Bayram dedik, kavrulduk.

Şehitler coğrafyasına düşen ateş, öyle bir dağlamaya başladı ki içimizi, o ateş sönmek bilmedi desek yeridir.

Onlarca yangın haberi geldi, gelmeye de devam ediyor kısacası.

Yangın mevsimi diye anılır yaz ayları. Bir yandan, kavurucu yaz güneşi, bir yandan ormanlarımıza düşen ateşin içimizi kor eden alevleri.

Çoğumuz çığlık atıyor “Yeter artık!!!!“ diye.. Atıyoruz da, nafile…

 Üstadım, mesleki büyüğüm, ‘Adamın dibi’ , Ali Kayadibi ağabeyim bakın neler diyordu, bu önemli meseleye ilişkin.

 “Yangına körükle gidiyorum!” dyşe haykırıverdi Ege’den, o güzelim mikrofonik sesiyle…

Yaşam alanında etkili olan yangılara ilişkin;

“Ege’nin en gözde alanları 3 gündür cayır cayır yanıyor.

Ben de yangına körükle gidiyorum.

Kişisel görüşümü söyleyeyim; atasözlerine itibar etmem.

Çünkü bilinmeyen zamanda, bilinmeyen bir olay karşısında söylenmiş bir sözdür. Üstelik kimin, hangi gerekçeyle kime söylediği de belirsizdir.

Çoğu ya yanlış anlaşılır ya da amacını aşar. Atalar sözünü her kullanan kişinin öncelikli hedefinin kendi çıkarını desteklemek olduğunu düşünürüm.“ diyordu hayli ‘net’  ifadeleriyle üstadım..

“Atalara saygısızlık değil, bizzat saygımdan ötürü yanlışlara “dur” demektir amacım.” vurgusu yapıyordu anlatımlarında yanlış anlaşılma olmasın diye

Ege’den atıyordu çığlığını. Birçoğumuzun bu konudaki benzer düşüncelerine de tercüman oluyordu diyebilirim.

‘Adamın dibi’, sözlerini şöyle sürdürüyordu;

“Her taşkınlık durumunda ‘Yangına körükle gitmek’ kullanışlı bir deyimdir.

Kızgın tarafları sakinleştirmek yerine söz ve tavırlarıyla daha da alevlendiren, kavganın büyümesine katkı sağlayan kişilerin durumunu anlatan esaslı bir sözdür.

Konumuz; Selçuk, Kuşadası, Menderes, Çeşme yangınları…

Yangına körükle gitmek istiyorum!

 

Kabaca 5 bin dönüm yandı. İnsan zihninde hak ettiği yeri alamıyor bu 5 bin dönüm.

Kül olan toprak, bitki, ağaç değil sadece…

On yıllar boyunca yetişen çam ağaçları da değil…

Görüp görmediğimiz doğanın dengesini kuran binlerce böcek börtü, uçup kaçamayan onca hayvan da can verdi bu yangınlarda.

Kısaca geleceğimiz yandı. Boş laf değil bu; yanan ağaçların çoğu ortalama bir insan ömrüne denk düşer.”

İçimizi ayrıca acıtan tespiti, bence de çok önemli.. Geleceğimizi yaktık, kül ettik..

Mesleki büyüğümün şöyle de bir cümlesi vardı;

“30 yıllık gazetecilik mesleğimde gördüğüm en acı doğa olaylarının başında yangın gelir. 3 gündür yanan ormanların onlarca fazlasının içinden geçtim.

Söndürülen yangın alanlarını görüntülemek için bir gün sonra gittiğimde bile toprağın taşın üzerinde saniye durulamayacak kadar sıcak olduğuna tanık oldum.

Televizyon ekranından, sosyal medyadan izlemekle aynı şey değil. Bu yüzden 3 gündür öfkeli, üzgün ve mutsuzum!”

Hepimiz öyle değil miyiz? Mutsuz olmadık mı? Ormanlar kül olur iken, nefesimiz kesilmedi mi hiç?

Biliyorum ki aynı üzüntüyü yaşıyor çoğumuz.

Tercümanlık eder bazen kalemlerimiz. Biz gazetecilerin ifadeleri, işittiklerimiz üzerinedir genelde. Konuşan vatandaşı işitir kulaklarımız, tekrar ederiz özetle..

İşte, Ege’ en atılan çığlığın beraberinde, gelen sözler;

“İSTİRHAM ETME SAYIN BAKAN!

Menderes’teki yangının hobi bahçesinden başladığı belirlendi ve 1 kişi ve Çeşme’de söndürmeden attığı sigara izmaritiyle yangına neden olan 1 kişi olmak üzere 2 kişi tutuklandı.

Hepsi bu mudur? Yanan yerlerin bedeli bu mu yani!

Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı, sıcak ve şiddetli rüzgârın yangını körüklediğine dikkat çekerek, ‘vatandaşlardan özen gösterilmesini istirham ediyoruz’ dedi.

Bakanlık makamı, bu dili gerekli kılabilir. Ancak bu şahsi bir konu değil ki…

Devletin, milletin, geleceğimizin konusu…

Yaşadığımız coğrafya özellikle sıcak dönemlerde her an alev almaya hazır. O halde yangını, başlamadan en azından kıvılcımken söndürmekten başka çare yok!

Bunun için de donanımlı olmak gerek.

 

Duyarlı vatandaşlar zaten rica, minnet, istirhamla korumaz ormanı…

Ormanlık bölgelerde karayolu kenarlarında tabelalar vardı, “ormanı sevgi korur” diye…

Ne oldu? Sevgi de korumadı. Sevgi soyut bir kavramdır ve kimin, neye sevgi duyduğunu tayin edemezsiniz. Ormanı sevmek duygusal bir konu değil!

Devletin güçlü tedbir alması, yaptırım uygulaması şart.

Ege Orman Vakfı’nın geçen yıl kaybettiğimiz merhum genel müdürü Metin Gençol, benim değerli dostumdu.

Hürriyet’te çevre köşesi yazarken de görüşlerini paylaştım.

Hayatını adadığı orman korumayla ilgili tekliflerinden biriydi; Orman jandarması veya yangın polisi gibi bir birim kurulsun!

Amaç şuydu: Yangın çıktığında itfaiye birimleri alevlerle mücadele ederken, kolluk güçleri sadece yangını çıkaran unsurlara odaklanıp suçluyu bulması…

Denemeye değmez mi?

Yangını söndürme telaşında suçlu elini kolunu sallayarak kaçıyor. Güvenlik kamerası veya yerleşim yerinden uzaktaysa suçluyu bulmak mucize…

Cezasız kalan her eylem, yeni suçların teşvik edicisi, tetikleyicisidir.

Orman yakanlar cezasız kalmamalı…

Ben de ataların sözünü bu konuda yerli yerinde böyle kullanıyorum:

Yangına körükle gitmek gerek!”

Düşünüyorum da şimdi, ne de gerekli bence de. Ali ağabeyimin dediği gibi; “Yangına körükle gitmek”