Bu haftaki yazımız, kimsenin yazmadığı, yazdılarsa da okumadığım, duymadığım bir başlıkla size GİRNE-THE GEORGE kafeden merhaba…
Neden bu başlık, neden tabii, neden KKTC, kim bunlar !?…
Girne’de oturan biri olarak; bazen iş icabı, bazen keyfi gezilerim çok olur. İş için de gitsem de işimi halleder, sonra keyfime göre takıldığım, kendimi rahatlatıp özele aldığım
yerlerde çalınan müzikleri dinler, dedi-kodudan uzak geleni-gideni izler, burcumun özelliği içinde gözlem yaparım…
İşin dışında gittiğim yerlerde Güzelyurt’ta, Lefke’de, Lefkoşa’da, Mağusa’da, Girne’de hem gezer hem keyf-çatar, hem de halkı tanımaya önce kendi bakışlarımla gözlemler yapar, sonra iletişim kurduğum kişilerle, gözlemimi dedi-kodudan uzak sürdürürüm…
Navigasyon: isim, denizcilik, Fransızca navigation > yolbul. (TDK)
Tanımak fiilini söylemek kolay, ama uygulamak zor… Tanımak için gözlem gerek, gözlem için bakmasını bilmen gerek, bakmayı bildin mi, görmen gerek; gördüğünü bulman gerek… Tanımak için anlaman gerek, anlamak için de yaşamak gerek…!
KKTC’deyim, 6yıl bitti, 7. yıla girdim. Hayat; bir yaşama ve yaşatmaysa, bunların bütünü alışkanlıktan başka birşey değildir…
Gezdiğimiz şehirlerde sokaklar çok karmaşık olup (Lefkoşa’da) bazen aradığınız yer bulunmazsa, her yerde olduğu gibi “bir bileni” bulmak gerek. Birine merhaba, diye başlar; o yere nasıl gideceğini, nasıl bulacağını sorar durursun, Türkiye’de yol tarifi çok zor yapılır, ama KKTC’de bu zorluk bazen erkekler bazen de kadınlar tarafından YOL TARİFİ ustalığı içinde kolay bulunur.
Yol tarifi kolay değil, bizlerin okulda SÖZLÜ anlatım çalışması olarak verdiğimiz eğitimdir. herkesin anlatma gücü içinde yeterliliğini de gösterir…
Bir erkeğe Lefkoşa’da sorduğum yerin tarifini yapamayan BAY, bir dakika diyerek, eşine telefon açtı yeri sordu, eşi balkona çıktı, bir tarif yaptı, daha önceden biliyormuşum gibi gidip-rahatlıkla buldum.
Türkiye’de kadınlarımızın kaç-göç anlayışıyla yetiştirilmeleri, bu yol tarifini almada ve sormada sıkıntı yaşamanız mümkünken, KKTC’de bu kolay çözülür.
KKTC’de Kıbrıslı Türklerin içinde özgüvenli kadınların, yetişerek gelenlerin, yetiştirdiği çocuklardan özellikle kızlarına ayakları üzerinde durma ve kendi olma alışkanlığı çok yaygın olup, özlediğimiz-beklediğimiz, kendilerine gıpta ile baktığımız, bir kişilik aşaması içinde takdir ettiğimiz DURUŞTUR.
Kaç-göç davranışı olmayan anlatımdan sıkılmayan kadınların sayesinde çok rahat bir nefes alıp aradığınız yeri bulmakta zorlanmazsınız ?!... Kendi olmak kavramı, burada bilhassa, kadınlarda etken hale gelmiş, sanki “anaerkil” bir yaşam kendiliğinden gelişmiştir… Türkiye’de bizler “babaerkil” gibi görünsek de gizli-saklı “anaerkillik” bizim içimizde oluşmuş; dışarda yaparım-ederim fiilleri, akşam eve gelen erkeğini karşılayan kadınımızın gece yatak odasında “yaparım-ederim, ben bilirim” fiillerinin sabah kalktığında “sen de bilirsin,” ben o zaman bu işe evet demiyorum, diyerek, topu taca atmış gibi görünür, “yengen dediki” diye gizli anaerkili deşifre etmiş oluruz…
“İlber Ortaylı’nın paneldeki, çok samimi konuşmasından, bilgisinden hareket edilince buraya yerleştirilen insanımızın Toroslar’ın güneyinden gelen Türkmenler olduğunu belirterek; laiklikleri, Volter’i okumalarından değil, inatları, bildiğini okumaları dedelerinden (soylarından) gelmektedir, diye ifade ediyor.
