elini çabuk tutmalı hayatının fırsatını kaçırmamalıydı. Para bulup acilen Malatya'ya gitmeliydi. Büyük bir heyecanla soluğu doğruca babasının yanında aldı.
O günlerde babası Muş'un önde gelen zevatına köyde evin bahçesine kurduğu ziyafet çekiyordu, izzet-i ikramda bulunuyordu. Ev ahalisi ve köy halkı arı gibi çalışıyordu. Erol hiç bir şeye aldırmadan, hiç bir şeyi umursamadan doğruca misafirlerin arasına dalarak babasına bağıra bağıra "Baba bana para ver. Yarın futbol seçmeleri başlıyormuş. Malatya'ya futbolcu olmağa gideceğim. "Diye seslenince babası da misafirlerde şaşırdılar." Oğlum ayıp misafirlerimizin yanında böyle konuşulur mu? Kaymakam amcanın, komutan amcanın, hakim amcanın, misafirlerin elini öpsen, hoş geldin desen daha iyi olmaz mı?” Dedi." Hem ellerini öperim, hem de parayı isterim ha. "" Oğlum ayıp. "" Baba beni hiç anlamıyorsun. Yarın Malatya’da Fenerin seçmeler başlıyormuş baba. " Sen gel bakalım içeriı. "" Geleyim de döv beni değil mi? "" Oğlum dövmem. "" Döversin döversin. İki kuzu sattım diye tam sekiz kere dövdün beni? Yine döversin... Yav sen nasıl babasın? Ver elli lirayı da gideyim."" Para mara yok sana. sana" " Sen şimdi bana para vermiyorsun? " “Vermiyorum." “Bende komutana söylerim.” “oğlum ayıp.” “Para veriyor musun yoksa komutana deyim mi?” “ Sonra veririm.” “Sen bilirsin… Komutan bana 50 verirsen sana silahların yerini söylerim.” Misafirlerle hep birlikte şaşkınlıkla konuşmaları izliyordu. Komutan cebinden çıkardığı parayı Erol’a uzatarak” Al bakalım Erol. Sen silahların yerini Muş’a gelip kulağıma söylersin.” Dedi. Erol o çocuksu ciddiyet içerisinde “Ben helal para alırım. Sen sandalyeni alda içeri gel hele komutan .” Dedi. Komutan sandalyesini alarak eve girdi. Sandalyenin üzerindeki minderi ve örtüyü açarken,” Babam vallah sizi hep uyutuyor. Köyü her arayışınızda tabancaları aha bu sandalyelerinin çekmecelerine saklıyorlar. Sizi de misafir edip üzerine oturtuyorlar Allahıma dinime.” Dedi. Sonra da sandalyenin üzerindeki örtüyü ve minderi yere atarak sandalyenin çekmecesinden işleme kabzalı on dörtlük tabancayı çıkarıp komutana verdi. Komutan tabancayı alıp elince inceledikten sonra tebessüm ederek Erol’a baktı. “Demek sen şimdi futbolcu olacaksın?” Dedi. “He futbolcu olacağım… Komutan amca şimdi babama ne yapacaksın?” “ Sence ne yapmalıyım?” Canını yakmazsın dövüp sövmezsin değil mi?” Komutan gülümseyerek Erol’un saçlarını okşadı. “ Peki dövüp sövmem. Azıcık hapse atarım.” Dedi sonra da.” Peki baban seni cezalandırır mı?” “Ben futbolcu olayım…. Maradona olayım Hey hey… Siz beni o zaman görün. Hem ağam beni babamdan korur.” Dedi. Komutan “ Sen şimdi eşyalarını al benim arabaya bin saklan. Baban seni dövmesin. Ben seni Muş’a götürürüm. Oradan Malatya’ya kaçarsın.” Dedi. “ 17 45 treniyle Malaty’aya gönderirisin değil mi?” Komutan “ gönderirim gönderirim.” Dedi. Sonra da habercisini çağırıp “Erol eşyalarını hazırlayınca arka kapıdan çıkarıp benim arabaya bindirin . Benimle muşa gelecek.” Dedi. Sonra da tabanca elinde evden dışarı çıktı.
Komutan bahçede başka bir sandalyeye otururken tabancayı Hasan ağaya uzatarak. “ Şu tabancanı al ağa. Senin Sonra bütün misafirler ve köylüler Erol’un yapıp ettiklerinden konuşup neşelendiler. Maradona Erol olmasını.İstanbula kaçışını,koyun sürüsünün artmasını neşe içinde anlattı Erol’un ağası. Sohbetin sonuna doğru komutan masadan kalıp bir yerlere telefon edip konuştu. “Senin oğlanı bugün yarın ben misafir edeceğim. Benimle Muş’a gidecek sonrada yarın erkenden de Malatya’ya giden arkadaşlarla futbol seçmelerine yetiştiriri sonra da sana teslim ederiz.” Dedi. Kaymakam komutana “Desene bizim Erol futbolcu olacak.” Komutan “ olur olmasına da bu zamanda değil. Biraz önce Malatya komutanıyla görüştüm. Seçmeler on yedi yaş seçmeleriymiş.” Dedi. Ağa lafa karışarak “ Benim deli oğlan daha on ikisinde.Desene bunca çırpınması boşunaymış.” Dedi.
Komutan “Olsun. Çocuk hevesini alsın. Ben yarın 17 45 Malatya treni ile Maradona Erol’u futbol seçmelerine gönderirim.” Dedi…