Ustanın çantasını açıp tarağı ve makası çıkarıp sakalını bıyığını bir güzel düzelttim.

“Ustura kullanıyon mu?” Dedi.

“Ustam daha müşteriye kullanamazsın demişti.” dedim.

Olsun sen kullanırsın. Geçen sene koyun göynünü, dana göynünü az mı traş ettin? Elin alışmıştır artık. Ensemi, boynumu boğazımı, gıdığımı da bir alıver.” Dedi.

Usturayı çıkartıp kayışta bir güzel bileyleyip önce gıdığını sonrada ensesinin kıllarını aldım. Tıraşı bitince elini cebine atıp her zamanki parayı çıkardı.

“Kumbara nerede?” Diye sordu.

“Daha hazır değil.” Dedim.

Yirmi beş kuruşu tezgahın üstüne atarken

;“Siftahı benden olsun. Kumbaraya atarsın” dedi.

Sonra da çıkıp gitti. Süpürgeyle yere dökülen kılları süpürdüm. Biraz sonra da Kör Ali Usta öksüre aksıra berber dükkanından içeriye girdi. Her halinden hasta olduğu belliydi. Çay doldurup uzattım. Çayını içerken hiç konuşmadı. Gerçi fazla konuşkan adam da değildi. Bana uzun uzun baktı. Bitkin ve yılgın bir sesle.

“Boyun uzamış. Kocaman adam olmuşsun.” Dedi.

Sonra tezgahın üzerindeki yirmi beş kuruşu eline aldı.

“Beleşçi Salih mi geldi?” Dedi.

 “ He…” Dedim.

“ Bu sene eski arkadaşların çırak olarak gelmeyecek.”

 “ Niye ki? Dedim.

“Babaları İstanbul’da kapıcılık işi bulmuş ondan.” Dedi.

“ Saatçi köylerde. Tıraşa gitti. Belki birilerini alır gelir.” Dedi.

Elindeki yirmi beş kuruşu uzattı.

“Para senin.” Dedi.

“Yok. Olmaz. Belki yeni çırak gelir . Kumbara yapınca içine atacağım.” Dedim.

 Ali usta cevap vermeden parayı tezgâhın üzerine atıp bir bardak daha çay içtikten sonra;

 “Eve gidiyorum” diyerek savuştu. Dükkana gelen giden olmadı. Öğlene doğru gelenlerde Ali ustayı göremeyince

“Sonra gelirim” deyip çekip gittiler. 

******* 

Ali usta tam üç gün yataktan çıkamadı. Komşuların getirdiği sıcak çorbaları, nane ıhlamur çaylarını içe içe zor iyileşti. O üç gün boyunca dükkânda tek başıma kaldım. Okullar bittiği için tıraş olmaya gelen birçok çocuğu makineyle tıraş ettim. Kazandığım paraları her akşam Kör Ali ustama götürdüm verdim. Dükkânda kazandığım paranın yarısını, her defasında bana verirdi.

“Bunlar senin emeğinin karşılığı. Sen çalıştın sen kazandın. Bahşiş değil. Tıraş parası. Kumbaraya atma.” Dedi.

Para kazanmak hoşuma gitmişti. Şimdiden dört liram olmuştu. Yüz elli liraya ne kalmıştı ki şunun şurasında. 

Bir fırsat bulunca koşa koşa bakkala gidip bir kiloluk yağ tenekesini istedim. Hazırlamıştı.

“Bedava vermiyom. Benim oğlana tıraş edersin ödeşiriz.” Dedi.

Kiloluk yağ tenekesini alıp dükkâna geri döndüm. Kutunun sadece üst tarafında iki delik vardı. Üst kısmını paraları içine atmak için yardım, yan taraflarına da tel girecek şekilde delikler açtım. Yıkayıp temizledim. İyice temizlendiğine, kuruduğuna emin olunca tezgahtaki kumbara çivilerine sıkıca telle tutturdum. Artık o senenin bahşiş kumbara hazırdı.

 “ Siftahı kuldan, bereketi Allahtan.”

Deyip kumbaraya ilk bahşişi, yirmi beş kuruşu attım. Sonrada ocağa çay koydum. 

Bu sırada yaşlıca bir amca çenesini kafasına bezle bağlamış vaziyette içeri girdi. Sorgusuz sualsiz berber koltuğuna oturdu. Çabucak başına bağladığım bezin düğümlerini çözdü. Ağlamaklı bir sesle;,

 “Kör Ali Ustayı bul, gelip dişimi çeksin.” Dedi.

“Hasta… Evde yatıyor.” Dedim.

Kızgın kızgın;

“Söyle çabuk gelsin. Ağrıdan, sızıdan beynim yerinden çıkacak.” Dedi.

”Çay vereyim mi?” Dedim.

“Başlatma çayına. Çabuk ustanı çağır.”

Korkudan koşa koşa ustamın evine gittim durumu anlattım. Diş hastası olduğunu öğrenince;

“Sen git diş takımlarını kaynat, hazırla, ben geliyorum.” Dedi.

Tekrar koşa koşa dükkâna döndüm. Tahta berber sandığından diş pensesini alıp eski demliğin içine attım. İçine su doldurup ocağın üzerine kaynatmaya bıraktım. İbrik ve leğeni hazırladım. 

Suyun kaynamasına yakın Kör Ali Usta dükkâna geldi, güzelce ellerini yıkadı. Sonra adamın ağzını açtırıp dişlerine baktı. Adam inleyerek;

 “Kurtar beni” dedi.

Ocaktan diş kerpetenini aldı. Adamın başın sıkı tutmamı tembihleyerek azı dişini penseyle tutup asıldı. Adam canhıraş haykırdı. Diş çıkmadı. Kör Ali Usta;

“Kök çok büyük. Ama iyicene kıpraştı ” Dedi.

Adamın ağzı kanıyordu. Adam ibriğe kan tükürdü. İbrikle adama su döktüm, ağzını çalkaladı. Kör Ali Usta penseyi yıkayıp tekrar adamın dişini tuttu. Bir kez daha asıldı. Bu sefer diş pensenin ucundaydı. Adamın çekilmiş dişin yerine kolonyalı pamuk tıkadı.

“ Kan durana kadar bir iki saat sıcak su içme. Hadi geçmiş olsun.” Dedi.

Adam acı içindeydi ama mutluydu. Ağrısı geçmişti. Ali ustaya para verirken, okkalı bir bahşişi kumbaraya attı. Adamın gidince usta ellerini yıkayıp tekrar evine döndü. Bir hafta boyunca da bir daha gelmedi. Bense yine çocukları ve ihtiyarları tıraşa devam ettim. Param artmış yedi lira olmuştu. 

Bir haftanın bitimi cuma günü gece yarısı kapı güm güm çalınca Saatçi Dursun’un geldiğini anladım. Gaz lambasını yakıp kapıyı açtım. Saatçi Dursun atının yularını tutuyordu. Yanında benden küçük iki çocuk duruyordu.

“Bu bebelere göz kulak ol. Bunlar yeni çıraklar.” Deyip atın eğerindeki bohçaları bana uzattı.

Sonra da çekip gitti. Eve girince;

“De hoş geldiniz gardaşlar.” Dedim.

Yanımdaki makata da yatak serdim.

“Aha burada yatacaksınız…”

Cevap vermediler.

”Aç mısınız? “Dedim.

“He, açız.” Dediler.

İki yumurta pişirdim. Azıklarını da çıkardılar. Beraberce yiyip yattık. 

 

(DEVAM EDECEK)