“Almanya’da olabilir!..” der iken, “Ben Almanya’da çalıştım. İşçiydim. O zaman duymuştum adını..” diyor..
Kimileri, kendini bulunmaz Hint Kumaşı yerine koymakta, öyle marifetli ki sormayın gitsin…
Bırakın sorulara yanıt bulmak için bu tip insanlarla konuşmayı, doğru bildiklerinizi unutacağınızdan, sadece selamlaşın geçin. Yaradan da ötürü sevmek gerekli olabiliyor bence bazen..
Şimdi nereden geldiyse aklıma, ‘Bulunmaz Hint Kumaşı’ gibi davrananlar..
Gerçi öyle çoklar ki, bu nedenle hiç çıkmıyorlar onlar aklımızdan..
Bu tabir, yani; “Bulunmaz Hint Kumaşı” nereden gelmektedir?
Bir paylaşımda okumuştum sanırım. Bunun hikayesi, üzerinde güreş batmadığı iddia edilen o ülkenin insanlarının bir uygulaması sonrası dile gelmeye başlamışmış.. Öyle denilmekte yani..
Yüzyıllar önce, bahsedeceğim o anlatımda ifade edildiğine göre, her şey 1612’de başlamış..
Hikaye bu ya, sömürgeci İngilizler, 1612’de Hindistan’ı işgal ediyorlar, sömürgeye ticaret merkezi kurarak başlıyorlar.
Okuduklarımdan, aklımda kalanlara göre; Sömürgeciler, İşgal ettikleri topraklarda, dönemin usta çıkrıkçıları tarafından dokunan Hint kumaşların yok etmek için, bakın ne yapmışlar?
İngilizlerin ilk hedefi, dokumacı ustalar olmuş.. İddia bu..
Oldukça pahalı olan Hint kumaşının yerine, kendi tekstil fabrikalarında ürettikleri kumaşları daha ucuza pazarlamaya çalışmışlar.
Ne var ki, kaliteden anlayan tüketici, rağbet etmemiş sömürgecinin kumaşına.
Hiç tereddütsüz, daha pahalı olmasına rağmen kendi, yerli ve milli kumaşlarını tercih etmişler..
Tercih güzel, fakat sonu kötü.. Çünkü, bu durum şeytanın aklına gelmezi getirmiş birilerinin aklına.
Sömürgeciler, Hint kumaşını piyasadan kaldırmak ve kendi ürettikleri kumaşları satabilmek için canice bir yönteme başvurmuşlar, iddia bu…
El tezgahlarında kumaş dokumasını, dahası ipliğe düğüm atmalarını engellemek amacıyla, dönemin usta Hintli çıkrıkçıların özellikle baş parmaklarını, bu da yetmemiş elleri kesilmiş..
Bu sayede, Hint kumaşını dokuyabilecek usta kalmamış.. Sonuç vahim..
“Hint kumaşı da bulunmaz olmuş…”
Sözünü ettiğim hikayede, şöyle de bir cümle vardı, alımda kaldıağı kadarı ile aktarmaya çalışayım.
Sanırım, o cümle şöyle idi; “Böylece İngiliz kapitalizminin bir sonucu olarak ‘Bulunmaz Hint Kumaşı’ deyimi ortaya çıktı.”
Binen şu ki; o meşhur kumaşın en önemli özelliklerinden biri, yazın serin, kışın sıcak tutması..
Kendini bulunmaz Hint Kumaşı sananlara gelince, ne sıcak günde faydaları var, ne de soğuk anlarda.
Zihin yoruyorlar, bildiklerimizi unutturuyorlar. Bir tür, çelişki yaşıyoruz sayelerinde.
Öyle miydi, böyle miydi?
Bilmediğinde ısrarcılık, bildiklerinde ise suskunluk, sanırım çağın bir tür bulaşıcı hastalığı halini almış. Ne yapalım, Elde gelmiyor ki bir şey..
Ne diyordum, nerelere geldim. Çenem düşünce, bazen ben de böyle oluyorum.
Doğruya doğru, eğriye eğri diyenlerimiz çok olsun. Çok olsun ki, muhakeme yetimizi koruyabilelim.
Var ise şayet, kalanı korusak yeter bence..
Çanakkalem, bir Dünya şehri.
Adı öylesine bilindik ki memleketimizin, o nedenle hep diyelim Maşallah..
Doğru yolda ilerleyenlerin yanında olmak, eğriye sapanları uyarmak, vazifemiz olmalı ki, gelecek nesillere yaşanılabilir bir şehir bırakabilelim.
Çanakkalemizin kutsallığı tartışılmaz. Ülkemiz açısından önemi, 109 yıl önce bu topraklarda sergilenen dik duruş, bu gün dahi yol göstericimiz.
Özetle dememiz ve de uygulamamız gereken şu olmalı;
“Çanakkale’ nin kutsallığını korumak, bizlerin birinci vazifesi.,.”