Yıllar yılları kovaladı. “18 olsak keşke!?!..” diyeli, san ki dün gibi…
Çocukluk ve ardından ergenlik, şimdi de yarım aşıra merdiven dayamış nesli anlatan, bahsedeceğim bu anlatım, ne de güzel vakitleri getirecek gözümüzün önüne..
Ve biliyorum ki, çoğumuz; “Ah gençlik ah…” diyecek şimdi.
Ne güzel yıllardı o yıllar. Asla geri gelmeyecek tek şey, geçen zaman, yapacak bir şey yok.
Anılar kaldı elimizde, su gibi geçen günlerde biriktirdiğimiz.
Güzel arkadaşlıklar var bir de.. Öyle değil mi?
Sosyal medyanın en güzel tarafı, bence bu tür anlatımlar.
Günün stresi, yaşamın zorlukları, unutturmuş iken zihnimizdeki bir çok güzelliği, kaleme alınan böylesi çalışmalar, bir hoş ediyor insanın içini..
Sosyal medyada paylaşılan, bu güzel anlatımdan alıntı ettim. Belki, bu gönderiyi okumamış olanlarımız, benim sayemde okurlar diye düşünerek, bir solukta o güzelim yılları getirelim aklımıza istedim ayrıca.
“Saçlara jöle, tırnaklara oje, sürülemez, Spor ayakkabıyla okula girilemezdi.” Diye geliyorndu ilkm cümle..
Aynen de öyle idi.. Kuraldı bu, bozulamazdı..
Biz erkekler kravat, kızlar ise fiyonk takmadan, yaka ve tırnak kontrolü yapılmadan derse girilemezdik o yıllarda. Şimdi öle mi ya?
Hepimiz tek sırada buluşurduk sabahın köründe. Okulun bahçesinde, şakır şakır yağmıyor ise yağmur, her gün aynı seremoni..
Hatırladınız değil mi? Pazartesi sabah Cuma öğleden sonra, Okul müdürümüz konuşma yapardı.
Ülkemizin özel günlerinden biriyse, saygı duruşu yapılır ve gerçekten saygıyla dururduk… İstiklal Marşımız okunurken.. Dimdik olurduk. Kıpırdamazdık..
Arada bir olsa da, veli toplantısı olacağını, anne babamıza, korkarak söylerdik..
Gençlik işte. Okuldan bir sevgili var ise, sevgili ile utana utana, o da sadece okulun bahçesinde yan yana yürürdük.
Her ne olursa olsun, okula forma ile gidilir, eve gelene kadar forma üzerimizden çıkarılmazdı.
Gömlekler pantolonların - eteklerin, içine sokulur, okul renkleri dışında bir renk giymek, kısacası yürek isterdi.
Hele bir tak.. Tak da gör.. Küpe, kolye, yüzük, bilezik.. Asla, ama ala takılamazdı, okula gelirken..
Alaburustu hep saç tıraşımız. Kısacık, asker gibi..
Kızlarda ise, 3 boğum örgüsüz ise disipline gidilirdi, hatırladınız mı?
O yılarda, ne cep telefonu. Evinde telefonu olanların ayrıcalığı vardı.
Cep telefonu yok, internet mi, o da ne?
Buna rağmen; öyle hızlı bir iletişim ağı ardı kı öğrenciler arasında, şimdi anlattığımızda, yeni nesil inanmıyor doğal olarak..
Dersler. Hele ki, Biyoloji dersinde üreme konusu anlatılırken, yüzümüz ne de kızarırdı..
Aruz ölçüsü ezberlerken delirdik sanki. Şimdi, Aruz vezniyle söylüyorum bazı güzelim şarkıları, mesela, ‘Geri Gelen Mektup..’
ele ki Gülnur Kaya söylüyor ise, defalarca dinliyorum, bir daha, bir daha ne garip..
Ne de tertipliydik bizler. Okul kitabı, defteri, ne özenle kaplanırdı..
Hatırlıyorum da, Ferdi Tayfur, Orhan babanın fotoğraflarını taşırdım bende okul çantamdaki, yarım kapak dosyaların içinde..
Her ders yılı başında, mutlaka kap kâğıdıyla kaplanır, etiketler yapıştırılırdı, tüm okul kırtasiyesine..
Odun ve kömür sobası ile ısıtılan sınıflar, küçük ve kalabalık nüfusu barındırsa da, hiç rahatsızlık duymazdık onca kalabalıktan.
Çıt çıkarmadan dinlerdik bazı dersleri.. Öğretmenlerimize; saygıda kusur etmezdik asla.
Klasik yaşam şeklimizdi. Yat denince yatmak…
Ve bizler, sabah okula servis yerine otobüsle giderdik. Bazılarımız ise genelde yürüyerek.
Kesinlikle, okula yasak bir şey götürmezdik.
Yasaklar, çiğnenmek için var desek de, çiğnemezdi yahu..
Ve bizler, okulun herhangi bir yerinde, sakız çiğnenemez, derslerde bir şey yiyip içmezdik de..
Birine uyuz olduysak, öğretmene şikâyet eder, asla kendimiz sopayla, bıçakla girişmez, kesinlikle çeteleşmezdik..
Kavga ettiğimiz olsa da, saat geçmez, barışırdık, sarmaş dolaş olurduk. Kin tutmazdık.
Ve de en güzeli geldi şimdi benimde aklıma.
Kızlarla erkekler birbirine mesafeli durur, el şakası yapmaz, küfürlü konuşmaz, efendiliği bozmazdık, ne kız ne de erkek..
Gel de, özleme şimdi o güzelim yılları.
Geçmiş olsa da zaman, hatırlananlar öyle çok ki…
İyi ki, o yıları doya doya yaşamışız vesselam..