Kısa bir gözlemle; son 10-15 yıllık süre içinde gelenlerin, şehir yaşantısı ve kültürel yapısıyla bütünleşemediği kesin. Ticaretle uğraşan Kıbrıs’ın yerli esnafıyla, Türkiye’den gelen vatandaşlarımızın esnaflık anlayışında çok bariz farklılıkları görmek, yaşamak mümkün…” ((gazetevitamin.com)
Kıbrıslı kadınların, memuriyetteki başarısı, söyleneni anlama, anladığını anlatma ve işlemi savsaklamadan sonuca ulaştırma gücü de kendine olan özgüveninin ta kendisidir.
Kıbrıslı memur erkeklerimiz de iş bitirici gibi görünse de “savsaklayıcı-oyalayıcı” olduğu da çoğu zaman görülür… Öyle sanıyorum ki, bunun nedeni de anaların “oğullarına düşkünlüğü ve iş yaptırmama alışkanlığından” kaynaklanmış olabilir..
Türkiye’de, çocuğun var mı diye sorulduğunda “oğlum var” kelimesindeki yuvarlak ünlü ses olan “ O ve U” sesinin dudaklardan çıkarken, ağız içini doldurup; “kızım var” kelimesindeki düz-dar ünlü “I-I” sesinin söylenişindeki hava atamayışları, kızlarımızı-kadınlarımızı yalnız bırakmalarının bir başlangıcı sayılabilir, diye düşünülebilir…
Kızlar kendi işlerini yapar diyerek, onlara görünüşte sahip çıkmayan annelerin, kızlarını kendi haline bırakıp kendi işlerini gördürmeleriyle, ÖZGÜVENİ vermiş olabilirler...
İyi ki böyle yapmışlar da onlar da güveni tam kılmışlar; öyle sanıyorum ki, ANNELER kendi yetişmelerini onlara da uygulamışlar…
Kıbrıslı Kadınların ARABA kullanışındaki ustalığı ve özgüveni de ayrı bir özelliktir…
Türkiye’de mahallelerimizdeki tabii MOBESE burada yoktur, aile bireyleri aynı yerleşim merkezinde ayrı evlerde kalırlar, ANA YÜREĞİ deyimi dikkate alındığında akşam yemekleri sevgili ANNEDEN çocuklara, birer kap da olsa dağıtılır…
Çarşamba PAZARINA alış-verişe giden kadınlarda sabah 0830-11.00 arası Kıbrıslı Türk kadınları, 11.00-14.00 arası Kıbrıslı ve Türkiyeli kadınları, 15.00-18.00 arası Türkiyeli ve Afrikalı kadınların alış-verişleri daha yoğundur…
Kıbrıslı kadınların pazarda tezgahları pek olmaz, Pazar tezgahı genelde Türkiye’den gelişmiş-buraya yerleşmiş aracı veya üretici erkeklerden oluşur. Pazarda Kıbrıslı olanların yanında her ülkeden gelmiş, alış-veriş yapan Afrika, İngiliz-Rus, Pakistan-Türkmenistan kökenlileri görmek çok olağandır.
Diliyor ve istiyoruz ki, Türkiye’de yaşayan bizler, kızlarımızı yetiştirmede hangi gizil güçlerin etkisindeyiz, diye kendimizi sorgulamakta yarar vardır.
Girne’den SEVGİLERLE !...