Ertesi gün ne işler yapacaklarını tek tek anlattım. Kumbarayı özellikle gösterdim. Bahşiş parası alınca parayı kumbaraya atacağımızı, kumbara hepimizin kumbarasıydı.
Kumbara iyicene dolunca kesilip açılacak ve bahşişler eşit olarak aramızda paylaşacağız dediğimde şaşırdılar. Sonra berber malzemelerini ve dişçi malzemelerini gösterdim. Büyüğü dişim oynuyor deyince. Hemen diş pensesi kaynatıp çocuğun oynayan süt dişini kolayca çektim. Çocuk gıkını çıkarmadı.
Yeni çıraklardan küçük olanı bazı geceler yorganın altında ağlıyordu.
Annesine babasını özlüyormuş. Saatçi Dursun’a küçük çırağın geceleri ağladığını söylediğime bin pişman oldum. Eresi gün çocuğu köyüne yallah etti.
Birkaç gün sonra da Kör Ali Usta köylere çıkacağımızı hazırlık yapmamızı söyledi. Önceki senelerde köylere berber çırağı gitmek istediysem de hazır olmadığım için beni götürmemişlerdi. Şimdi sıra bendeydi ve köy köy gezilip dolaşacaktım. Akşamdan yıkanıp temiz çamaşırlarımı giydim. Tıraş malzemelerini hazırladım. Azığa gerek yoktu. Gittiğimiz köylerde karnımızı doyuruyorlardı. Hem de tıka basa…
Sabah gün doğmadan Kör Ali Usta At sırtında, ben yaya olarak yola çıktık. İlk köy gezimdi. En yakın köye girerken vakit öğleni bulmuştu. Kör Ali usta bir defter bir de kalem uzattı. Sonra sıkı sıkı her tıraş ettiğimizin adını deftere yazmamı tembih etti.
Her köyün adını her ocağın babasını ve kaç çocuğunu tıraş edeceğimizi deftere yazacakmışım. Öylede yaptım Ustam yetişkinleri tıraş ederken ben çocukları makineyle kırpacaktım. İlk köyde muhtar Cemal’in evine durduk. Karnımızı doyurduk. Ardından da ustam muhtarı ve oğullarını tıraş ederken ben evin bebelerini kırpmaya başladım. Muhtarın evinde iki saat kaldık.
Ben yedi çocuk, muhtar beş kişiyi tıraş etti.
Muhtardan iyice bir bahşiş kaptım. Soluklanıp çayımızı da içtikten sonra köyün camisinde avlusunda tezgâhı kurduk. Geleni geçeni tıraşa başladık. İkindi namazında biraz soluklandık. Ardından da köylüyü tekrar tıraşa başladık. O gece yassıya kadar tıraş ettik. Köyde elli adam yüz iki de çocuk tıraş oldu. Onca adamın tıraşından muhtarın bahşişi hariç bir buçuk lira bahşişi zor aldım.
Kışın ardından ilk tıraş olduğundan adam da çoktu ve henüz tarla takın başlamamıştı. Köyde fakirlik diz boyuydu. Traş ettiğimiz hemen hemen herkesin, özelliklede çocukların saçlarında sirke ve bit kaynıyordu. Bazen bitler makasın veya makinanın arasında kalıp kıtır kıtır kesiliyordu. İşimiz bitince ustamla geceyi muhtarın evinde geçirdik. Yıkanıp paklandık. Tıraş takımlarını iyice temizledik.
Ne zaman yattığımı ne zaman uyuduğumu anlayamadım. Bir ara gözümü açtığımda ustam deftere bakıyordu.
Ertesi sabah ezanla yola çıktık. O gün iki köyü, ertesi günde bir köyü tıraş edip kasabaya, en uzak olan bir köye doğru yola çıktık. Gece yarısına doğru yükümüzü Kör Ali Ustanın asker arkadaşının kapısına yıktık. Deliksiz bir uyku uyuduk. Sabah kalktığımızda köyün ağası çoktan evin avlusuna gelmiş çenesini tutarken sızlanıp duruyordu.
“Beni bu dertten kurtarın.” Diyor başka bir şey demiyordu.
Kör Ali Usta diş pensesini isteyince çok mahcup oldum. Köylere gidiyorum diye heyecandan diş pensesini almayı unutmuştum. Ustama mahcup olsam da, ustam fazlada kızmadı.
“ Benim çırak penseyi almayı unutmuş. Ağa sen kasabaya in, Saatçi Dursun’u bul o senin dişin çeksin.” dediyse de razı edemedi.
Ara tara köyde kocaman ağızlı bir mıh kerpeteni bulup getirdiler. Kerpeten kocaman. Ne ağza girecek, ne de dişi tutacak durumdaydı.
Usta daha eline almadan;
“Bu yamuk yumuk şeyle diş çekemem. Çekersem çeneni kırabilirim. Bununla diş çekilmez. Sen kasabaya in ağam.” Dedi. Ağa adamlarını tekrar köyde, pense, kerpeten aramaya başladı. Bir saat kadar sonra ilk getirilenden daha küçük ama yine de irice olan bir kerpeten getirdiler. Ustam gözlüğünü takıp kerpeteni ağanın ağzına yaklaştırıp ölçtü biçti.
Başkaca çare de yoktu. Ağa ısrarcıydı ve homurdanıp duruyordu. Eve girip kerpeteni ateşe atarak kor olana kadar kızarmasını bekledi. Sonra da maşayla alıp suyun içinde yıkadı. İri kerpetenle ağanın dişi sökmek için uğraştı durdu ama beceremedi. Gözü zaten zor gören usta kerpetenle ağrıyan dişi kavrayamıyor. Kavradığında da iki dişi birden yakalıyordu. Ustam ter içinde kalmıştı…
Utana sıkıla ustama,
“Ali ustam bende bir baksam.” Dedim.
Canından bezmiş olan ustam şöyle bir yüzüme baktıktan sonra kerpeteni bana uzatıp, ne yaptığımı seyretmeye başladı. Kerpetenin ağzının yarısı ile dişi yan yerinin boş olmasından da yararlanarak şöyle bir tutup asıldım. Biraz zorlayarak biraz döndürerek dişi kıpırdatınca olanca gücümle asılmamla birlikte ağanın dişini yerinden çekip aldım. Ağa; “Hay Allah razı olsun.” Deyip hemen oracıkta iki rekat şükür namazı kıldı. Sonrada beni anlımdan öpüp beş lira parayı cebime sokuverdi. Parayı cebimden çıkarıp ustama uzattım. Ustam parayı almadı.
“Bu senin hakkın. Helal olsun.” Dedi. Para bahşiş değil, emeğimin karşılığıydı. Param çoğaldıkça çoğalıyordu.
Son köyün halkını da tıraş edip deftere kaydettik. Bu köyde de, çocuklar bitli pireliydi. Makaslarımız makinelerimiz tıraş bittiğinde bit kan içinde kalıyordu.
Ertesi gün sabah namazından sonra kasabaya doğru yola çıktık. Hiç durmadan yürüdük. Gece olmadan kasabaya beş saatlik mesafedeki bir köyde konakladık. Sabah tekrar yola çıkıp öğlen namazına doğru kasabaya geldik. Kör Ali usta evine giderken ben attaki yükleri boşaltıp eve taşıdım. Sonra da köylü tıraş takımlarını güzelce yıkadım, kolonya ile sildim ve yerli yerine koydum. Saatçi Dursun’un namaza gitmesini fırsat bilerek, topladığım bahşişleri diğer çırakla beraber kumbaraya attık. Kumbara ufak ufak dolmaya başlamıştı.
(DEVAM EDECEK)